SÖZÜN ERİ: AYLA AĞABEGÜM
İsmail ZORBA
Zamanın elinden tutan insanları, aynı zamanda sesimiz, çığlığımız olan insanları tanımak onların aydınlattığı yolda belki de yürümeyi, hayata karşı dimdik durmayı öğrenmek ne kadar kıymetli. Ve topluma kanat geren insanlar toplumun her bir ferdi için bir hazine değerinde. Onların yazılarını okurken ruhumuz, benliğimiz, belleğimiz nasıl da tazelenir, yenilenir. Hele hele bir de onlar yakından tanıma ve dinleme talihine kavuşanlar için ise bir nimete dönüşür.
Ortaokul ikinin yaz tatilinde Türkçe öğretmenim beni Türk Edebiyatı dergisiyle tanıştırdı. Her bir sayfası o yaşın idraki içinde heyecanla okumaya başlamıştım. Şiirler, hikâyeler, denemeler derken yorulduğumu hissetmeye başladığım an Öğretmenin Günlüğü başlığı altında Ayla Ağabegüm imzasıyla “Ayrı Dünyalar” başlıklı yazı rahatlamamı sağladı. Bu yazıda Türkçe öğretmenimizin sesini duyar gibi oldum. Şefkatli, itinalı bir o kadar dikkatli. Yazıda verilen mesajlar, aktarılan hikâyeler beni etkilemişti. Derginin sonraki sayılarını yıllarca takip etmemde “Öğretmenin Günlüğü” başlıklı yazıların ayrı bir yeri vardı.
“Bir kadir gecesi, radyolarının, televizyonlarının başında okunan mevlüdü göz yaşları içinde dinleyenler ve bir gecede işe yarar bir program yok diyerek televizyonlarının düğmesini kapatanlarla ne yazık ki aynı ülkede yaşamak, belki de aynı evi paylaşmak zorunda. Bu ayrılış neden? Niçin aynı duygularda birleşmeyen, ayrı dünyaların insanları olduk.” (18 Ağustos 1983- Türk Edebiyatı )
Ayrı dünyaların insanı olma meselesini o günkü aklımla düşünmüş, sorgulamış bir yere koyamamıştım. Ayla Ağabegüm, Öğretmenin Günlüğü yazılarıyla benim gibi binlerce genç okurun da hocası olmuştu. Aynı Türk Edebiyatı dergisindeki başta rahmetli Ahmet Kabaklı ve diğer yazarlarımız gibi.
Bir öğretmenin duruşu, tavrı bu yazıların hepsinde ilmek ilmek işlenmiş okurlarına da hayat dersleri vermişti. Bütün yazılarında tek gayesi öğrencilerinin yolunu aydınlatmak, bu ülkenin insanı olabilmenin kıymetini aktarabilmekti. Sözlerinde hep aynı tavrı sergiliyordu. Nasıl düşünüyorsan öyle yaşamalısın. Onun sözündeki samimiyet ve sağlam duruş biz okurların hayata bakışına bir samimiyet ve sağlamlık getiriyordu.
Onun bütün hayatı, idealleri öğrencileri üzerine kurulmuştu. Onları söyledikleri her söz son derece kıymetliydi. Bir öğretmen olarak daha neler yapabilirim, nasıl bir çözüm yolu bulabilirim diyerek dur durak bilmeyen bir mücadeleye giriyordu. Kendine verdiği bir söz vardı sanki o sözü yerine getirmek için yapılacak ne kadar da çok şey vardı. O muhteşem “Pulsuz Dilekçe” başlıklı yazıda öğrencilerinin sesine kulak veriyor, onlara nasıl yardımcı olabilirim diye çırpınıyordu.
“Anlayış nerede başlayıp nerede bitecek? Ölçü ne? Bir söz, bir bakış belki de bir öğrencinin tahsilini bırakmasına sebep olacak. Elinizdeki örgüdeki yanlışı gördüğünüzde söküp yeniden yaparsınız. Beğenmediğiniz bir yazıyı baştan yazabilirsiniz. Ya genç anne, baba ve öğretmenin yanlışları nasıl düzelecek? ‘Sil baştan’ mümkün mü?
Yıllar sonra hasta ile ilgilenmeyen doktoru, kalbi merhametle dolu olmayan hâkimi, öğrencisine anlayışlı davranmayan öğretmeni yine biz tenkit edeceğiz. Ne verdik ki ne alalım? Şikayet etmeye hakkımız olacak mı?”
Her şeyi sözde değil hakkını vererek Hak mücadelesi uğruna konuşan mücadele eden Ayla Ağabegüm hocamız bizi de aynı tavırla kendinden emin olarak kendimizi eğitmeye, kendimiz şuurlandırmaya ve her şeyden önce kendimiz olmaya çağırıyordu. “Ne verdik ki ne alalım?” diyen biri, “Sözün Eri”, güçlü bir sesin sahibi değildi de neydi?
1980’li yılların öncesinde ve sonrasında o zorlu mücadele zamanlarında susmayan, susturulamayan, sonuna kadar inandığı davanın neferliğini yapan Ayla Ağabegüm hocamız her bir okuru için gölgesine sığınılacak ulu bir ağaç görevi görüyordu. Taşradan sadece yazılarıyla tanıdığımız öğretmen Ayla Ağabegüm’ün sesinde kendimize kıymet veriyor, bu toprakların emanetçisi olmanın bilincinde hür tefekkürün kalesinde kendimize bir yer bulmaya çalışıyorduk. Okudukça zihnimiz hayatta “Biz”de toplanacak tüm değerlerin varlığına sahip çıkmamızı sağlıyordu.
Nasıl düşünürsen öyle yaşamalısın, verdikçe çoğalmalısın, hiç durmadan çalışmaya ve üretmeye devam etmelisin.
Öğretmenin Günlüğü’ndeki yazılarda hocamız keskin bir duruş da sergiliyordu. Yanlış olana affı hiç yoktu. Hep doğru yollarda yürünmeliydi. Yoldan hafif şaşıldığı anlar bile insana ait zaafın bir göstergesiydi. İrade sahibi insan aklının ona verdiği seçimi insan’dan yana yani iyilikten, doğruluktan, dürüstlükten yana seçmeliydi.
Yine Pulsuz Dilekçe yazısında, “Gençlerimiz korkmadan inanarak karar vermelidir. Sabır, tevekkül, inanç, az konuşup çok çalışmak, yabancılaşmadan ilerlemek” bir formül olmalıdır.” diyordu. Bu formül her şeyden önce “Sözün Eri” olmaktan geçiyordu. Aynı Ayla Ağabegüm hocam gibi.
Lise yılları derken üniversite yıllarında da Türk Edebiyatı dergisini sürekli okumaya devam ediyordum ama Öğretmenin Günlüğü başlıklı yazıları okuyamamanın hüznünü yaşıyordum. Zaman zaman bazı gazetelerde hocama ait yazılara tesadüf ediyor, Ayla Ağabegüm ismine dikkat kesiliyordum. Aradan geçen bir zaman diliminden sonra bir kitapçının raflarında “Sözle Direnmek” adlı kitabı ve Ayla Ağabegüm ismini görünce yıllardır özlediğim bir hocamla karşılaşmanın tarif edilemez mutluluğunu yaşadım. Her bir sayfasını altını çize çize hatta tekrar tekrar okudum. O sene ve sonraki seneler “Sözle Direnmek” kitabını öğrencilerime okutmak ve de onlarla kitabın sayfalarında dolaşmak ve kitap üzerine sohbet etmek son derece etkiliydi. Ayla Ağabegüm hocamın bana “Öğretmenin Günlüğü”nden aktardığı ve hayatıma yön vermemi sağlayan bu yazıların öğrencilerim üzerindeki etkilerini görmek de heyecan vericiydi.
Sözle Direnmek ismi “Sözün Eri”ne ne kadar yaraşır bir kitap ismi olmuştu. İkinci kitabın ismi de Ayla hocamızın mücadeleci kişiliğinin aynı zamanda zarafetinin de bir yansımasıydı. “Mısralarla Konuşmak” Bu kitabı da sınıflarımda bir başucu kitabı olarak görüp öğrencilerimle paylaşmayı başardım.
Sizin hayatınızda bir mihenk taşı gibi gördüğünüz yazarlar vardır. Onların yazılarında, eserlerinde kendinize ait olanı bulursunuz. Zamanla o eserler sizin kendi sesinizi bulmanıza yardımcı olur. Sizi olgunlaştırır. Bugün mesleğimde sahip olduğum yerde eğer mutluysam ve hala vereceğim çok şey var diyorsam bunda Öğretmenin Günlüğü yazılarının çok büyük etkisi vardır.
Hepimizi evlere kapatan salgın benim hayatımda o kadar özel ve önemli dostluklar getirdi ki. Bunlardan biri de çok kıymetli yazar, edebiyat kardeşim Funda Özsoy Erdoğan. Funda hocamla telefonda mesajlaşırken söz Ayla Ağabegüm’e gelince, Funda hanım Ayla hocamızı çok sevdiğini ve çok yakından tanıdığını söyledi. Hocamızın izniyle telefon numarasına ulaşma isteğim de yerini bulunca telefon numaralarının üzerine her basışımda kalbimin nasıl çarptığını anlatamam. Telefondaki ses yıllardır duymayı beklediğim sesti. Bir İstanbul hanımefendisinin tadına doyum olmayan Türkçesi ve nezaketi ile konuşuyordu hocamız. Kendisiyle ne konuştuğumu heyecandan hatırlayamıyorum ama öğrencilerimle Mısralarda Konuşmak adlı kitabını okuduğumuzdan, öğrencilerimin kitapla ilgili güzel düşüncelerinden bahsettiğimi biliyorum. Sonra televizyonda karşıma çıktı Ayla Ağabegüm hocam. “Geleneğin Kalp Atışları” adlı kültür programının sunuculuğunu ve danışmanlığını üstlenmişti kıymetli hocamız. Bir erken doğan olarak yaşının olgunluğunu, heyecanını bize fazlasıyla hissettiriyordu. Geleneğin Kalp Atışları programı yayınlandığı 65 bölüm boyunca kültürümüzün kılcal damarlarına hayat vermiş ve arşivlik bir belgesel niteliğiyle izleyenleri için kıymetli bir yer edinmişti.
Ve zaman geldi yolum İstanbul’a düştüğünde Ayla Ağabegüm hocamla Üsküdar Salacak’ta bir araya gelmenin, onu daha yakından tanımanın onuruna eriştim. Yaptığımız sohbetin her dakikası hala aklımdadır. Ayla hocam, Ayla ablam derken gönül güzelliğiyle Cumhuriyet’e, milletime kanat geren bir öğretmen karşımdaydı. Her bir sözünde o söze sahip çıkmanın, o sözü hayata geçirmenin ve o söz uğruna yaşamanın bir hayat mücadelesine dönüştüğünü ve burada Sözün Eri bir insan olmanın saygınlığına erişinin tanıklığını yapıyordunuz.
Zaman geldi hocamla sohbetlerimiz, paylaşımlarımız arttı. Hocama kitaplarımı hediye etmek ve onun elinden kitaplarını imzalı olarak almak bahtiyarlığına eriştim. Bir gün söz “Sözle Direnmek”e geldi. Bu kitabı genç nesillerin de tanıması, okuması gerektiğinden dem vurduk. Ve kitabın yeni baskısının yapılmasını planlanırken bana da bu çalışmada güzel bir görev düştü. Sözün Eri’ne bir parça da olsa hizmet etmek belki de ortaokul yıllarından bugüne benim hayat yolculuğumda bana rehberlik eden hepimizin hocası Ayla Ağabegüm’e teşekkür etmek için güzel bir fırsattı.
Mısralarla Konuşmak adlı kitabının önsözünde söyledikleriyle bu teşekkürü, bu saygıyı fazlasıyla hak ediyor sevgili hocamız.
“Bütün bu güzellikleri yaşama şansına erişen Ayla Ağabegüm, boş durmamalıydı. Menfaat gözetmeden yazan dev kadroların yokluğunun hüznünü yaşarken; onların düşüncelerini, heyecanlarını, duygularını, büyük Türkiye rüyalarını konuşarak, yazarak dile getirmeliydi.
Millî kültür dünyamız içinde yayınlanan gazetelerle, televizyonlarla, reklâmlarla, dizilerle; dilimiz, mûsikîmiz, edebiyatımız, güzel sanatlarımız, ahlâkî değerlerimiz yavaş yavaş yok olurken, seyretmenin ve susmanın vebâlini taşıyamazdık.”
FACEBOOK YORUMLAR