GÜN DOĞUMLARINDA BEKLENEN ÇIĞLIK
İsmail ZORBA
Bazen nefes alamıyorum, tıkanıp kalıyorum. Yüreğimdeki aşk olmasa bu kadar ağırlığı kaldıramazdım, diyorum. Benim, yüreğimin sesi kelimeler de olmasa diyorum. Şu ana kadar hayata bakışım hep güneşin doğduğu yerde bakmaktı dünyaya. Her gündoğumu umuda dair yenilenişlerin bir muştusuydu aslında. Dünyaya salınan her merhabanın saflığında, temizliğinde.
Ama an geliyor tıkanıyorsun. İçindeki karanlıklara ışıklar yakamıyorsun. Tıkanıyorsun, bir adım atamıyorsun. İçindeki enerji bitiyor, takatin kalmıyor. An geliyor insana dair tüm umutlarını bir yerlerde yitiriyorsun. Kayıptasın. Kayboluştasın. Bu belki de diyorsun benim suçum. Bende başladı bize sirayet etti ve en nihayetinde insanlıkta kilitlendi.
Her şey bu kadar mıydı? Her şey bitti mi? Bütün umuda dair hayallerimiz sona erdi mi? An geliyor, cevabın her daim hayır olamıyor. Hayrı kaybettiğimiz bir hayır da kilitleniyoruz. Evet, kilitleniyoruz.
“Yüzüme söyle kardeşim, ne söyleyeceksen yüzüme söyle. Bak ben, dobra dobra söylüyorum.” Günümüzün en takdir gören söylemleri. Yüzüme söylenmesi güzel, evet. Ve de doğru. Ama yüze söylenecek sözün de bir haddi, hududu var. Nezaketi geçtim, insancası var. Ağza gelen her şeyi de sözden geçtik dile vurmanın alemi yok. Vücudumuzdaki organlarımız bile bizden insaflı. Bir de şu dobra dobra olma meselesi. “to be or not to be” Dobra dobra olmanın olmak ya da olmama durumu yok günümüzde. Namus, ahlak, üslûp, cesaret ve en nihayetinde karakter meselesi ile hiç ilgisi yok. Ağızdan kontrolsüz her çıkış da dobralığın hakkını vermez ya.
Orhan Veli’ce “küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar” mısralarındaki gibi hakkı yenmeden, çiğnenip tükürülmeden dile gelmeli. Sözün insanî bir arı, namusu olmalı. Darlanıyorum, sessiz çığlıklarım içime akıttığım gözyaşlarım oluyor. Gözlerimden yaş akmıyor. Kurumuş çoban çeşmelerinden biriyim anlık da olsa. Bir an insan olduğumdan dolayı utanıyorum. Bu kadar karanlığın içinde kalmışlarla aynı insan varlığını paylaşmaktan utanıyorum.
Okuyorum, düşünüyorum, sorguluyorum. An geliyor bu sorgulamalarım sırasında tıkanıyorum. Çıkmaz sokaktayım, sokağa girdim çıkışı bulamıyorum. An geliyor ne ilerleyebiliyorum ne de geri dönebiliyorum. Bir labirentin içinde kobay faresi gibi başımı duvarlara çarpa çarpa sıkışıp kalıyorum.
An geliyor, zaman ve mekân akışını yitiriyorum. Kalabalık yığınların içerisinde gölgesi olmayan insanların içerisinde zorunlu bir mahkûmiyeti yaşıyorum. Gülüyoruz, eğleniyoruz, konuşuyoruz; zaman geçiyor. An geliyor yaşadıklarım bazen değip geçiyor, bazen delip geçiyor. Sözler hükmünü kaybediyor. Söz söyleyene ait değil, başkasının. Kaynağı bilinmeyen kopyala yapıştırlardan biri.
An geliyor, insanlar konuşmuyorlar, bağırıyorlar. Yüksek tondan konuşurlarda hep haklılar, hep özne durumundalar. Ego cumhuriyeti. Çünkü bütün konuşmalar özgürlüğün ismi altına saklanmış. Hür irade denen bir şey ver ya kardeşim. Hür irade dediğin nedir? İrade sahip olunması, elde edilmesi emek isteyen, kendin olman gereken, bir güçtür. Karar verme gücüdür. Kopyala yapıştırla irade ortaya konamaz. Birileri söyler, sen sorgulamazsın söylersin. Bu irade papağan iradesidir.
An geliyor, duyduklarına, gördüklerine inanamıyorsun. Bunu söyleyen, yapan insan olamaz; diyorsun. Hayvanlara zulmeden, yaşlılara zulmeden, çocuklara zulmeden, kadınlara zulmeden; zulmün karanlığında boğulan insan olamaz diyorsun. Biriktiriyorsun, biriktiriyorsun an geliyor nefesin kesiliyor. Sözcükler ağzında kalıyor. Haykırışların sessiz çığlıklara dönüşüyor
Çünkü kimse duymuyor, görmüyor, hissetmiyor. Haşim, “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz.” demiş ya. An geliyor melâlimizi anlayan biri çıkar mı, diyoruz. Çünkü irfan tedavülden kalktı, hâl lisanı lâl oldu. An geliyor, sessiz çığlıklarımız fısıltıya dönüşüyor.
Kulaklarımı tıkıyorum, gözlerimi kapatıyorum. Görmüyorum, duymuyorum amma velâkin hissediyorum. An geliyor, karanlığa alışıyor gözlerim. Işığımı kaybediyorum.
Yüreğimde birikmiş tüm hüzünleri hazan mevsimine sakladım. Hazan mevsiminin Gazalları gibi yaprak yaprak olup dökülmeye başladılar. İnsan dedim bu kadar da kirlenir mi? Çocuk yürekler safiyeti bile temizlemiyor mu tüm karanlıkları. Ya güngörmüşler. Onların yaşanmışlıklarında saklı güzelliklerin hatıraları her akşamın sabahında güne bir umut saklamıyor mu? Ben haykıramıyorum. Çığlıklar atamıyorum. Farklı bir çığlık benimki, belki bir fısıltı.
O fısıltılar hatırlatıyor bana bir anlık unuttuklarımı. Bir ana mahkûm etmemeliyim. Bir anda kaybetmemeliyim. Ben güneşin doğuşuna adamışım ömrümü. Anların karanlığına mahkûm edemem kendimi. Her gün doğumu yepyeni umutlardır, hayallerdir benim için. Ben aşk insanıyım.
Ezelden sevdalıyım insanlığa. Her gördüğüm insanda doğarım yeniden, yenilerim, tazelenirim. Bir gün gelir anlık duygularım çığlıklara dönüşür, fısıltılar halinde telkin eder beni. Gün doğumlarına saklarım çığlıklarımı.
FACEBOOK YORUMLAR