“Sarıkamış üstünde kar
Kar altında Mehmedim yatar
Gülüm donmus kara dönmüş
Gören sanmış yârini sarar
Oy gülüm yar vay canım yar
Kar altında Mehmedim yatar”
Özhan EREN
İsmail ZORBA
([email protected])
ÇIKARILAMAYAN DERSLER!..
Her evde aynı acı, aynı hüzün, aynı gözyaşları..Söylenen aynı türküler, aynı marşlar, anlatılan aynı destanlar.. Hatta aynı evler, aynı yüzler.. Coğrafyası da aynı : Anadolu!.. Serhatten serhate sizi kucaklayan gurbet, acı ve hüzün!. Kimsesizlik, çaresizlik, açlık, sefalet!. Her şeye rağmen her hikâyede bir dik duruş, bir onur ve gönülde teselli bırakan imân hakikati.
Anadolu insanını “Sivas Yollarında” şiiri harika betimler : “Ağız, dil vermeyen köylüler”. Anadolu insanının şifresini aydınımız hâlâ çözememiştir. Sevgisinde, hoşgörüsünde, imânında, duruşunda, özünde sözünde hep samimiyet hep doğruluk akan insanımızın şifresini. Her türlü sefalete, her türlü açlığa, her türlü zorbalığa, her türlü afete, her türlü acıya katlanır da o yüzündeki şükür ve teslimiyetten gayri bir iz görmezsiniz. Yeri geldiğinde yalçın bayırlar gibi sarptır geçit vermez, yeri geldiğinde en bereketli ovalar gibi kucağını açar sevgisiyle yoğurur.
Dedik ya, her evde bir türkü söylenir diye.. Çocuklar bu türkülerle büyür, bu destanlarla kimlik bulurdu. Türküdeki acı, keder bir o kadar inanmışlık ve kahramanlık yetişen ruhlara maya olurdu. Nesillerce aktarılacak olan ruhun mayası. Bu ruhta filiz veren karakter; vicdan sahibi olacak, sevgi ve saygıyı özünden duyacak, namusunda, imanında, dürüstlüğünde farkındalığını ortaya koyacak.
Belleğime giren sözlerin mânâ bulması ninemin mektebinden bana aktarılan kıssalarla ve türkülerle gerçekleşti. Önce “Çanakkale içinde vurdular beni”, sonra “Burası Huş’tur yolu yokuştur/ Giden gelmiyor acep ne iştir” mısraları ruhuma girdi. Duygularımda acıyı, gurbeti, hüznü aynı zamanda gururu tanımlamadan, farkına varmadan ezgisiyle yaşayarak alıyordum. Nenemin gözyaşları benim de içime akıyor, ezgiler duyarlılık penceremin içinde yer ediniyordu. Şimdi düşünüyorum da biz Türklerin ruh penceresine şekil veren ve onu “sâbi” kılacak derecede tertemiz, saf ve pak bırakan Anadolu’nun katıksız ezgileridir. Türkülerin, destanların, koşmaların kısacası sazın sesi milletimizin ruhunu nakşetmektedir.
On yıl kadar önce tesadüfen dinlediğim bir türkünün ezgisi ve sözleri bende çocukluğumdaki Çanakkale Türküsü’nün etkisini uyandırmıştı. “Sarıkamış, üstünde kar, Kar altında Mehmedim yatar.” Aylarca dilime pelesenk olmuştu. Bir yandan gözlerim yaşarıyor, bir yandan da söylemeye devam ediyordum. Sonra Sarıkamış Türküsü’nün yazarı ve bestecisi Özhan Eren’in türküyle ilgili “120” adlı bir film yaptığını öğrendim. Konu üzerine yapılan röportajı okurken Özhan Eren’in bir tespiti dikkatimi çekmişti. “İlk amacım memleketimizin kurtuluşu için bundan yaklaşık 100 yıl önce büyük fedakârlık ve kahramanlık örneği sergilemiş 120 çocuğumuzun bugünkü nesiller tarafından bilinmesini sağlamaktı.” Evet, Anadolu’nun her bir karışında öyle hikâyeler var ki.. Her biri bir türkü, her biri bir destan, her biri bir deyim ve atasözü karşılığı. Ve ekliyordu Özhan Eren: “ Ben bu hikâyelerden birini eğer çocuklarıma ve gelecek nesillere aktarmasaydım, kendimi büyük bir vebâl altında hissedecektim.”
Türküler, deyişler, destanlar, kıssalar, deyimler ve atasözleri.. Nice nice gün ışığına çıkmamış insan yaşamları. Her biri bizim üzerimizdeki vebal.. Gelecek nesillere bu hikâyeleri aktarmak hatta yaşatmak bizlerin en büyük vebali, sorumluluğu. Bir Çanakkale, bir Sarıkamış, bir Dumlupınar hatta bir Yemen, bir Balkanlar ve daha yüzlercesi.. Bir nesli kurtarır, bir nesli aydınlatır, bir nesli yuğar, diriltir. Canından özge , kendine has mayayla ayağa kaldırır. Bizi gaflet uykumuzdan uyandırır. Her bir hikâyede; hâlâ ders alamayışımızdan, şikayetlerimizden, pişmanlıklarımızdan, nesillerin yitirilişinden doğan tükenmişliklerimizden dem vuruyoruz. Hâlâ ders alamıyoruz.
O dersi çıkarmak, o ibreti yaşamak için bir Kurtuluş Savaşı’nı daha yaşamamıza gerek yok. Çocuklarımızın hayatından çıkardığımız, televizyona, internete hapsettiğimiz, rahatımıza terk ettiğimiz türkülerimizi gün ışığına çıkarmakla, şuurlanmakla başlasak yeter. Kısacası iş besmelede başlıyor, besmelede bitiyor.
“Kimi Yemen kimi Harput
Üzerinde ince bir çaput
Avut yiğit, gönlünü avut
Yâr sarmazsa Mevlâ’m sarar
Oy gülüm yâr vay canım yâr
Kar altında Mehmedim yatar"
Özhan EREN
FACEBOOK YORUMLAR