İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

GEÇMİŞTEN BUGÜNE BAYRAM ARAYIŞLARI

08 Nisan 2024 - 17:55 - Güncelleme: 09 Nisan 2024 - 10:09

Bunca hüzünler yerini şükre bırakıyor. Ruh yetimliğimiz sona eriyor. Kendimize geliyoruz. Olsun varsın zamanın elinden tutanların sayısı artsın, mananın ruhundan uzaklaşanların yalnızlığı artsın. Rabbimin varlığı kendisini hissettirdikçe bir an’a bakan ve manaya hükmeden insan idrak edecek ve aydınlanacaktır.”

İsmail ZORBA

([email protected])

 

GEÇMİŞTEN BUGÜNE BAYRAM ARAYIŞLARI

 

Yaş aldıkça çocukluğumuza, gençliğimize dair hatıralar kuşatıyor belleğimizi. O yaşların özgürce kanat çırpan, ruhun bütün safiyetiyle yaşanan güzellikleri kucaklayan heyecanıyla dolup taşıyoruz.

Gençliğimizde bizden erken doğanların “Hey gidi eski bayramlar!”, “ Hey gidi eski günler!” diye iç çekişleri kulağımda yankılanıyor. Aynı şeyleri şimdilerde sık sık dile getirdiğimi fark ediyorum. Çocukluğumuz bizim vatanımız değil midir? Yaş aldıkça dünya gurbetinde nelerden uzakta kaldığımızı idrak edemiyoruz.

Zamanın elinden tutamayınca bizi sarıp sarmalayan güzelliklerin bir bir elimizden kayıp gittiğini görüyoruz. Hüzün duraklarında inmek istiyor, hatıralarıma sığınıyorum.

Ruhumu okşayan, benliğimi huzura erdiren rahmetin dokunuşunu daha yüzeysel hissediyorum. Yaşadığım her şey mana hükmünden çıkıp maddeye dönüşüyor. İftarlar, sahurlar, teravihler, gönül huzurunda gönülden verilen fitre ve zekâtlar ruh ikliminde tamamlanmıyor, bir şeyler eksik kalıyor. Her şey insanda başlıyor, insanda bitiyor. Gönül aynamı tamamlayacak insanlar arıyorum.

Ramazan ruhunu hep birlikte yaşamanın eksikliğini hissediyorum. Yetim kalmışım gibi sanki boynum bükük, gönlümde bir burukluk, boğazımda bir yumru çaresizliğim aşikâr.

Halleşmek ihtiyacı duyuyorum, ruhumu teskin edecek büyükleri arıyorum. Bir cami avlusunda, bir kahvede ya da parklarda oturan erken doğanları arıyorum. Onların sohbetinde çocukluğuma, gençliğime dönüyorum.

Sonra arayışlarım bir yerde bütün eksikliğimi tamamlıyor. Kadir gecesi dostlar vesilesiyle Kadir Gecesi’ni üniversitemiz kampusundaki Ali Rıza Hakses Camisi’nde eda etmek nasip oluyor. Yatsı, teravih, hatim duaları, ilahiler derken yaşadığım zaman ve mekânın dışına çıkıyorum. Önce camideki güler yüzlü, samimi cemaat sonra bütün vakti temaşa eyleyen ve bir musiki gibi zamana dur diyen çocuk neşesi, heyecanı ekleniyor yaşadıklarıma. Ve caminin, cemaatin ruhunu meşk edercesine etkisi altına alan ve huşu içinde her anı idrak etmemize vesile olan cami imamı Müslüm Hoca’nın muhteşem tilaveti. Müslüm hocanın her tekbir alışında, her secdeye varışında, ayetleri her okuyuşunda idrak noktasından tayy hükmünde İstanbul’a, Haremeyn’e varıp geliyoruz sanki.

Bunca hüzünler yerini şükre bırakıyor. Ruh yetimliğimiz sona eriyor. Kendimize geliyoruz. Olsun varsın zamanın elinden tutanların sayısı artsın, mananın ruhundan uzaklaşanların yalnızlığı artsın. Rabbimin varlığı kendisini hissettirdikçe bir an’a bakan ve manaya hükmeden insan idrak edecek ve aydınlanacaktır.

Biz geçmişe dönelim. Bir an hükmünde bir bayram sabahında yaşadıklarımızı hatırlayalım. An’ın oyuncusu insan kendine gelsin, hayatı bir de geçmişin gözüyle temaşa eyleyip bugünkü zamanda şükre dursun.

Sabah ezanı okunuyordu. Sabah ayazının vücudumu hafif hafif titreten serinliğine eşlik eden bir heyecanla camiye gitmek istiyorum. Karaltılar arasında el yordamıyla buluyorum yolumu. İçimde hasretlikleri bitmek üzere olanların yürek çırpınışları biriktirmişim. Nefes almakta zorluk çekiyorum. İşte minarenin ışığı göründü. Minarenin ışığı altında dalgalanan bayrağımız dikkatimi çekiyor. Secdeye alnımız değerken o bayrak orada safta kendime yer buluyorum. Acelemden yanıma seccademi almayı unutmuşum. Öyle bakınıp duruyorum. Hızır’ın eli dokunuyor arkamdan bizlerin selameti üzere dalgalanmaya devam edecek. Bayramlar ve bayraklar ne kadar da yakışır birbirine.

En arka, yanında fazladan seccadesi olan muhterem bir insan yarama merhem oluyor. Bayramı karşılayan sabah namazında şeker yerine seccadenin tatlılığında mutlu oluyorum.

Sabah namazının huşusu kapıyı açan anahtar gibi bir çevrimde kılınıyor. Dualar ediliyor, bayram namazını beklemeye geçiyoruz. Cami ışıklar altında aydınlık, yollar karanlığın alacasında bulanık. Neden yollar hem karanlık hem bulanık derken gözlüklerimi de evde unuttuğum aklıma geliyor. Giderken elimde bir şey hissediyorum. Emanet seccade de benimle geliyor.

Aman Allah’ım utancın zirvesinde ateşler dökülüyor yüreğime, terliyorum. Yolu yarıladım, geriye dönsem emanetin sahibini bulabilir miyim, diye düşünüyorum. Nasıl olsa bayram namazında denk gelir o zaman teslim ederim, diyorum. Ama siması bulanıklaşıyor, nasıl hatırlayacağım. Bir yanda ışıklar, bir yanda karaltı ve gözlüksüz bakan gözler. Ortada topyekun bayram heyecanından ortalarda kalmış bir hafıza.

Apartmanın kapısının önüne geliyorum. Bir elimde seccade, bir elimde anahtar olmalı. Anahtarlı elim bomboş. Çıkarken anahtarları da almayı unutmuşum.

Cep telefonundan bahsetmiyorum. Telefon konusunda tescillenmiş bir özrüm olduğundan onu yanıma almakta bir müşkülatım olmasa bile kafam hep meşgalelerle dolu olduğundan telefonla birlikteliğimde hep yükselişte olan bir grafiği takip edebilirsiniz. Müşkülat, meşgale derken işgal sözcüğünü de yâd etmeden geçmek olmaz. Cep telefonun işgaliye ücreti epey can yaksa da bu konuda sanki bir zorunluluğa mahkûm olmuşuz hem de müebbeden. Çaresiz cep telefonunun akıllısından dokunmatiklisine gönüllülük esası altında katlanıyoruz her türlü silsileler içeren işgallerine.

Bu bayram sabahı cep telefonu bana yine her şeyi unutturdu. Ne kadar zamandır kapının önündeyim, unutmuşum. Soğuk içime işlemiş, dişlerim takırdamaya başladı. Bırak dişlerim takırdasın, zili çalıp da evdekiler homurdanmadan şu kahveye gideyim. Bir bardak çay eşliğinde bir dostun yarenliğinde sohbete erelim. Bayram namazı öncesi bu beklemeler ve yapılan sohbetler tadımlık olur. Doyumluk olanlar camide beklenilen zamanda geçer.

Kahvenin eşiğinden geçeceğim, Allah müstahakını versin dedim kendi kendime. Anahtarı unutursun hakeza seccadeyi; parayı ise hayda hayda unutursun. Hani bayram namazı sonrası fırının önünde beklenilen pide kuyrukları. Sıra sana gelip pideni alıp evin yolunu tuttuğunda yaşadığın zafer ifadesi. Başlar yukarıda, omuzlar dik. Arkadaş yine karıştırdın. O millî bayramlarımızda öğrencilerinle tören alanına yürürken yaşaman gereken duygular.

Allah Allah, kahvenin eşiğinden geçemedim. Bir el omzuma dokunuyor. Gözlerim iyice işlevini düşürdü. Sesler âlemindeyim, tanıdık bir ses, ne kadar da sıcak ve samimi. “Hocam nasılsınız?” İşte bu hocamla başlayan cümleler karşısında teslim olurum mutluluğa. “Buyurun efendim.” “Hocam tanımadınız mı? Ben öğrenciniz……” ile devam eden cümleler. “Hocam biz de bayram için ailemi ziyarete gelmiştik. Bir çay içecek vaktiniz var mı, yoksa çıkıyor muydunuz?” Eşikten geçmek için ne de güzel bir fırsat. “Tabi ben de çok mutlu olurum.” Çaylar benden demem lazım, diyemiyorum. Olmadı yine eşiği geçemiyorum. “Hocam, sizi de özlemişiz. Vaktiniz varsa buyurun.” Şimdi emekli moduna geçeceğim. Olur mu ki? Yok, yok ayıp olur. Eşiği geçemiyorum. Sonra daha münasip bir vakitte inşallah. Doğru eve.

Yine kapının önündeyim, tam zile basacağım. Aman çocuklar uyanmasınlar, hele büyükler. Yahu bayram sabahı nereden çıktı uyumak. Uyansın haylazlar. Abdestlerini alsınlar. Namaza gelsinler, öğrensinler yavaş yavaş adabı. Hepten unutacaklar. Aman çocuklar, gençler yorulmasın, ezilmesin, üzülmesin, rahatları kaçmasın derken nereye varacak bu işin sonu?

Ya bayram demişken her zaman içim kıpır kıpır olur. Çocukluğumdan bugüne kadar her ramazan sonrası tutulan oruçların, verilen sadakaların, hep birlikte açılan iftarların ve beklenilen sahurların neşesi ayrı bir saadettir. Huzur veren bir saadet: teravih namazları, cemaatin huşu içerisinde ibadet etmesi. Nurlu ihtiyarlar, pırıl pırıl çocuklar. Her yaştan eş dost, hısım nispetinde saflar.

Bayramın huzuru, saadeti ramazanın bir ödüllendirmesidir belki. Hiç bu kadar hüzünlü geçmemişti bayram diye bir cümle kuracakken neden araftayım sorusuna cevap bulmaya başladım. Yani uyanmaya, kendime gelmeye başladım.

Bütün bu unutuşlar unutuluştan olsa gerek. Unuturken unutulmaya başlarken sınava hem de öyle çetin bir sınava tabi tutulduk ki. Bak unutkanlık her yerimiz sarmış, eşiklerden geçemez olmuşuz, dost kapılarını çalamaz olmuşuz. Bir yerde durmuş sabitlenmiş kalmışız. Bayram namazı sonrası daha da yaşadım bu garipliği. Bu garipliğin gurbetini. Fuzûlî’ce ne kapım çalındı, ne de yüzler bayram etti. Bir sabah rüzgârı tıkırdattı kapımı, uyan dedi. Gaflet uykularından uyan dedi. Uyandım, kendime geldim. Bayramı karşılayan sabah namazı okunuyordu.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 1 Yorum