"Mihneti dünyaya tahammül gerek
Gahi ağlayarak gahi gülerek
Geçti günüm gözyaşlarım silerek
Veysel arar dertlerine çareler "
Âşık Veysel Şatıroğlu
GÖNÜL İKLİMİNDE BİR DEM!..
Gönül kaynamaya yüz tutmuş bir çaydanlık… Demini tutarsa ne de güzel yudum yudum içilir; tadına doyum olmaz. Azıcık fazla bekletirseniz tadı buruk buruk olur. Azıcık suyunu fazlaca eklerseniz sıcak sudan farkı kalmaz. Ama çayla hoşbeş edip gönül ikliminde demi tutturursanız onun dost sıcaklığı,o,işte baştan ayağa yaredir. Sevgiyle sarar sarmalar sizi…
Radyoda güzel bir şarkı… Hüzünlü ve buğulu bir kadın sesi ruhunuzun gönül penceresinden içeri giriveriyor:
“Madem küstün,dargındın
Neden geldin,ağladın..
Rıhtımda boynun büküp
Bana mendil sağladın”
İşte bu dizeler eşliğinde insanların gözlerinden yüreklerine, dudaklarından kalplerine yansıyan kelimeleri aramaya başlıyoruz. Dost, dost diye sesleniyoruz gönüllere… "Gahi ağlayarak gahi gülerek" romantik bir sezgiyle yaklaştığımız, ruhumuzun derinliklerinde saklı güzellikler sorgulamaya başlıyoruz bizleri…
Ayağımız hiç yere değmiyor. Hep ideal olanın peşinde koşmaya gönüllüyüz. Ama cesaretimiz kırılmış gibi. Bu cesaretsiz beklentilerimiz arasında gözümüz hep bugüne ait yaşananların arayışında… Yunus’un mısraları da bizi haklı buluyor: “Seni deli eden şey,yine sendedir sende” diye.. Peki,bizi deli eden ne? Bunun cevabını bulmak epey sıkıntı yaratıyor. Ve arayışlarımız bir ömre bedel bir sabır ve sadakat istiyor.
Şimdilik bu ana ait zamandan ayrılmayalım. Saatimizin alarmını yarına göre değil; bugüne göre,saat başı çalmak üzere ayarlayalım ki hep uyanık kalabilelim. Acıyı damarlarımızda duymak, lezzeti damaklarımızda hissetmek isteyelim.
Aslında bizden bene geçişteki isteklerim bunlar değil. Sıra dışı bir toplum yaşantısında sıradan bir insanın mutluluğunu yaşamak istiyorum. Engeller bile büyüklermizin ifadesiyle hep “dünya işi” olsun...
Sokaklarda insan yüzleri dikkatimi çekiyor. Sıfatlar hep aynı.. Yıllardır hiçbir değişiklik yok: "Donuk, suskun, bastırılmış, sıkıntılı, duygusuz, ifadesiz, hedefsiz, amaçsız nihayetinde herkes aynı rolü üstlenmiş. Ne tip var ne de karakter.. Ben de dahil ortalık figüran dolu.. Tahlile hiç yer yok. Ara sıra yüzün süsü ortaya çıkıyor. Kış günleri nadiren evimize misafir olan komşu kadın gibi, “güneş” gibi.. Yüzün süsü demiştik ya!.. Gözlerden bahsediyorum. Bazen sıcak sıcak, dost dost bakan gözlerden. Hayatı cesurca, sadece sizinle, paylaşmaya hazır gözlerden…
Gözler atan kalbimiz,sızlayan yüreğimiz… Gözlerimiz bizim her şeyimiz. Dünya ile bağlantımızı onlar sağlıyorlar. Kendimizi sözcüklerin yetmediği yerde onlarla ifade edebiliyoruz. Peki gerçeğin en büyük aynası gözlerimiz o “sır”ın arkasında ne saklıyor? Tabiiki ömür denilen zamanın ne kadar kısa olduğunu…, ölümün göz açıp kapama mesafesinde ne kadar yakın olduğunu.., sonu gelmez isteklerimizin de bir sonunun olduğunu…, ve her şeye rağmen hayatın ne kadar yaşanılır olduğunu…
Evet, sokaklarda insan yüzleri ara sıra karanlık yolumuzu aydınlatıp içine düştüğümüz girdaptan bizi çekip alıveriyor.Günümüzde sözcükler bile yetersiz kaldı dedik. Ve içimizdekileri aktarma telaşına girdik.Ama gözlerimiz hemen imdada yetişiyor. Işıl ışıl sevgiyle, şefkatle donatıyor her yeri. Dostluğuyla, sıcaklığıyla yalnızlığımızı, çaresizliğimizi paylaşıyor.
Her şeye rağmen dünyamızın "gahi ağlayarak gahi gülerek" döneceğini unutmayalım ve “Buldum!,buldum!” diye bağıran ünlü filozof Arşimed’in heyecanını kat be kat yaşayarak istediğimiz heyecanlara, güzelliklere erişebileceğimizi aklımızdan çıkarmayalım. Çünkü birazcık da olsa cesaret edersek kendimizi aşmaya… İşte o vakit hiçbir suni engel önümüze aşılamayacak bir dağ olmayacaktır. Hayat acısıyla tatlısıyla, tümüyle bizimdir. Yeter ki yaşadığımız anın kıymetini bilelim. Bunu bildiğimiz oranda hayat tekrar tekrar okunmaya değer bir şaheser oluverir önümüzde…
İsmail ZORBA