İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

SEYREYLEDİM EŞKÂL-İ HAYATI       

16 Eylül 2020 - 13:53

"İsteseydin eğer, bir kere isteseydin, evet bir kez gerçekten isteseydin olan olurdu...
Sen hiç istemedin ki dostum! İstemek nedir bilmedin ki! Hiç tutulmadın sen! Tutkuların için ölmedin ki! İsteseydin ölürdün, ölseydin olurdun! Sen hiç olmadın ki! Evet, olmadın, çünkü sen hiç ölmedin! Ölecek kadar istemedin, ölümün pahasına istemedin, ölümüne istemedin! İsteseydin ölürdün, ölseydin olurdun. Oysa ne öldün, ne oldun. Çünkü sen istemedin; İsteğini, İstediğini aslında dile bile getirmedin. Öyle ya, bir kere dile getirseydin, olurdun, bir kez adam gibi aklından geçirseydin hemen orda olmuş ve ölmüş idin. ''     
                            

Dücane Cündioğlu
                                                          
 SEYREYLEDİM EŞKÂL-İ HAYATI       
   
            "Seyreyledim eşkâl-i hayatı ben havz-ı hayâlin sularında" Bir serencamın sonunda ayrılık varsa bu sadece acı ve göz yaşı demek değildir aynı anda.. Her şeye rağmen eğer anılar seni güçlendirdiyse o zaman "SEN" bu birlikteliğin tacı durumundasındır ve her geçen sene tahtında hükümranlığın daha da güçlenecektir. Bu günlerde bana senden kalan en önemli mirasın da bu sonsuz dostluğun olacaktır. "SEN VE BEN" BU İKİ KELİMEDE SENE-İ DEVRİYELERİN SONUNDA YİNE AŞK KAZANACAKTİR"

             Aşkı terk ettik önce, bu sonsuzluğa sevk eden aşkı! Yarım kaldı bir yanımız. Sevgimiz terk etti bizi önce sonra sevgililerimiz. Cana can olamamıştık ki canâna can olalım, yâr olalım. Biz'i terk ettik sonra bizden ulaştık. Ben kalesine itildik, ben kulelerine hapsolduk. Gözümüz dostu boş yere bekledi durdu. Seyreylerken âlemi gökyüzünden, aslında âlemin bizi seyrettiğini unuttuk. Zamana esir düştük, zemânenin fendine kurban olduk. "O mahûr beste çalar" ama; bizimle ağlayan kalmadı. Ferman boynumuza asıldı, biz habersiz turladık durduk amaçsız, umarsız... Ve sen benim özümden özüme benliğimin asil varlığı terk edilen de terk eden de benmişim meğerse, benliğimmiş.

             Seyreyledim eşkâl-i hayatı, hayat içre. Saf ve masum bir bakıştı bu. Bütün kaygılardan azâde. Ne gördüm biliyor musun? Yalnızlığı, terk edilmişliği, geleceğin acılarını, parçalanmışlıklarını. Her şeyin içinde kaybolmuştuk, hiçliği arıyorduk. Bir "hiç"te saklıydı benliğin tüm kaynağı. Evet bir hiçte. Hiç sana kendine getiriyor, daldığın gaflet uykularından uyandırıyordu. Hiçliğin yanında faniliğin aklına geliyordu. Yaşam içindeki yerini, varlık sebebini hatırlatıyordu. Hiçlik seni "Bir"de tamamlıyor, "Bir"de manaya ulaştırıyordu.
            Seyreyledim eşkâl-i hayatı, bir çocuğun gözlerinden. Yeni tomurcuklanıyordum daha. Daha çok desteğe, güce ihtiyacım. Baharın ilk ışıklarına kanan bademler gibi her şeye inanmaya hazırdım; hatta muhtaçtım. Bir damlacık sevgi, bir damlacık şefkat hayata köklerimi daha sağlam, daha güvenli atmama sebep olacaktı oysa. Ben annemin, babamın, köklerimin gözlerinde seyretmeliydim hayatı. Oysa terk edildim, yalnız ve muhtaç bırakıldım. Daha körpe bir fidanken dik durmam gerekiyordu. Dallarımı kırdılar, tomurcuklarımı kopardılar. İçimden, özümden bir şeyler koptu. Birdim, tektim ama; birliğin manasını hiç bilmeyecektim. İnsanlar içinde her zaman yabancı, her zaman yalancı kalacaktım.

             Seyreyledim eşkâl-i hayatı, bir ihtiyarın gözlerinden. Koca bir çınar gibiydim ama; gölgem yoktu. Gölgesi olmayan bir ağaç kime sığınacaktı. Köksüz, dalsız, yapraksız hatta topraksız kalakalmıştım ortada. Dimdik durmayı da hiçbir zaman bilememiştim. İhtiyarlık belimi bükmeden başımı eğmiş teslim olmuştum eşime, çocuklarıma. Herkes konuşurdu, hep ben susardım. Bu ihtiyara küçük bir çocuk gibi hep susmak düşmüştü. Senin aklın ermezlerdendim ben de. Küçük bir çocukken aynıydı hayat, ihtiyar bir çaresizken de. Gözüm toprağa bakıyor artık. Bir an evvel kavuşmak istiyorum ama; nereye? Eski şarkılardık biz mısra mısra artık hiç söylenmeyen: "Bir garip yolcuyum hayat yolunda, yolunu kaybetmiş, perişanım ben!"  

             Seyreyledim eşkâl-i hayatı, kendi gözlerimle. Mutluyum, umutluyum, muştular doluyum. Seviyorum hayat seni. Sende kendimi buluyorum, tamamlanıyorum. Her bir adımda seni neler veriyorsun bana. Hüzzam bir beste gibisin benim için gah ağlatan, gah güldüren. Terk edilmişliğime son vermeliyim. Sabrı, tevekkülü aramalıyım. Sevgide aydınlanmalı, aşkta yanmalı, manada tamamlanmalıyım. Üstüme dağlarla, okyanuslarla gelseler benim gibi bir faninin de söyleyecekleri var. Söylenmemiş o kadar söz arasında benim söyleyeceklerim var.

            Bir serencamın sonunda ayrılık varsa bu sadece acı ve göz yaşı demek değildir aynı anda.. Her şeye rağmen eğer anılar seni güçlendirdiyse o zaman "SEN" bu birlikteliğin tacı durumundasındır ve her geçen sene tahtında hükümranlığın daha da güçlenecektir. Bu günlerde bana senden kalan en önemli mirasın da bu sonsuz dostluğun olacaktır. "SEN VE BEN" BU İKİ KELİMEDE SENE-İ DEVRİYELERİN SONUNDA YİNE AŞK KAZANACAKTIR.”

              Salgın günlerinin bunalımında kendisinde var olan bütün hasletleri, güzellikleri unutan insan; bir gün gelecek karanlıktan çıkıp aydınlığa erdiğinde kendine gelecek, başını yerden kaldırıp göğe bakacak kendine gelecektir. Her ne olursa olsun her şey bir gün aslına rücû eder, insan da mayasında var olan kendisine Hakk’tan miras kalan özüne kavuşacaktır. Şimdi sabretme, fikretme ve aynı zamanda üzerimize düşen her ne ise o uğurda mücadele etme zamanıdır. İnsanlar layıkıyla aklın aydınlığına erdiklerinde sahip oldukları cesaretle her türlü zorluğun altından kalkabilir. Bugünlerimize kaydettiğimiz kavgalar, gürültüler, çığlıklar, zulümler ve her türlü fecaat gün gelecek cesaretin haklı gücünde ezilecek ve karanlığın korkakları layık oldukları yere sineceklerdir.
 
İsmail ZORBA
([email protected])
 
 
 
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum