“Salgın günleri insan profillerine bakıyorum da iyilik ve kötülük siyah ve beyaz gibi kendini göstermekte. Bir yanda insanların sağlığına kavuşmaları için her türlü mücadeleyi büyük bir özveriyle veren sağlık çalışanları; bir yanda kendi sağlığı ve diğer insanların sağlığı için tek yapması gereken temizlik, mesafe ve maske olan insanların vurdumduymazlıkları.”
ÖNCE BİZ SONRA BEN!
Salgın nedeniyle duyduklarımız, gördüklerimiz ve bizzat yaşadıklarımız bizi o kadar etkiledi ki salgın öncesi halimizle salgın sonrası halimiz arasında epey farklılıklar ortaya çıkacak. Dünya tarihinde de insan ne zaman zorluklar yaşasa, sıkıntılardan geçse, zulme uğrasa yitip gidenler ve yitirdikleri arasında bir denge bulmaya çalışır. Yaşadığı onca deneyimden sonra iyiye ve doğruya meyli artar; kendini toparlar. Çünkü hayatta kalmak için mücadele etmiştir. Ve bunca şeyden sonra ayakta kalmak büyük başarı hatta zaferdir.
Ama bu çileli günlerde yaşananlar.. İşte bunlar o kadar derinden işler ki ruhuna umuda sığınmak ve insana hiç bıkmadan inanmak kolay bir iş değildir. Azim gerektirir, sabır gerektirir. Şimdi bombalar eşliğinde insanların birbirine kıydığı savaşlardan geçmiyoruz. Savaş denilen vahşetin içerisinde değiliz. Ama bu salgın günlerinde imtihanımız aslında aynı. Bizler için savaş emanetlere sahip çıkmak ve vatanın, milletin, bayrağın, özgürlüğün, sevdiklerin ve gelecek ideallerin için mücadele etmek, hatta bu uğurda canını vermeyi göze almaktır.
Vatan uğruna, millet uğruna, bağımsızlık uğruna can vermek; çok kutsal bir değer uğruna verilecek bir bedeldir. Türkler için bu bedelin değeri çok yücedir. Şehitliktir, isminin kahramanlıkla ölümsüzleşmesidir. Fakat yüce duruşun altında yatan nedenlere baktığımızda bir insanın diğer insanlar için kendini feda etmesi yatmaktadır. “Ben, ben, ben” çığlıklarının atıldığı bugünlerde sadece “ben”i korumak için yaşamak ile “biz”e sahip çıkmak arasında kalan insanların yaşadığı boşlukları görebiliyoruz.
Çünkü kutsal bildiğin değerler uğruna şehit olmayı göze alan anlayışta fedakarlık, feragat, yüksek ahlak, kararlılık ve güçlü bir karakter karşımıza çıkmaktadır. Söylediklerim “vatan, millet, Sakarya” gibi nitelendirilen ve şovenizmin ya da militarilizmin nakaratları değil. Kendinden sorumluyken diğer insanların da sorumluluğunu yüklenen bir insanın taşıdığı yüksek ahlak ve güçlü karakterdir. Bu insan hak gaspetmez, küfretmez, bağırmaz, zulmetmez ve insanların göz yaşları üzerine bir dünya kurmaz. Şefkatlidir, merhametlidir, paylaşımcıdır, verdikçe çoğalandır.
Bu insanın mayasında sevgi vardır, aşk vardır. İnandığı değerlerde kimliğini bulur. Hiçbir zaman yalnız değildir, tutsak değildir. Salgın günleri insan profillerine bakıyorum da iyilik ve kötülük siyah ve beyaz gibi kendini göstermekte. Bir yanda insanların sağlığına kavuşmaları için her türlü mücadeleyi büyük bir özveriyle veren sağlık çalışanları; bir yanda kendi sağlığı ve diğer insanların sağlığı için tek yapması gereken temizlik, mesafe ve maske olan insanların vurdumduymazlıkları. Yaşamlarını hiçe sayanların, başkalarının hayatını da hiçe saymaları ne kadar da kahredici. İnsan bunları duydukça, gördükçe ve yaşadıkça derinden yaralanıyor.
Bir yanda sağlık, güvenlik ve kendi alanlarında insanlık için her türlü fedakarlığı ve feragatı göze alan “insan” olma umuduyla aydınlandığımız, onurlandığımız insanlar var. Ve bu insanlar canları pahasına yaptıkları bu onurlu duruşla bu kör karanlığı aydınlatmaya çalışıyorlar. Ama bir yanda sürü halinde bir yığın benliklerin girdabında savrulup her şeyi hiçe sayarak sadece kendi canlarını değil onca insanın canını tehlikeye atan insanlarla beyazın siyahla tamamlanması.
Bu salgın günlerinde günlerce, aylarca evlerimize oturduk, kendi içimizde mücadelelerden geçtik. Sabrettik, azmettik. Peki salgını normal günlerin mücadelesinde bireyin ya da vatandaşın sorumluluğuna teslim ettiğimizde ne oldu? Maalesef hayal kırıklığı. Cam kırıkları üzerinde yaşayan kanayan, kanatan insanlar.
Benlik girdabına düşen insanların gözlerine bakıyorum. Gözlerinde ışık yok, inançlarını kaybetmiş, korku ruhlarını o kadar esir almış ki düştükleri kör kuyudan çıkmak için en ufak bir çaba sarfetmiyorlar. Vurdumduymazlık, aymazlık almış başını gidiyor. O kadar korkmuşlar, o kadar çaresiz kalmışlar ki akli melekelerini kaybetmişler. Sağlıklı düşünemiyorlar.
Araba kullanırken solladı diye, yol vermedi diye bir sürü basit ve güncel mazeretle canavarlaşan insanlar görüyorum. Küfür ve öfkenin boğduğu insan, insan olmaktan çıkıyor. Bağırıyor, küfrediyor, saldırıyor hatta öldürmeye kalkıyor. Oysa trafiktesin, can telaşındasın. Ama bir anlık öfke seni ne hale getiriyor? Öfke gelir göz kararır; öfke gider, yüz kızarır. Kızarır mı sanmıyorum. Çünkü duyduklarımız, gördüklerimiz hatta yaşadıklarımız bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.
Sakin, huzurlu ve de tenha bir mekanda oturalım dedik. Deniz kenarı, tabiat muhteşem her şey tıkırında. Bir grup insan daha geldi. Çoğu maskesiz. Mekan sahibi ve orada oturan yaşlıca bir adam kibar bir dille gelen gruba maskelerini takmalarını söyledi. Adamın torunu olacak yaşta bir çocuk, adama “sana ne oluyor, ister takarız, ister takmayız.” dedi. Annesi ve babası olacak ebeveynler çocuğu uyarmadılar, üstüne üstlük mekan sahibi ve yaşlı adamla ağız dalaşına girdiler. Yaşlı adam baktı ki üzerine geliyorlar, sustu bir köşesine oturdu. Ama mekan sahibi maske takmaları için ısrar etmeye devam etti. Hatta bu halde size hizmet veremeyiz, dedi. Vay ki vay!. Sen misin hizmet vermem diyen, başladılar küfürleşmeye, bağırmaya ve de saldırıya. Bu insanlara inanamıyorum. Ne kadar basit ve ilkeller. Hayvanlaşıyorlar diyemiyorum çünkü hayvanlardaki içgüdü de yok bu insanlarda. Sırf egoları için yaşıyorlar. Aslında o kadar yalnız kalmışlar ki korku dağları aşmış. Gücü sırf kaba kuvvet olarak görüyorlar. Bağırdılar mı, saldırdılar mı herkes susuyor çünkü. Ve gelecek olan yavaş yavaş geliyor soldan soldan. Çünkü akıl yönetimi çoktan terk etmiş mekanı.
Cehaleti sadece okuma yazma bilmemek olarak algılayanlar bu insanlara bakarak körlüğün hiçliğine saplanıp kalmış bu insanları seyretmeye devam etsinler. Öyle bir seyirci konumundayız ki güvene, sahiplenmeye çok ihtiyacımız var. Sabırlı olursak kazanırız, umut edersek kazanırız, içimizdeki insandan vazgeçmezsek kazanırız.
Bu salgın günlerinin sıkıntılı günlerinde desteğe ve morale de ihtiyacımız var. Birlik olursak dirlik oluruz. Maske takmakla, temizliğe dikkat etmekle ve mesafeleri korumakla hiçbir şey kaybetmiyoruz. Aksine kendi sağlığımızı korumakla kalmıyor başka insanların da bir şekilde hayatlarını korumuş oluyoruz. Artık yalnız değiliz. Ben değil biz olmak zorundayız. Gözlerimizden yalnızlık okunmuyor artık, aydınlanıyoruz. İnsanlığın atması gereken adım bu kadar basit aslında. Zor olanı seçip kötü olmaktansa kolay olanı seçip iyiliğe kanat gerelim.
İsmail ZORBA
([email protected])
([email protected])
FACEBOOK YORUMLAR