" Rûh-i mecrûha devâdur dil-i bîmâra şifâ
Sohbet-i sôfi-i sâfide aceb ne hikmet var.''
Yahyâ Bey
İsmail ZORBA
DOSTLAR MECLİSİ
Göz gördü, gönül sevdi; dile düşen nedir ki? Söze dert de düşse dosta hasret var! Ey dost, söze şifa katma vakti gelmedi mi? Gönül dertli, gönül yaralı, gönül gurbette, gönül hasret dolu, gönül şifaya muhtaç!. Modern zamanların yalnızlarına düşen de kendileriyle hemhâl olmaktan geçiyor. kendin pişir kendin ye misali; döne döne yan, yana yana dön!. Fuzûlî mâzide kalmış görünse de sözleri çok yakınımızda, bugünde belki de gelecek tüm zamanlarda:
"Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sâbâdan gayrı"
Yalnızlık, yalnızlığın verdiği boşluk, kapanış, yitiş, kayboluş insanın kendi iradesince yürüttüğü yolun sonunda varacağı yerdir. Ama; nihayete erme zamanı değildir. Çünkü nefes aldığı sürece cüz'î iradesiyle gelinen noktada insan insana muhtaçtır. Evet fânidir, evet acizdir ancak; Allah'ın yarattıklarının en mükemmeli, en şereflisi olan "insan" gücünü, iradesini yine insanla tamamlar, insanda tamamlanır. Neredesin ey dost, hikmetine muhtacız. Dost asıl kimdir ki, her dem yanındadır, her dem ruhundadır.
Dosta ne zaman ihtiyaç duyarız? Sırtımıza dokunan güçlü eline, yüreğimizi ısıtan gözüne, yaralarımıza şifâ olan sözlerine ne vakit muhtacızdır? En güçsüz, en aciz, en sıkıntılı anlarımızda değil mi? O anlarda bir kılavuza, bir rehbere ihtiyaç duyarız? Bize yol göstersin, yolunu kaybetmiş kader yolculuğumuza bir rota çizsin, bizi kemliğimizden, kayboluşumuzdan, korkularımızdan, hasetlerimizden korusun, kurtarsın. Bize "insan" olma özündeki güzellikleri, hasletleri, sevgileri, edepleri öğretsin. Sözün altını çizerek yazı hallince kalıcı olsun.
Şükürler olsun ki çocukluğuma ait zamanlar kopyalanmış, plastikleşmiş, tüketimin zamanla yarıştığı modern zamanlar değildi. Çocukluğumun zamanlarında insanlar istemeden verirdi, paylaşırdı. Sözün senet kabul edildiği güçlü kişiliklerin yaşamın tümüne hakim olduğu zamanlardı. Doğumdan, ölüme; evlilikten askere uğurlayışa; nişandan, nikahtan düğüne; ev almadan, eve taşınmaya, göçlere kadar insana dostun eli değerdi. İçinden çıkılamayan anlarda çıkış yolu gösterirdi dostlar. Komşun dosttu, akraban dosttu, yolda giderken gördüğün bir yabancı dahi dosttu. İnsanlar gelip geçici makamların, başarıların, zenginliklerin sarhoşluğunda unutmamışlardı insanlığı, dostluk unutulmamıştı.
İnsanlar ele ele gönül gönüle yol alırdı hayat yolculuğunda. Farklılıklar, ötekileştirmeler içerisinde bölünmemiştik, parçalanmamıştık. Misafir gittiğimiz saygı "yaşa değil başa"ydı aslında. Herkes haddince yer alırdı sahnede. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü edebince bilirdi. Bizler sadece ailemizin değil tüm mahallenin çocuklarıydık. Bizlerle ağlar, bizlerle gülerdi bu insanlar. Saygı, saygınlık katardı insana. Hele o bayramlar, düğünler!.Neşe diğerinin neşesiyle, mutluluğuyla tamamlandıkça bir yanımız eksik kalırdı. Dostlar meclisine giren her insanın derdi, tasası "elem", "keder" olur. Onu eleminden, kederinden kurtarmak da biz "insan"a nasip olurdu. Dostlar olmasa tek başımıza o kadar nâçarız ki. Modern zamanları bu konuda ne kadar da güzel işaret etmiş Cahit Sıtkı:
"Ne doğan güne hükmüm geçer
Ne hâlden anlayan bulunur
Âh! Aklımdan ölümüm geçer."
Ben bunlara hala çok uzağım, uzaktayım. Mazinin güzel sesi, güzel bestesi her yanımda! Ona sığınıyorum. O mahûr beste çaldıkça hüzünleniyorum, o mahûr beste çaldıkça efkârlanıyorum ama; bir o kadar da kendime geliyorum. Dostlarımlayım çok şükür, dostluğu yakinen biliyorum. İçimde hala bir zaman muhasebesi yapabiliyorum.
Araya modern zamanlarda seyrettiğim bir tabloyla virgül atacağım. Doğayla iç içe bir mekan!. İnsanlar suyun sesinde, göğün mavisinde, rengarenk doğa cennetinde bir nefes almaya gelmişler buraya. Ruhta eşsiz bir ziyafet!. Bırakın bedenin tadacağı lezzetleri. Göz güzeli görmeye, kulak güzeli duymaya, ağız güzeli tatmaya muhtaç!. Baştan başa bir tamamlanma hatta; modern zamanların diliyle "şarj edilme hali!" Sabah vakitleri öğleye kaymış, insanlar artık sabah vakitlerini uyuma, gece vakitlerini uyanma zamanı olarak yaşıyor. Tan karaltısı yok; her alaca karanlık kuşağı.
Neyse üç-beş masayız. Siparişlerimiz gelmiş, yiyoruz ama sohbet yok. Göz göze, gönülden gönüle akan dost sohbeti yok. Herkesin elinde bir telefon akıllısından, tabletler her yanı sarmış. Eller "tık tık"ta!. Söze yer yok, göz göze gelme yok,diz dize durma yok, hele gönülden gönüle sohbet. Sadece "tık tık".. Otobüste, evde, sınıfta, arabada, piknikte, gezide, her yerde "tık tık" Evlat ile ana baba arasında iletişim yok: "tık tık"tayız. Sevgili ile "tık tık"la hasbihaldeyiz. "Aşkımm"la vıcıklaşan "bye"la kopan, koparan "tık tık"lar. Herkes ama herkes bir fotoğraf çektirme, selfie yapma, paylaşma derdinde. "Tık tık" seni kendine emanet ediyor, slogan cümle "Kendine iyi bak!" Bir günde patladı gitti, hepimizi de patlattı doğrusu.
Modern zamanlarda artık soyu tükenmeye yüz tutmuş dostları, dostlukları, dost meclislerini koruma altına alalım. Dostum benim için üzülüyor, kederleniyor, dostum benim için seviniyor, mutlu oluyor. Hayatta onun için önemli bir yere sahibim. Çünkü o benim dostum. Her zaman yüzüme gülmez dostum, sırtımı sıvazlamaz; yeri geldiğinde acı da söyler. Benim iyiliğimi düşünür, yeri gelir benim yerime de düşünür. Dostum benim "Hızır"ımdır. Hiç beklemediğim anlarda bile hep yanımdadır. Ey dost yüzlü, dost gönüllü nerelerdesin? İnsanlık seni nerede tüketti, nerede kaybetti, nerede yitirdi?
Dost dedim ya, ben onun dostluğundan şifa buldum, insana olan inancım yenilendi. Allah ondan razı olsun. Arkadaşının en zor zamanlarında hep yanındaydı, an be an yanı başındaydı. Onları gördükçe kendimi sorguladım, yeniledim, yenilendim. Senin dostluğun zamanı paylaşan sonra zamanla biten bir dostluk değil ki doğumdan ölüme paylaşılan bir hayata ait dostluktu aslında. Öyle değil mi hakiki dost vazgeçme yok, umutsuzluk yok, "tık tık " yok'! Her dem yeniden doğma, yeniden inanma var insana!. Allah dostsuz bırakmasın, katardan kırmasın.