İsmail ZORBA

İsmail ZORBA

[email protected]

FOTOĞRAFIN UÇ NOKTALARI

29 Temmuz 2024 - 16:59

 

Yaşlılar ve çocuklar fotoğrafın uç noktaları. Aslında fütursuzca ortaya koyduğumuz sözün hükmünce tüm insanlık derdimiz. Ama çocukla başlayıp yaşlıyla tamamlanan bir insanlık. Yetiştirme yurtlarına terkedilmiş, huzurevine terkedilmiş insanlıkta değil.

İsmail ZORBA

([email protected])

 

FOTOĞRAFIN UÇ NOKTALARI

 

Zemâne içre mücerrebdirintikâm-ı zamân / Hemîşe yahşiye yahşî verir, yamânayamân”

Zamanın nasıl intikam aldığını devrimizde birçok tecrübelerle öğrendik .

Zaman denilen bu sihirli kuvvet dâimâ iyilere iyilikle, kötülere kötülükle karşılık verir.”

Fuzûlî

 

 

Gemini azıya almış gidiyor, sözlerin hükmü yok. Hükmü var belki, ama hükmün söz geçireceği izan yok bizlerde. Gözlerdeki yaşın kapladığı alan kadar yaşanmışlığı varken timsahlara atfedilen ruhsuzluk ikliminde aldığı şekline girdiği kab’a uyum gösteren plastik kişiliklere döndü insanlığımız.

Hayatı beşikten mezara diye sınırlarken ne beşiğin manası kaldı elimizde, ne de mezarın. Beşikten mezara bir hayat köprüsü kurulur. İçindeki sıratlardan sabırla, çile çekerek geçilirdi. Sürülen sefanın da, çekilen cefanın da bir manası olurdu. Yaşardık, öğrenirdik. İnsanlardan öğrenirdik insanlığı. İnsanlar öğretirdi hayatın enini boyunu, dibini bucağını. Sözün mana evreninde küfrün de, nezaketin de sınıflara, gruplara ayrılmadan -ayrılsa da çizgiler arasında ayrıştırılmadan- bir saygı payı olurdu. “Ben”in sınırsızlığında “fütursuzca hatta pervasızca” yol almazdı.

İnsan kimlikleri ayna gibi yansır yüzlere. Yaşlılar ve çocukların fotoğraflarına bakarım. Yaşlısı da çocuğu da en masum çizgileridir insanlığın. Siyah-beyaz fotoğraflar gibidir. Her şey olduğu gibidir. Onların yüzlerindeki çizgiler ruh evrenlerini çok güzel yansıtır.

Evet, yine yüzlere bakıyorum; yaşlı yüzlere, çocuk yüzlere. Zamanın geçmiş ve gelecek köprüsünden bugüne yansıyan fotoğraflarına. Evet, çocuk yüzlerde bîhaberlikten kalmış mutluluk yansımaları var ama dokusuna hükmedememiş bir mutluluk anı. Melek suretinde yavrularımız yalnızlığın çemberinde arayıştalar. Yaşlılar gayrı ihtiyari hep savunma içerisindeler. Kendi kabuklarına çekilmişler. Çünkü onların elinden tutan yok, hal hatır soran yok, onların yaşanmışlıklarına inanan yok.

Hayatın içinde fazlalıkmış duygusunu yaşamaya mahkûm edilmişler. Otobüsün içindeki yaşlı ayakta, beli bükülmüş; en genci ise oturduğu yerden ırgalanmaya tenezzül bile etmiyor. Yaşlı inecek oluyor kulaklığından gelen nağmelerin tıngırtısına efsunlanmış genç oralı bile olmuyor. Yaşlılığın hükmü kalmamış ki saygınlığı olsun.

Halbuki onların tenlerindeki herbir kırışıklık, saçlarındaki herbir ter onurla yaşanmış, hak edilmiş bir tecrübenin yansımaları değil mi? Hayat onlara bir takdir belgesi verecekken biz tekdir belgesi verip itiyoruz onları yalnızlığa, söylemeye dilim varmıyor terkedilmişliğe. Ayraç sadece belediye otobüsleri değil hayatın herbir film karesinde bu fotoğraflara sıkça rastlayabiliriz.

Çocuk sesleri kuş sesi gibidir. Oyun bahçeleri var mı var ama yetersiz. Belki her şeyleri mevcut ama ilgiye, sevgiye muhtaçlar. Çocuklarımızı sevmiyor muyuz diyeceksiniz. Evet, seviyoruz! Hakikatte yaşlılara duyduğumuz sevgi, duyduğumuz saygı, gösterdiğimiz hürmet ölçüsünde çocuklarımızı seviyoruz.

Yaşlılar ve çocuklar fotoğrafın uç noktaları. Aslında fütursuzca ortaya koyduğumuz sözün hükmünce tüm insanlık derdimiz. Ama çocukla başlayıp yaşlıyla tamamlanan bir insanlık. Yetiştirme yurtlarına terkedilmiş, huzurevine terkedilmiş insanlıkta değil.

Aslında fotoğrafın o kadar rezilane yansımaları var ki. Kedere, acıya, eleme, hüzne pabuç bırakmıyor. Allah’ın her günü dakika başı televizyonunda, gazetesinde boy boy resimlerle desteklenen yaşam hikâyeleri insanlığın resmini kirlettikçe kirletiyor. Görülmez, görünmez kılıyor.

Ne kadar halının altına süpürdüğümüzü zannetsek de bir gün, hiç beklemediğimiz bir an gözümüzün önünde bitiveriyor. Sonra adına “kara talih”, “alın yazım”, “kaderim” deyip bütün suçu atacağımız bir bahane basamağı buluyoruz. Oysa sevgiyle başlayacağımız çocuk yüzlerini mutlulukla demlendirsek yaşlılıkta huzur köşkünde ağırlasak ne kadar güzel olurdu.

Demem o ki, çocuklarımıza bir anneleri babaları olduğunu, bizlerin de bir ananın babanın evlatları olduğumuzu daima hatırlatmalıyız. Unuttuğumuz anda bilelim ki evlatlarımız bize o tahta çanaklardan sunacaktır bütün ikramlarını..

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum