“Böyledir.
Bizde iyiler ölmez.
Evliya olup aramızda yaşarlar.
Nitekim görüyorsunuz işte.”
Mustafa KUTLU
İYİLER ÖLMEZ
Hazan mevsiminin en güzel hediyelerinden biri de yeni basılmış Mustafa Kutlu kitaplarıdır. Evet, yazarımız yıllardır hep aynı zamanda kucağınıza bırakıverir daha fırından yeni çıkmış, sıcacık hikâye kitapçığını. Yıllara göre değişen ama; hep içimizdeki “Biz”de sırlanan insanlarımızı anlatır Mustafa Kutlu.
Mustafa Kutlu’yu, Erzurum’unu, Dergah’ını, hayata dair derkenarlar eşsizliğinde notlarını ve de insanımızın hikâyelerini sıcacık bir ekmek gibi, sıcak ama deminde bir çay gibi yudumlarsınız. Mustafa Kutlu edebiyatımızın kendi kalesinde bayrağını hep dalgalandırmış, hiç teslim etmemiş can suyu kalemlerindendir. Son edindiğim kitabında yine bizlere Yunusça bir seslenişe durmuş: “İyiler Ölmez!”..
Mustafa Kutlu hikâyelerinin tipik kişilerine özgü yel değirmenlerine karşı can havliyle saldıran Don Kişotlarını “İyiler Ölmez.”de de tanıklık ediyoruz. Onun hikaye kahramanları her ne kadar bizden olanı üzerlerinde taşır gibi gözükseler de bir yerlerde unuttuğumuz ya da terk ettiğimiz maziye bırakılmış hasret kaldığımız hasletlerimizi; zerre zerre içimizde olup farkına varamadığımız can güzelliklerimiz hatırlatırlar.
Mustafa Kutlu’nun hikâyeleri sonbaharda artık kurumaya terk edilmiş bir bağın güneş görünce yerin bereketiyle son verimine duran meyveleri lezzetindedir. Bahis üzerinde değindiğimiz “İyiler Ölmez.”in kişileri de yer bereketince hayatımıza girmiş insan olma hasletinde tiplerdir. Ressam Sıtkı, Türkücü Civan, Fotoğrafçı Sarhoş Mustafa ve Musikişinaş Doktor rahmetin dört atlısı gibi farklı kaynaklardan çıkıp bir nehirde buluşurlar.
Nehir yazılar eşliğinde dinginleşirler. Onların özünde ki Mustafa Kutlu hikâyelerinin tüm kişilerinde kendi dünyasına sığmayan, kendi dünyasına sığmayan insanlar yoktur. Onlar bir gaz yağı kandilinin ışığı misali fayda üzere gelmişlerdir bu cihana. Okura içimizdeki çocuğu hatırlatırlar. Her biri idealist, her biri romantik, her biri ağaçlar gibi hep ayakta ölen tiplerdir. Çünkü iyidirler, Neticede “İyiler Ölmez.”
Her hikâye kitabında farklı bir arayış ama o derecede tamamlanma içerisindedir Mustafa Kutlu’nun tüm hediyeleri. Bir bakarız Dede Korkut gibi ehli irfan sazı alır eline türküleştirir hikâyelerini. Bir bakarız Balzacvari bakış eşliğinde yanlışlıklar komedyasına yani bugünün dünyasına taşır. Kimi zaman manasına bir türlü eremediğimiz ideolojilerin satıhta kalmış, kopyalanmış arayışlarında insan hikâyelerindedir gözümüz.
Mustafa Kutlu, “İyiler Ölmez.”de Ahmet Mithat esprisinde devreye girip doğrudan okurla temas kuruyor. Kendi bilgeliğinde okura hatırlatmalarda bulunuyor:
“Siz şimdi bu dizi palavralarına inandınız mı? Doğrusu beni hiç sarmadı. Bu hikâyede bir eksiklik var. Ama ne?
Şudur: Hikâyenin dramatik yapısı yetersiz. Evet Sıtkı kullanışlı bir karakter; lâkin o villa, resim, Sevda masalları tamamen klişe.
İnanıyoruz ama etkilenmiyoruz.”
Yine “Biz”e sesleniş… Hayatımızı o kadar çok klişeyle doldurmuşuz ki ortalık toz duman; göz gözü görmüyor. Nefsimize terk ettiğimiz benliğimizin oyunlarında entrikalara, şüphelere, vehimlere teslim olmuşuz. Mustafa Kutlu bu hikaye kitabında bize insan olmayı, insanlığı hatırlatıyor. Unuttuğumuz insana not düşüyor. İnsan olma manasında her insan saygındır, her insan umuttur, her insan kendi içinde hazinesini saklar, her insan başlı başına bir evrendir. O yüzden “İyiler Ölmez.”de rahmetin dört atlısı içimizdeki insana başvurur. Gayret kuşağını bağlar beline unutulan insanlığa el atar.
Yoksullara aş verir, gariplere yatak. Yalnızlara sığınacak bir dam, hastalara şifa olacak bir el. Kiminin duası, kiminin güler yüzü Sıtkı’ya, Civan’a, Mustafa’ya ve de Doktor’a şifadır, devadır, edadır bir nebze. Bu dörtler makamında sırra eren dört yalnız adam kendi hayat dramlarından silkinip insanlığa ram olurlar. Voltran’a dönüşüp, Seyyit Battal gibi, Robin Hood gibi, Köroğlu gibi isyan ederler. Başkaldırışları, savaşları musikinin kanatlarında göğsünü kabartır, mısralar eşliğinde yelken açar umutlara.
Mustafa Kutlu, Yunusça dokunuşlardadır kimi zaman “İyiler Ölmez”de bir mezar taşının ibret namesine dönüştürür hikâyesini..
“Sana ibret gerek ise gel göresin bu sinleri
Ger taş isen eriyesin bakıp göricek bunları”
“İyiler Ölmez.”de ibretlik bir bakış içerisine girsek da erimeye varamayız. Çünkü mestane bir duruşu vardır yazarın. Efsaneleştirir. Yazıdan söze durur. Sözlü anlatımın doğaçlama duruşuna başvurur. İyilere yol verir. İçimizdeki çıkmazlara, kaybolmuşluklara, adam sendelere, koyvermişliklere, boşvermişliklere set çeker. Bir nebze bir parmak bal eşliğinde umut tohumları eker toprağımıza. Bizi kendimize getirir, gaflet uykularından uyandırır. Masallardaki sırca iyilere inandırır. Çünkü insan var olduğu sürece “İyiler Ölmez!”
“Müslüman!
Türbeleri ziyaret edin.
Onlar size ölümü, ahreti hatırlatır.
Ama asla onlardan yardım ve şefaat istemeyin.
Yardım ancak Allah’tan istenir.
Lütfen ağaç dallarına bez bağlamayın.
el-Fatiha!”
İsmail ZORBA