TUNCA ADASINDA YAŞANAN FACİA
1789 yılında meydana gelen Fransız İhtilali ile ortaya çıkan özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlar, Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Balkanlar’da yaşayan farklı etnik unsurların; düşüncelerinde, siyasal ve sosyal hayatlarında hızla yer etmeye başlamıştır. 19’uncu yüzyıla gelindiğinde Balkanlarda meydana gelen isyan ve ayaklanmalar Osmanlı Devleti için ulusal bir sorun haline gelmiştir.
Balkan sorunu,1878 yılında yapılan Berlin Anlaşması ile yeni bir şekil almıştır. Yeni eksende Balkanlar’daki Hristiyanların zihinlerinde; Türklerin yönetiminden kurtulunması, Türklerin kovulması, “Balkanlar Balkanlılarındır” siyasi anlayışı yer etmiştir. Rusya ile Avusturya-Macaristan Devletlerinin, Balkanlarda doğrudan egemen olma politikaları birincil hedefleri olmuştur. Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler ise doğrudan toprak egemenliği gibi bir anlayışları olmamasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkilerinden dolayı kendi çıkarlarına uygun ayrı ayrı birer Balkan politikası gütmüşlerdir [1].
Osmanlı Devleti, Balkanlarda sürekli artan ayaklanmalar ve isyanlar ile Avrupa’nın yaptığı baskılar karşısında tavizler vermek zorunda kalmıştır. Siyasal, sosyal alanlar ile yerel yönetimlerde yeni düzenlemelere gitmiştir. Balkan Savaşı başlayacağı sıralarda Ordu, anlamını kavrayamadığı Yemen, Makedonya ve Arnavut ayaklanmalarının bastırılmasında yıpranmıştır. Uzun süre silah altında tutulan erler askerlikten yılmıştır[2].
Osmanlı Devleti siyasal, ekonomik ve askeri sorunlarla boğuşurken, 08 Ekim 1912 tarihinde Karadağ tek taraflı savaş ilan ederek Osmanlı Devleti topraklarına saldırdı. Arkasından Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan aynı yola başvurdular.
Birinci Balkan Savaşı (1912-1913), Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden Balkan ülkeleri için çok çabuk bir şekilde zaferle sonuçlandı. Osmanlı Devleti kısa zamanda böyle bir yenilgiyi beklemiyordu. Bulgarlar, 22 Ekim’de Kırkkilise’de (Kırklareli) arkasından Lüleburgaz’da Osmanlı Ordusu’nu yendiler. Osmanlı Ordusu’nun çekilen birlikleri Çatalca’da savunma hattı oluşturdular. Rumeli’nin batısında ise Sırplar Manastır’ı, Yunanlar ise Selanik’i ele geçirdiler. 1913 yılına gelindiğinde Osmanlı’nın elinde kalan üç şehir düştü. 5 Mart’ta Yanya Yunanlılara, 26 Mart’ta Edirne Bulgarlara ve 22 Nisan’da İşkodra Karadağ’a bırakıldı[3].
Edirne, Bulgar ordusu tarafından 2 Kasım 1912 tarihinde kuşatma altına alınmıştır. Bulgar top ateşinde şehir zarar görmüş, yiyeceklerin tükenmesiyle açlık baş göstermiştir. Kuşatma öncesi kente 20.000 mülteci sığınmıştır. Kuşatmanın sonlarına doğru top atışlarının parçaladığı binalarda kalamayan insanlar, mültecilerin kaldığı barınaklara sığınmıştır. Barınma yerlerindeki sayı iki misline çıkınca insanlar, açlık ve sefalet ile karşı karşıya kalmışlardır. Edirne 26 Mart 1913 tarihinde düşmüş, Bulgarlar şehri üç gün boyunca talan etmişlerdir[4].
Edirne kaybedildiğinde, Bulgarlar, Osmanlı askerlerini silahsızlandırarak tutukladılar. Aç ve açık bırakarak ölüme mahkûm ettiler. Edirne kuşatmasını takip eden birçok gazeteciden biri olan Fransız Gustave CİRİLLİ, baştan beri kuşatmaya ve şehrin alınışına şahit olmuştur. Cirilli, esir alınan Türk askerlerinin Tunca Adası’ndaki hazin kaderlerini şöyle anlatmıştır;
“Esir askerler, önlerinde subaylarıyla, uzun kuyruklar halinde şehirde yürütülüyorlar. Açlıktan avurtları çökmüş, mahzun yüzlü, bir deri bir kemik kalmışlar. Sanki vahşi hayvanlar gibi, yumruklanıyor, çizmelerle tekmeleniyor ve tüfek kabzalarıyla itilip kakılıyorlar. Bu zavallı insanlar şehrin dışında Tunca Irmağı üzerindeki Eski Saray denilen yeşillik bir adaya hapsedilip, azaplarını bir kurşun sonlandırmadığı takdirde, soğuktan ve açlıktan ölmeye terkedildiler. Gömülmeyen cesetleri her gün üst üste yığılmaya devam etmekte. Ceset yığını o kadar çoğaldı ki, halkın sağlığını tehdit eder oldu. Kolera, bir kez daha surların içinde baş gösterdi.
Bu yöreyi savunan askerlerin sayısı biliniyor. Ölenler hesaba katıldığında, galip güçlerin elinde 40.000-50.000 harp esiri düşmüş olmalı. Başlarına gelecekleri bildiklerinden, bunların bazıları kaçıp saklanmaya çalıştılar. Yakalananların vay haline! Vay haline onları saklayanların! En olmadık bir delille bile, bir kaçağı sakladığından şüphelendiklerinin evlerini zeminden çatıya kadar arıyorlar, kaçakla birlikte onu saklayan da teslim alınıyor ve birlikte kurşunlanıyorlar. Bu bir insan avıdır; Vahşetin tüm incelikleriyle Türkler avlanıyorlar. Gece gündüz demeden, makinalı tüfekler ortalığı devamlı titretiyor; bunlar işte o yakalananların kurşuna dizilmesinin sesidir. Cesetler sokaklara, kırlara ve nehirlere atılıyorlar ve ben, Karaağaç yolunda serilmiş birçok ceset gördüm”[5].
Savaşın gözlemcileri, askerlerin tutsak tutulduğu Tunca Adası’nda yığınlar halinde cesetleri ve vahşeti anlattılar. Batının en çok dikkatini çeken ise, “Tunca adasındaki ağaçların insan boyunun yetişebileceği seviyedeki kabuklarının kemirilmesiydi.” 1913 yılının Nisan ayına kadar esir alınanların sadece yarısı sağ kalmıştır. Sağ kalanların sonlarının ne olacağı ise belirsizdir[6].
İngiliz gazeteci George Scott, Edirne’de olaylar bittikten ve ortalık yatıştıktan sonra, “Türklerin yerde yattıkları ve ağaç kabuklarını yedikleri” faciayı resmeden bir tablo çizmiştir. Bu tablo gazeteci henüz Edirne’de olduğu sırada 19 Nisan 1913 tarihinde İllüstrasyon dergisinde yayınlamış ve Tunca Adası “Ölüm Adası “olarak adlandırılmıştır[7].
Savaş muhabiri Georges Bertin Scott’un çektiği fotoğraflar
Balkan Savaşı, Türk tarihinin en üzücü savaşlarındandır. Savaşla beraber neredeyse tüm Rumeli toprakları kaybedilmiştir. Bin bir eziyet, cefa, ölüm ve göçlerle beraber büyük bir yıkım yaşanmıştır. Türklük, bu savaşta yaşadığı hezimeti, 1915 yılında “Çanakkale geçilmez” diyerek şanının ve onurunun yüceliğini tekrar dünyaya ilan ederek telafi etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı ve olağanüstü şartlarda yürüttüğü Millî Mücadele ile Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır. Atatürk, Türk Milleti’nin birlik ve beraberlik içerisinde olduğunda bütün olumsuzluklara rağmen neleri başarabileceğini bütün dünyaya göstermiştir.
Hüseyin ALPASLAN
Tarihçi- Yazar
[1] Enver Ziya KARAL; “Osmanlı Tarihi IX. Cilt”, s.278-288 Türk Tarih Kurumu, 2011, Ankara.
[2] Enver Ziya KARAL; s.308
[3] Justin McCARTHY; “Ölüm ve Sürgün” (Çev. Fatma SARIKAYA), s.144-145, Türk Tarih Kurumu, 2018, Ankara.
[4] Justin McCARTHY; s.154.
[5] Gustave CİRİLLİ;”Edirne Kuşatması Günlüğü” (Çev. Fazıl Bülent KOCAMEMİ), s.155-156.Ceren Yayıncılık, 2012,İstanbul. [6] Justin McCARTHY; s.156.
[7] Olgay GÜLER; “Edirne’deki Ölüm Adası”, Hudut Gazetesi,13.10.2018., Edirne.