“ BEN SENİN CEMAZİYEL EVVELİNİ DE BİLİYORUM”
Çocukluğumda ninem bize çok güzel sözler söylerdi. ama ben bu sözlere pek bir anlam veremezdim. Bugünkü gibi çocukları plastikleştiren plastik oyuncaklar olmadığı için genelde köyümüzün yakınından geçen dereye iner orada su ile oynamayı, çamurdan evler yapmayı çok severdik. Ninem de derede oynadığımızı bildiği için sürekli bize “ Tepelerde dolaşmayın yel alır götürür, derelerde de oynaşmayın sel alır götürür.” derdi.
Ben bu sözün manasını yaşım ilerledikçe anlamaya başladım. Hele geçtiğimiz günlerde Karadeniz’deki heyelanlar ve özellikle de Araklı’daki facia. Derenin içine yapılan evleri eşyalarıyla birlikte yedi vatandaşımızı da sildi süpürdü gitti. Ninem mühendis olmadığı gibi okuma yazması da yoktu. Ağzından dökülen inciler ise bugün anlıyorum ki bir mühendislik harikasıydı.
Neyise dereleri bırakalım da tepelere dönelim. Her insan tepeye tırmanmak ve tepeden etrafı seyretmeyi çok sever. Sevmekle kalmaz tepeler çoğu insanın fıtratını da değiştirir. Örnek mi? Alın işte tarihimizde yaşanmış çıplak bir örnek: Osmanlı’da kullanılan Rumi takvime göre aylardan ikisinin ismi de Cemaziyelevvel, Cemaziyelahirdi.
Bilindiği üzere Osmanlı Devletinde arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı. Şimdiki gibi dosyalama sisteminin olmadığı devirlerde, devlet daireleri bu iş için çuvallar kullanır ve her aya ait biriken evrakı bir torbaya doldurarak saklarmış. Arşiv evrakı birbirine karışmasın ve arandığında kolaylıkla bulunabilsin diye de torbanın üzerine iri harflerle ait olduğu aylar yazılır, böylece mahzene indirilip tarih sırasına göre konulurmuş...
Yıllardan birinde Cemaziyelevvel ayına ait evrakın, sandık içine mühürlenip bir yere nakli gerekmiş. Henüz fakir bir mülazım olan arşiv memuru, istenilen evrakı sandığa boşalttıktan sonra boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir müddet sonra da fakirlik belasıyla torbadan bir iç çamaşırı diktirip giymeye mecbur olmuş. Ne var ki torbanın üzerindeki mürekkep, yıkamakla çıkacak cinsten değilmiş...
Olacak bu ya; bir gün hamama giden kâtip, orada tesadüfen daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. Soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim kâtibin iç çamaşırının tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı “Cemâziyelevvel” yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış…
Aradan yıllar geçmiş, mülazım efendi yükselmiş makam sahibi olmuş. Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giymeye başlamış. Aynı zamanda da eski kalem arkadaşlarına tepeden bakmaya…
Hamamda rastladığı arkadaşı onun yanında çalışmaya devam ediyormuş... Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururu ile oynamış. Arkadaşının da artık canına tak etmiiiş… Ve;
"Hadi canım sen de, kime caka satıyorsun? Ben senin Cemaziyelevvelini de biliyorum.” deyivermiş.…
Dereden bakanla, tepeden bakanın gördüğü manzara farklı olur. İnsanlara tepeden bakanla, insanı anlamaya çalışan bir bakışla bakanın insanı değerlendirmesi de farklı olur. Kibir tepesinden bakanlar hep yanılmışlardır. Kibir tepesinden bakanlar, tepeden düştüğünde arkasında hiçbir iz kalmaz, yel alır götürür.
Kibirli insan kör insandır. Kendinden başka kimseyi görmez. Kendine, kendi yaptıklarına, yazdıklarına, çizdiklerine aşıktır. Hep kendi yaptığını görür, başkalarının yaptıklarını göremez. Hep kendi yaptıkları görülsün, hep kendi yaptıkları alkışlansın ister. Kendi yaptıklarından keyif alan ve kendinden başka hatta Allah’a bile kafa tutan insan haline gelir örnek mi?
"Gördün mü hevasını ilah edinip Allah'ın bir ilim üzerinde saptırdığı ve kulağı ve kalbi üzerine mühür koyup görme gücünün üzerine de perde çektiği kimseyi? Artık, Allah'tan sonra onu kim hürriyete erdirir? Düşünüp hatırlamaz mısınız?" (el-Casiye: 45/23).
Rabbimizin buyruğunda da görüldüğü gibi kibir ve gurur gözü karartır. Dünyadaki ilk mekanında ana karnında karanlık duvar arkasında kimseyi göremediği gibi kibirle kararan gözle artık kendinden başka kimseyi göremez.. Ayna başında hayran hayran seyrettiği yüzünü, gözünü,kaşını, kafatasının içindeki aklı ve kendisini kimin yarattığını göremediği gibi.
Yazımı yüce peygamberimizin mübarek bir sözüyle noktalayayım “ Felaket insanın kendini beğenmesiyle başlar”