“Nerede o şanlı İskenderiye Kütüphanesi? Kendi karanlıklarında korkan cehaletin karanlığına sığınan o vahşetin ellerinde bir kıvılcıma kurban edilmemiş miydi? Ya tarihin her döneminde acının, gözyaşının, sefaletin beşiği Bağdat ve muhteşem kütüphanesi? Aynı vahşet, aynı zulüm! Kendinden dahi korkan insanları kölesi yaptığını zanneden kin, nefret kusan eller? Kütüphaneleri ve de içlerinde barındırdıkları o muhteşem hazineler kitapları yakmak, yok etmek bütün dünyayı yakmak, yok etmekle eşdeğerdir.”
İsmail ZORBA
([email protected])
([email protected])
KİTAPLARIN İZİNDE İNSANLIK
“İçindeki bütün kitapların yanması bir gün ve bir gece süren Saraybosna Üniversitesi Kütüphanesi’nin ve o ünlü belediye binasının kaderi, bütün yangınları söndüren bir yangın, kül ve tozun son efsanevi kutlaması olarak hatırlanacaktır.”
Miljenko Jergoviç “Sarajevo Marlboro”dan..
Hayatımı zenginleştiren ve değerli kılan zenginliklerden biri kitaplarım, diğeri dostlarım ve de ülkemi, dünyamı keşif için ziyaret esnasında elde ettiğim çok değerli gezi anılarıdır. Bende iz bırakan bu seyahatlerimden birini de Balkanlara yaptığım gezi esnasında yaşamıştım. Evlad-ı fatihan ziyaretinin tarihime, kültürüme kattığı muhteşem etkilerinin dışında benliğimde bıraktığı izdüşümleriyle bakış açımda büyük bir iz bıraktığını söyleyebilirim.
Çok okuyan, çok gezen misali hayat bir sürü eksiğimizi tamamlamak için neleri vesile kılıyor bir bilseniz. Bazı zamanlar yarım kalmış bir bakış bir yerde muhakkak tamamlanıyor. Yeter ki görmesini bilelim.
Saraybosna, her adımında yaşama dair acının, gözyaşının, mezalimin kısaca büyük bir insanlık dramının izlerini içinde barındıran bir şehir olmanın yanı sıra tarihi, kültürü ve de doğal güzellikleriyle insanlığa bıraktığı mirasla bir hazine değerinde.. Öyle bir hazine ki Fatih Sultan Mehmet’i İstanbul’un fethi kadar zafer mutluluğuna gark eden bir şehir!. Ve sadece kendi halkının kurtuluşunun fatihi, bilgesi, sesi olmak için değil; bütün insanlığa ışık olmak için bağrından çıkardığı Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç! Bosna bizden bir parça, her zaman içimizde, bağrımızda.. Söylenecek o kadar söz var ki aslında size dair. Onlardan sadece bir anekdot yazımızın konusu..
Saraybosna’da şehir turumuzun önemli anlarında biri İngman dağından şehri ikiye bölen ve çevreleyen gerek Sırpların gerek ne acıdır ki Birleşmiş Milletlerin göz göre göre insan avcılığına çıktıkları tarihi savaş tünelini gezip bağrında Aliya İzzetbegoviç’in mütevazi türbesinin yer aldığı Boşnak şehitliğini ziyaret etmekti.
Şehitlik ziyareti sonrası ziyaretçilerimizin kendi düşünce ufuklarında bir muhasebe içindeyken rehberimiz Başçarşı’ya dönen geniş meydanın önünde büyük bir taş binanın önünde durdu ve “Dikkatinizi bu binaya çekmek istiyorum.”, dedi. Ve söze şöyle devam etti:
“ Değerli ziyaretçiler bugünkü turumuzun amacı Bosna’da yaşanan insanlık cinayetine tanık olmanızdı. Şehirde gördüğünüz tüm izler Avrupa’nın ortasında isimleri uygarlıkla yarış eden milletlerin göz yumduğu bir mezalimine aittir. İnsanlara yaşatılan vahşetin, zulmün izlerini, hikâyelerini birebir gördünüz. Ama insanların tarihe, medeniyete yaptığı en büyük cinayeti burada tanık olacaksınız. Burası şehrin en büyük hazinesini barındıran, dünyanın en büyük el yazmasına sahip kütüphanesiydi. Bu gördüğünüz binayı gözlerini kırpmadan bombalayan, yerle bir edenler büyük bir insanlık cinayeti işlenmiştir aslında..”
Rehberin sözleri kulaklarımdan beynime işlerken medeniyetin beşiği şehirleri yaşatanın da, yaratanın da insan olduğunu düşündüm. Ve o insan kendi eliyle yarattığı tüm güzellikleri yok ediyordu. Bunun adına hırs deyin, bunun adına ihtiras deyin, bunun adına cinayet, mezalim, aymazlık deyin ama insanın dünyadaki varlığı bu minval üzerine kurulu değil mi! Necip Fazıl’ın ifadesinde en güzel cevabını bulan mısralar eşliğinde fazla söze ne hacet! “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; / Oluklar çift birinden nur akar; birinden kir.”
Aradan yıllar geçiyor epeyce Bosna kitaplığı kütüphanemin raflarında yerini alıyor. Bunlardan biri de yakın bir zamanda alıp okuduğum Miljenko Jergoviç’in “Sarajevo Marlboro” isimli Saraybosna’nın savaş izlenimlerini kısa insan hikâyeleri ile tamamladığı etkileyici kitabı. Yazarın son hikâyesinin adı “Kütüphane”. Savaşın tüm acısını yakılan şehir kütüphanesine ayırmış: “Her şey neredeyse tam bir yıl önce bir düdük sesi ve bir patlamadan sonra olup bitmişti. Belki de tam bu satırları okuduğunuz gün. Kitaplarını nazikçe okşa sevgili yabancı ve onların toz olduğunu aklından çıkarma.”
Yazar, “Kütüphane” adlı hikâyesiyle insanlara yapılan bütün cinayetlerin üstünde insanlığın en büyük şahitliğine belge olacak, medeniyetin geçmişten geleceğine köprü olacak en önemli bellek ziyaretgâhlarından biri olan kütüphanelere yapılan saldırıları görüyor. Tarihi seyirde de öyle değil mi? İnsanlığın cinayetlerinde, zulümlerinde yaptıkları en büyük saldırılar kütüphanelere değil mi?
Nerede o şanlı İskenderiye Kütüphanesi? Kendi karanlıklarında korkan cehaletin karanlığına sığınan o vahşetin ellerinde bir kıvılcıma kurban edilmemiş miydi? Ya tarihin her döneminde acının, gözyaşının, sefaletin beşiği Bağdat ve muhteşem kütüphanesi? Aynı vahşet, aynı zulüm! Kendinden dahi korkan insanları kölesi yaptığını zanneden kin, nefret kusan eller? Nedim ne de güzel dillendirir bu vahşete insanlığın isyanını : “Tahammül mülkünü yıktın Hülagu Han mısın kâfir? / Aman dünyayı yaktın ateş-i suzân mısın kâfir? “
Kütüphaneleri ve de içlerinde barındırdıkları o muhteşem hazineler kitapları yakmak, yok etmek bütün dünyayı yakmak, yok etmekle eşdeğerdir. İnsanın ta kendini tanımaya başladığı andan itibaren yaradılışının mayası olan o muhteşem öze dönüş hikâyesi “okumak”la ve “yazmak”la başlar. Yaradanımızın da peygamberimiz vasıtasıyla bize ilk seslenişi “Oku (İkra), Allah’ın adıyla oku!” değil midir? Bu öncelikle yaratıldığı dünyayı okumak, kendini okumak değil midir?
İnsana dair güzel hasletleri okumak, iyiliği, merhameti, sevgiyi, adaleti, eşitliği, kardeşliği, barışı, edebi, hoşgörüyü kısaca insanı insan kılan bütün değerleri?.. İnsana bahşedilen her türlü ilmin özünde insanın hayal ettiği, ulaşmayı hedeflediği güzellikler, erdemler, iyilikler yok mudur? Yunusça ifadeyle okumanın özünde bilgi edinmekten çok insan olmayı öğrenmek vardır: “Okumaktan mana ne?/ Kişi Hakk’ı bilmektir.” Bu yüzden insanların hikâyesi kitaplarla bir süregelmiştir. Medeniyet geliştikçe, insanlık ilerledikçe kütüphaneler kurulmuş, mamur olmuş. İnsaniyet geriledikçe yine insanların eliyle yakılmış, katledilmiştir.
Dünya tarihi insanlığa ve de kitaplara, kütüphanelere yapılan cinayetlerle doludur. Umberto Eco’nun “Gülün Adı” romanında zincirlenen, hapsedilen, zehirlenen, yakılan, mahkemece aforoz edilen kitapları görürüz. Çünkü her kitap bir insandır. Yakılan her kitap yok edilmiş, katledilmiş bir insan hikâyesidir. Bundan dolayı yakın zamanlarda yaşadığımız karanlıklara düşmek istemiyorsak, karanlık ellerin altında işlenen cinayetlere tanıklık etmek istemiyorsak ve de çocuklarımıza geçmişten bugüne ve geleceğe dair güzel, tertemiz, umut dolu bir bellek bırakmak istiyorsak kitap konusunda, okuma konusunda başımızı önümüze eğelim, bir kere daha düşünelim.
“Dışarıda kalan her şey yitik demektir. Nedenler, anlamlar ya da mazeretler aramanın hiçbir faydası yok. Bunlar, tıpkı hatıralar gibi, sadece birer yükten ibarettir. Size hediye edilen ve başka yerlerde yaşayan dostlarınıza yollamayı düşündüğünüz kitapları bir kenara ayırarak, şimdilik, ya da dünya birkaç milyon önceki durumuna döneceği güne kadar alevlerden kurtarıp, geçmişte ödünç aldıklarınız geri vermekten başka çareniz yoktur.” Miljenko Jergoviç “Sarajevo Marlboro”dan..
FACEBOOK YORUMLAR