Hüseyin HATIL

Hüseyin HATIL

[email protected]

HER TÜRK'ÜN TANIMASI GEREKEN BİR KAHRAMAN

15 Eylül 2020 - 15:35

HER TÜRK’ÜN TANIMASI GEREKEN BİR KAHRAMAN

Koca Cihan Devleti Osmanlı çatırdıyor; isyanlar, işgaller derken, Dünya büyük bir savaşın eşiğinde duruyordu.
Yıl 1911…
Trablusgarp, İtalya tarafından işgal edilmiş.
Bölgede işgale dur diyecek bir ordusu yoktu Osmanlı’nın. Donanma dersen Haliç’te çürümekteydi.
“Yerel halkı örgütleyelim” düşüncesiyle, bir avuç kahraman, uzun ve çetin yollardan geçerek Trablusgarp’a ulaşıyor.

Genç bir teğmen olarak Saray’da Padişah’ın Maiyet Bölüğünde görev yapmasına karşın O, “yaşım genç, rütbem ne ki, bana ne” demiyor. Padişah Abdülhamit Han’ın huzuruna çıkıp, destur istiyor Trablusgarp’a gitmek için. Tıpkı Ağabeyi Enver, Amcası Halil (Kut) ve Mustafa Kemal gibi…

İzin alır almaz, önce Fransa’ya sonra Marsilya üzerinden Tunus’a gidiyor. Bin bir meşakkatten sonra cephede yerini alıyor.
Genç, samimi ve gözü pek...
Kısa zamanda yerel halk arasında kabul görüyor. 600 kişi ile başladıkları direnişte, 20 bin kişilik bir kuvvete ulaşıyorlar. Çok az askerle adeta destan yazıyorlar.

Uşi Antlaşması gereği, Osmanlı resmi olarak bölgeden çekilse de, yerel halkla mücadeleye devam etmek istiyor.
Balkanlar’da çıkan isyan nedeniyle Trablusgarp macerasına mecburi ara veriyor.
Trakya’ya geliyor. Çatalca sırtlarında Bulgarlara karşı savaşıyor.
1.Dünya Savaşı patlayınca, Ağabeyi Enver Paşa’nın isteği üzerine Afrika Grupları Komutanı olarak tekrar çöllere dönüyor ve yerel halkı İngiliz ve İtalyanlara karşı örgütlüyor.
Bu cephede zafer kazanmasa da, tüm tarihçiler Onun, bölgedeki başarılı savunmasının, “İngilizlerin başka yerlere asker kaydırmasını engellediğini” yazıyor.

Takvimler 1918’i gösterdiğinde O; genç ve rütbesi düşük bir asker olmasına rağmen; atak, gözü pek ve yüreği millet aşkıyla dolu olması hasebiyle, Ağabeyi Enver Paşa tarafından, yerli gönüllülerden oluşan ve Osmanlı ordusunca takviye edilen “Kafkasya İslam Ordusu”nun Başkomutanı olarak atanıyor.

Musul’da teşkilatlandırdığı ordusunu, yerel kuvvetlerle birleştirip, 2 büyük taarruz yaparak, Rus ve Ermeniler tarafından işgal atında tutulan Bakü’yü kurtarıyor, Dağıstan’ı, Karabağ’ı alıyor ve bölgedeki Ermenilerin katliamlarına son veriyor.
Adına şiirler yazılıyor, marşlar besteleniyor. Vatan aşkı ve cesareti, Onu tarihe “Bakü Fatihi” olarak nakşediyor.
Rusların 1.Dünya Savaşından çekilmesiyle boşalan yerlerde, Ermenilerin inisiyatif alması ve Ruslardan kaçırdıkları silahlara Türklere karşı başlattıkları katliamlara “dur” demek için Kazım Karabekir Paşa’yla birlikte Ermenilere karşı savaşıyor.

1.Dünya Savaşı’nda yenilgiyi kabul eden İstanbul Hükümeti’nin, İstanbul’a dönmesi yönündeki emri gereği, Trabzon üzerinden İstanbul’a geliyor ve İngilizler tarafından tutuklanarak Batum’daki Ardahan Kışlasına hapsediliyor. “Bakü Fatihi”nin burada tutuklu olduğunu duyan Batum’daki sevenleri onu hapisten kaçıyor.

Anadolu’da Kurtuluş Savaşı sürerken, Bolşeviklerin Bakü idaresini ele alması üzerine Gence’de başlayan isyana Karabağ’da yeni bir isyan başlatarak destek veriyor, Azerbaycan bağımsızlık ateşini körüklüyor.
İran üzerinden Erzurum’a gelerek, Kurtuluş mücadelesine katılıyor. Erzurum ve Kars’taki silah atölyelerinde, silahların bakım ve tamirini yaparak, ordunun açığını kapatmaya çalışıyor.

Ağabeyi Enver Paşa’nın şahadeti üzerine Almanya’ya giderek bir süre, ailevi işlerle ilgileniyor.
Bu esnada yeni Türk Devleti kuruluyor ve Milli Savunma Bakanlığı Onu “yarbay” rütbesiyle emekli ediyor.
1933 yılında, Zeytinburnu’nda, hayali olan silah fabrikası kurmak amacıyla bir döküm fabrikasını satın alıyor.
Atatürk’ün imzasıyla Yavuz Gemisi için cephane üretmeye başladığında yıl 1934.
Türkiye’nin ilk özel sektör silah üretim tesisi işte böyle başlıyor faaliyetlerine.

1940’ların başında Sütlüce’de daha büyük bir silah fabrikası kuruyor. O dönem, dünyanın en iyi tabancalarından bir sayılan, 9 mm çapındaki “Killigil”i, bizzat kendi çizerek, bu fabrikada imal ediyor.

2.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte; fabrika, dünyanın birçok yerinden sipariş alıyor. Top mermileri, havanlar, uçak bombaları, tabanca…
İngilizlerin Filistin’den çekildiği 1948 yılında, Yahudi Milli Konseyi, o bölgede bağımsız devlet kurduğunu ilan ediyor ve hemen ardından Arap- İsrail savaşı başlıyor. Birleş Milletlerin, İsrail’le savaşan Suriye ve Mısır’a uyguladığı silah ambargosuna rağmen, gizli gizli Filistinlilere silah sevkiyatını sürdürüyor.

Fabrikanın deposunda Pakistan’a yollanmaya hazır bombalar, Suriye’ye gönderilecek 2 bin havan mermisi ve yüzlerce silahın olduğu 2 Mart 1949 günü, fabrika şiddetli patlama ile sarsılıyor.

Olayı duyar duymaz fabrikaya geliyor, “yangının depoya sıçramaması gerektiğini, yoksa facianın çok daha ağır bedelleri olacağını” söyleyerek depoya doğru yürüyor. Arda arda gelen 2 büyük patlamada hayatını kaybediyor. O gün o patlamada tüm fabrika yerle bir olurken, 27 kişi hayatını kaybediyor.

Fabrikada çalışan Yahudi işçilerin o gün mesaiye gelmemiş olması sabotaj şüphesini güçlendiriyor. Meclis’te gizli oturum yapılsa da, olayın nasıl olduğu ortaya çıkarılamıyor.

İşte, Türk Milleti’nin istiklali için gençliği savaş meydanlarında geçen İdealist bir Türk Milliyetçisi, Nuri Killigil, Türkiye’nin en önemli meselesini, savunma sanayide dışa bağımlılığı, ta cumhuriyetin ilk yıllarında yenmeye çalışıyor ve bu uğurda can veriyor.

Her Türk’ün mutlaka tanıması gereken bir kahraman, Bakü Fatihi, Nuri Killigil’in kabri, patlamada hayatını kaybeden 26 kahramanla birlikte Edirnekapı Şehitliği’ndedir.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum