“Seni anlamak ya da idrak etmek Âkif, hiç de o kadar zor değil. Sen inandığı gibi yaşayan bir adamsın. Hatta adam gibi adamsın derler ya!. Günümüz adam profilinde seni anlamak ve idrak etmek için olduğun gibi görünmek hiç de kolay değil. Savunmalarımızda bir tane insanlığa ait bir yer yok. Her şey benlik çukurunda yitip gitmiş. Sizler “Ben” diyemeyen neslin asil evlatları sizler bizim kayboluşumuzun karanlığında geleceğimize ışık tutan meşalelerisiniz.”
İsmail ZORBA
ÂKİF’İN HUZURUNDA...
Huzurundayım yıllar sonra Âkif! O çok sevdiğin vatan topraklarına, İstanbul’una kavuştuğun, o naçiz emanetini teslim ettiğin yerde. Mezarın Edirnekapı şehitliğinde. Onca müstesna güzellerin, şehitlerin arasında. Sağında solunda bu dünyada iken ahrette de komşu olmak istediğin gönül dostlarınla birliktesin. Bayrak ve istiklâl şairi sevdalısı vatanında bayrağının gölgesi altında yatıyor. Çekilen onca çilenin, yaşanılan onca mücadelenin sonunda her daim ait olmak huzur mekanında. Allah mekanını cennet eylesin. Ama Âkif’in huzurunda Âkif’in ötesinde yaşanılan duygular ise anlatılamaz. Dünya meşakkatinde kaybolan ruhlar Âkif gibi şahsiyetlerin sinesinde huzur bulabilir.
“Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince
Günler şu heyulayı da er geç silecektir
Rahmetle anılmak ebediyet budur amma
Sessiz yaşadım kim beni nerden bilecektir?”
Âkif’in huzurunda Âkif’i anlamak için her şeyden önce bu mısraları yad etmek gerekir. O dünyadaki varlığının farkında bir insan olarak her daim bir fani olmanın gerektirdiği sadelikte, mütevazılıkta, saygınlıkta yaşadı. Kendi adına hiçbir arzusu olmadı. Benliğini öznesi yapanların idrak edemeyeceği bir insan olma arzusuydu bu. İnsan olmanın sırrını Allah’ın insanlara en büyük rehber olarak bahşettiği Kuran’dan çıkarıyordu. O bir insan olarak Rabbine karşı sorumlu her daim görev şuurunda, hizmet şuurunda; insana bahşedilen aklın bütün yükümlülüklerini yerine getirmeyi kendisine bir görev bildi. Hiçbir zaman istemedi, istekleri yerine getirdi. Hak yolunda bir yolcu olarak insana verilen tüm görevleri yerine getirdi.
Yüreği okyanuslar gibi sevgi hatta aşk doluydu. Rabbine ve Rabbi’nin yarattığı tüm varlıklara insan olarak sevgisi sınırsızdı. Rahmete tecelli olan merhameti sınırsızdı. Toprakta gezen âşık gölgesine çekilinceye kadar sessizce mücadelesini devam ettirdi. Öyle ki kimliğinden öte şahsiyetiyle var oldu. Âkif bir kimlik olmaktan öte bir şahsiyetti. Yedisinde neyse yetmişinde de aynıydı. Günümüzde ağzımıza sakız gibi yapışan bir sözcük var: “Aynen!..” Aynen, hem bir sözcük; hem bir cümle. Bütün sözcükle her anlamda bir onaylama sözü : “Aynen!..” Ben de diyorum ki Âkif’i idrak ederken onun hakkında söylenen manası güzele kavuşan tüm kelimelere, cümlelere “Aynen!..” diye tasdik etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Evet, Âkif; kendisi hakkında söylenecek tüm güzel hükümleri bir insan olarak hak edecek vasıflara sahip bir insandı.
İnsan demişken onun “insan”dan anladığını ifade ettiği “İnsan” manzumesini okuduğumuzda, bir insan olarak sessizce yaşayıp bu kadar güçlü ve metanetli bir kimliğe sahip olmanın sırrını da keşfediyorsunuz.Bir insan olmak için her şeyden önce bir yüreğe, iman etmiş, teslim olmuş bir yüreğe sahip olmak gerekir. O yürekten bir dava ve ideal adamı çıkar. O dava adamı önüne çıkan tüm engelleri yıkar,geçer. Hizmetini ifa eder. Ve attığı hiçbir adımdan şüphe duymaz. Kendinden emindir, emindir çünkü kendinden emin olmak demek bir güvene tabidir. Benliğin şımarık güveni değildir bu. Hakk’a ve adalete teslim olunan bir güven. Onun eminliği Peygamber Efendimizin eminliğinden gelir. İnsan manzumesinden mısralara dönelim ve ilk mısralardaki insan olmanın sırrına erelim:
“Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
«Muhakkar bir vücûdum! » dersin ey insan, fakat bilsen...
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir”
Sessizce yaşayan adam vücudun mayesine aldanmaz, insanın asli varlığı ruhta tamamlanır. Ruhun iştiyakı insanda tamamlanmak, insana sevda duymak, insana hizmettir. Âkif’in şahsiyetindeki doğrulukta, merhamette, kadimlikte, hayada, ahlâkta, hizmet aşkında ve nice hasenatta bu idrak vardır. Âkif’i idrak etmek ve anlamak için Safahat’ın sayfalarına çevirelim gözlerimizi. Safahat’ın her bir sayfasında, mısrasında olduğu gibi Âkif vardır. Âkif’i anlarken hakiki ve samimi bir müslümanı da anlamaya başlarsınız. Saf, masum, ahlaklı, haya sahibi, inanmış ve teslim olmuş bir mümine ait tüm güzellikleri.
Âkif’e dair ifadelerde bulunurken haya ediyorum Âkif’ten, utanıyorum. Acaba O’nu anlatırken hakkını teslim edebilir miyim diye? İstanbul’da Edirnekapı şehitliğinde Âkif’in huzurunda cesaret buluyorum. Âkif’i anlatmayacağız da kimi anlatacağız. Âkif, sadece İstiklal şairi, Safahat şairi değil. Yaşamından sayfaları okurken bile her bir hayat hikâyesinde bir ibret lahikasının kahramanı. Âkif’ten bir hatıra, bir duruş örneği. Birinci Dünya Savaşında müttefikimiz Almanya’nın elindeki esir Müslümanları şuurlandırmak amacıyla gönderilen Âkif’in Viyana’da iken yaşadığı bir vakaya dair gösterdiği tepki her birimize bir ibret levhasına dönüşüyor:
Mithat Cemal Kuntay, yakın dostu İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un Kudüs’ün kaybedildiği haberini nasıl aldığını şu cümlelerle naklediyor: “Âkif, şöyle anlatıyor: Umumî Harp’te Viyana’da idim bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı otelin penceresinden baktım caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: ‘Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar.’ dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:- Bir zafer haberi mi var! dedim. Adam:- Zafer de söz mü? dedi. İngilizler Müslümanlardan Kudüs’ü aldılar. İngiliz ordusu Allenby’nin kumandasında Kudüs’e girdi. Mukaddes şehir Hilâl’den kurtuldu, Haç’a kavuştu.” Bu olay karşısında Batılının asli kimliğinin farkına varan Âkif, bütün görevlerini bırakarak hemen vatanına döner. Düşman ve dost arasındaki tek hakikatin çıkarın ötesinde birlikte, “Bir”de ve “Biz”de yattığını davranışıyla hepimize gösterir.
Âkif’in mezarının başında, İstiklal Marşı’nın mısralarında, Safahat’ın sayfalarında, yazılarının yer aldığı gazete sayfalarında, hayatına sığdırdığı her bir ibretlik hikâyesinde ve evlatlarına yazdığı mektuplarında Âkif bütün eşsizliğiyle karşımızda. Bu cümleleri kurduğumuzu bilse belki utanır, belki kızardı. Ama Âkif’in hakkını teslim etmek de vebalimiz. Sözler Âkif’le buluştuğunda güzellikleri dışında bir söylemek imkansız.
Seni anlamak ya da idrak etmek Âkif, hiç de o kadar zor değil. Sen inandığı gibi yaşayan bir adamsın. Hatta adam gibi adamsın derler ya!. Günümüz adam profilinde seni anlamak ve idrak etmek için olduğun gibi görünmek hiç de kolay değil. Savunmalarımızda bir tane insanlığa ait bir yer yok. Her şey benlik çukurunda yitip gitmiş. Sizler “Ben” diyemeyen neslin asil evlatları sizler bizim kayboluşumuzun karanlığında geleceğimize ışık tutan meşalelerisiniz. Allah başta Âkif olmak üzere; bu vatana, bu millete hizmet etmiş tüm büyüklerimizden razı olsun.