“Bilir misiniz, kurşunların da renkleri vardır.
Gecenin karanlığında belli olan, dağın bir tarafından üzerimize doğru hızla uçan, rengârenk kurşunlar..
Böyle anlatınca çok da güzel geliyor kulağa. Mavi, kırmızı, yeşil kurşunlar geceleri çok net görülen ışık oyunları gibi. Bazen sessizce oturduğum yerden kurşunları izlerdim. “Hangi rengin üzerinde, hangimizin ismi yazılı acaba? diye düşünürdüm. Filmlerde gördüğümüz kurşunlar hiç renkli değildi… Ben de zaten film de değildim”
Emine Şeceroviç
KURŞUNLARIN DA RENGİ VAR.
Özellikle son üç seneden yaşamımıza dair senaryonun dışına itildik. Geleceğimize dair her şey bütün planlarımız ipotek altına alındı. Bu cennet diyarı kendimize vatan edindiğimizden beri kan kusturdular bize. Adı Haçlı oldu, Moğol oldu, İran oldu, Rus oldu, İngiliz oldu, Fransız oldu, Ermeni oldu, Yunan oldu hiç ama; hiç değişmedi üzerimize oynanan senaryolar…
Senaryoyu yazanlar bütün müdahelelerini dıştan yönetmediler, içimizden kanser hücresi gibi yaydılar tüm şer, bela tohumlarını. Her saldırılarınla bir canımızda bin kere dirildik kefereye karşı ama; canımıza tak dediğimiz anlar da olmadı değil. Küllerimizi göğe savurdular, o küllerden yeniden doğduk.
Hakk’a sığındık, bir olduk; birlik olduk. Her bir dirilişimizde yüzlerce, binlerce candan olduk. Gök ekini biçer gibi biçtiler taptaze fidanları. Anadolu ocağında acılar deryasında her yangınımızda, her çilemizde sabır dedik. Yaradan’ a teslim olduk. Bu söz milletimizin şahsiyeti oldu; anlayana: “Vatan sağolsun!”
O vatan sağolsun ki canlar sağolsun. Vatan sağ olursa sen de ben de biz de sağ oluruz. Dirlik içerisinde oluruz. Vatanın yoksa işte o zaman insan olmanın bedelinin ne kadar büyük mücadeleler gerektirdiğini anlarsın. Sürünürsün, başını yerden kaldıramazsın. El eline, gavur eline, namussuzların diline muhtaç olursun.
Bayrağımın dalgalandığı, ezanımın okunduğu vatanımın her bir köşesinde milletimin şahsiyeti, mührü vardır. O mühür ki insanlığa ram olmuş merhametin, adaletin, hürriyetin, sevginin, inancın, imanın, hoşgörünün sesidir. Milletimizde tecelli bulmuş bütün bu ulvi değerler tarihin her döneminde tüm insanlığı kucaklamıştır. Ve imanına kaynak edindiği Hakk’ın rahmetini kendine hayat rehberi edinmiştir.
İstanbul, Ankara, Van, Gaziantep, İzmir, Hakkari, Diyarbakır ve de son olarak Kayseri’de yaşadığımız terör faciasının ortaya çıkardığı vahşetin tablosu gerçekten çok ağırdır. Bu bedel, sadece bu ülkenin taze fidanlarının hayat hakkını elinden almamış; anaların, babaların, eşlerin, çocukların bağrında silinmez acılar bırakmış, Anadolu’mun her bir adımında bir ocağını yangın yerine döndürmüştür. Şehitlerimizin sayısı gün geçtikçe artmakta, her geçen gün tüm iletişim kaynaklarına a bugün de “Kötü bir haber” duymayalım diye korka korka, elimiz titreye titreye, dua ede ede başvurur hale geldiğimiz anları yaşadık. Şehit cenazelerine dair haberler içimizdeki insandan her geçen bir şeyler alıp götürdü. Şehitlerimizin o masum fotoğrafları bizi hüzün okyanuslarında boğulmaya itiyor. Görmek, duymak istemiyorum. İnsanlığımdan utanıyorum.
Ama; her şeye rağmen, evet, her şeye rağmen dimdik ayaktayım. İçimdeki tüm yangınlara rağmen dimdik ayaktayım. Kitaplara sığınıyorum. İnsanlardan kaçıyorum. Kitaplara sığınıyorum. Elimde bir kitap, bana her şeye rağmen mücadele diyor, pes etmek yok diyor. Bak Halep’e, bak Bağdat’a, bak Şam’a, bak Kerkük’e, bak Doğu Türkistan’a, bak Kırım’a.. Soydaşların, dindaşların ve de tüm insanlık ne acılar çekiyor. Tel tel, damar damar tüketiliyor. Geçen her bir saniyede insanlık ayaklar altında çiğneniyor, katlediliyor. Kendine gel, diri ol, birlik ol, özüne dön. Sen yaşa ki ezilenlerin sesi, ezilenlerin güvencesi, Hakk’ın gölgesinde adaletin tecellisi ol, diyor.
Kitap 1990’lı yıllarda Avrupa’nın göbeğinde, medeniyetin eşiğinde yaşanan bir insanlık dramına, bir vahşete, bir soykırıma götürüyor bizi. Bosna’ya, Saraybosna’ya!.. Baştan başa kuşatılmış bir şehre hapsedilmiş her gün bir safariye katılırmışcasına tuzakların kurulduğu senaryonun insan avına dönüştüğü ve Birleşmiş Milletler denilen insanlık havarilerinin şeytanlaştığı, insanlığı unuttuğu yerde yaşam mücadelesi veren, her şeye rağmen vatan diyen, onurlarıyla başlarını hiç eğmeyen Boşnakların Hakk yolunda verdikleri mücadeleyi dillendiriyor. Hem de birinci ağızdan, hem de küçük bir kız çocuğunun saf ve masum dünyasından. Bir yanda ölüm, bir yanda yaşam! Her şeye rağmen yaşam! “Kurşunların da Rengi Var!”
İnsanlığın unutulduğu, insanlık senaryosunun terk edildiği, insan yaşamına ipotek konulduğu savaş zamanların da bir kız çocuğunun dilinden Hakk arayışının sesleri….
“Tüm o savaş ve bombalarla bir anda olgunlaşan ben, o kanı gördüğüm anda tekrar çocuk olup tarif edilemez bir korku içinde ağlamaya başladım….”
“Ve her seferinde büyük bir toz bulutu kaplıyordu etrafı. Sonrasında da o bombanın berbat kokusu geliyordu burnuma. Nefret ettiğim o koku.. Evimizi yok eden o koku..”
“Savaşta çocuk kalmak, birkaç bidon taşıyabilmek, bidon dolusu kızağı çekmek, büyük bir hızla koşmak, kurşunlara yakalanmamak ve sık sık aç kalmak, yıllar boyunca verilen aynı yemeğe hayır dememekti.”
“ Sokaklarda ölen diğer çocuklar acı çekmişler miydi? İlla hepimizin ölmesi mi gerekiyor? Ben de ölecek miyim?”
“Bombalardan, açlıktan, susuzluktan kurtulmanın dışında en büyük hayâlim, sevdiklerime kavuşmaktı.”
“Kurşunların da Rengi Var.”, kitabıyla Emine Şeceroviç beni nerelere götürdü. Savaşın en büyük zulmeti çocuklarıdır. Savaşı yaşayan çocukların ellerinden sadece gelecek hayallerini, oyunlarını, mutluluklarını değil insanlığın masumiyetini alıyoruz. Gözyaşı medeniyetinde tanıklık ettiğimiz bu vahşet, Boşnak kardeşlerimizin hak mücadelesi bizlere şu an yaşadıklarımıza karşı bir işaret veriyor.
Boşnak kardeşlerimiz bize ; “Sizlerin, Türk milletinin varlığından güç aldık, kendimizde savaşacak güç bulduk. Sizin varlığınız tüm mazlum milletlerin güç kaynağıdır.” diyorlar. O zaman kendi içimize dönüp baktığımıza görüyoruz ki her bir mücadelemizde bizim dirilişimizin hikâyesini tamamlanıyoruz.
Biz her varoluş hikayemizde, Çanakkale’de, İstiklal Harbi’nde sadece kendimizi yaşatmıyoruz. İsyanımızda, çığlığımızda tüm insanlığın haykırışı oluyoruz. Bugün Halep diyoruz. Geçmişte Doğu Türkistan, Azerbaycan-Karabağ, Kırım, Ahıska, Çeçenistan ve dünyanın her yerinde adım adım yaklaşan vahşetin, zulmün karanlık sesleri ta yanıbaşımıza geldi.
İçimiz yangın yeri! Ama; Boşnak kızımız Amina’nın sesine kulak verelim. Onunla aynı savaşı farklı cenahta yaşamış Zlata’nın sesine kulak verelim. Anne Frank’a kulak verelim. Sadako nerede? Rabia nerede? Hele savaş kurbanları, savaş yetimleri, savaş mağdurları.. Diyorlar ki her şeye rağmen insana inanalım. Mücadelemiz insanlığın savaşıdır. İnsanlığın Hakk uğruna savaşıdır.
Son söz Amina’nın diliyle Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’e ve de bizlere, insanlığa…
“Sayın Cumhurbaşkanım
Biz, en küçükler
Gördüğünüz gibi
Sıraya giriyoruz
Ve söz veriyoruz
Ülkemiz
Bosna Hersek Cumhuriyeti
Özgür ve haklı olanların ülkesi
Çocuk oyunlarının ve
Özgürlüğün ülkesi olduğunu
Öğreneceğimize ve
Öğreteceğimize söz veriyoruz.
Söz veriyoruz ki
Yarın büyüdüğümüzde
Sizin bugün olduğunuz gibi olabilelim.”
İsmail ZORBA