TRABZON TEHCİRİ YARGILAMASI-II
Sevgili okurlar, aynı başlıklı yazımızın ilk bölümünde Trabzon Tehciri Yargılaması’na kadar gelen süreçte tehcirde yaşananları ve bu konuda Ermenilerin iddialarını yansıtan dünya genelindeki yazıların içeriğini sizlere anlatmıştım. Bugün ise tehcir sırasında Trabzon vilayetinde suç işlendiğini öne sürenlerin İddiaları ile isnatların reddedilerek suç işlenmediğine dair yapılan savunmaları değerlendirebilmek amacıyla, Trabzon tehciri davasında önemli bilgilerin, şahitlerin ve zanlıların ifadelerinin yer aldığı duruşmaları anlatarak yazıma devam edeceğim.
1. Duruşma: 26 Mart 1919 tarihinde başlayan ilk duruşmaya Acente Mustafa Bey’in sorgulanması ile başlanmıştır. Asında zanlıların görev ve yetkileri açısından mahkeme heyetinin sorularını tevcih edeceği ilk kişi, dönemin Trabzon Valisi Cemal Bey’dir. Ancak Cemal Azmi Bey, Mondros Mütarekesi’nden sonra 1918 yılının Kasım ayının 2/3 gecesi Talat, Enver, Cemal Paşalar ve arkadaşları Dr. Nazım, Bedri ve Bahattin Şakir Beyler ile beraber Alman U-170 denizaltısı ile İstanbul’dan Odesa yönüne kaçmıştır[13]. İşte bundan dolayı mahkeme tarafından firari zanlı olarak gıyabında yargılanmasına karar verilmiştir. Mahkeme heyeti tarafından Trabzon tehciri sırasında Ermenilere karşı işlendiği iddia edilen çeşitli suçlamalara ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara cevap veren Acente Mustafa Bey, savaş sırasında Trabzon Vilayetinin Ruslar tarafından bombalanmasından sonra hükûmetin emirleri doğrultusunda Ermenilerin tehcir işlemlerinin başlatıldığını, öldürme olaylarının olmadığını, kendisinin 30 kadar Ermeni’yi esirgemek maksadıyla deniz motoruyla bölgeden uzaklaştırdığını ifade etmiştir. Mahkeme Başkanı tarafından, “Ermenilerden bazı kadın ve çocukların hastanede zehirlenerek denize atıldığı doğru mu?” Sorusuna karşı cevap veren zanlı Acente Mustafa Bey, bu iddiaların doğru olmadığını söylemiştir. Mahkeme başkanı tarafından aynı sorular yöneltilen zanlılardan Gümrük Müdürü Mehmed Ali Bey ise ifadesinde, kafile olarak sevk edilen Ermenilerin yollarda saldırdıkları jandarmaları şehit ettiklerine dair haberler işittiğini, ancak, hastanede çocukların zehirlendiklerine dair bir şeyi görmediğini ve duymadığını söylemiştir[14].
Aynı duruşmada ifadesine başvurulan Otelci Niyazi, tehcir döneminde İstanbul’da olduğunu, Trabzon’da meydana geldiği iddia edilen ve mahkemede bahsi geçen olaylar ile ilgili bilgi ve görgüsünün olmadığını, kendisi aleyhine tanıklık yapan kişileri ise tanımadığını beyan etmiştir. Polis Müdürü Nuri Bey, Mahkeme Başkanı’nın diğer zanlılara yönelttiği soruların yanı sıra, tehcirden sonra şehirde kalan Ermenilerin durumu ve Ermeni kadın ve çocukların akıbetleri ile ilgili suallerine karşı verdiği cevabi ifadesinde, tehcirde doğrudan görevli olmadığını, valinin emriyle oluşturulan, araştırma ve boşaltma komisyonlarında yer aldığını, tehcir olunan Ermenilerin mallarını çalan bazı memurları görevlerinden azlederek mahkemeye verdiğini, tehcirden sonra şehirde sadece Ermeni kadın ve çocukların kaldığını, Ermenilerin hastanede zehirlendiklerine dair bir olayı duymadığını ve şahit olmadığını söylemiştir. Nuri Bey’den sonra sorgulanan Talat Bey, Trabzon tehciri sırasında işlendiği iddia edilen suçların meydana gelmediğini, kurulan komisyonlar ile sevkin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirildiğini, tehcirden sonra şehirde kalan kadınların ve çocukların zehirlendiğine dair yapılan isnatların doğru olmadığını, çocukların mekteplere yerleştirildiğini beyan etmiştir[15]. İlk duruşmada Ermeni kadınların ve çocukların zehirlenmesi, deniz atılması gibi suçlamalar ile ilgili tüm zanlıların bilgisine başvurulmuş, ancak, bu hususta suçlamaların odağında görülen zanlı Dr. Ali Saib Bey’in ifadesi alınmamıştır.
2.Duruşma: Bu duruşmada, Batum’da büyük petrol yolsuzluğu yaptığı ve haksız mal sahibi olduğu iddiası ile Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan [16] Vehip Paşa’nın yazılı ifadesi okunmuştur. Vehip Paşa’nın İtilaf Devletleri tarafından önce sansürlenen daha sonra basında yer alan ifadesine geçmeden önce, Paşa’nın mahkemeye gönderdiği yazılı beyanını doğru değerlendirebilmek için Vehip Paşa’nın içinde bulunduğu duruma ve zamanın şartlarına göz atmakta fayda var. Vehip Paşa’nın amacı tutuklu bulunduğu cezaevinden ve yolsuzluk suçlamalarından kurtulmaktır. İstanbul işgal altında ve siyasetin rüzgârı İngilizlerin istediği yönde esmektedir. Tehcir yargılamalarında asıl amacın İttihatçıları bertaraf etmek olduğundan önceki yazılarımda detaylarıyla bahsetmiştim. Vehip Paşa’nın 3’üncü Ordu Komutanı olarak görev yaptığı dönemde Trabzon ve çevresinde Ermenilerin yaptığı zulümleri anlattığı ifadeleri İngilizler eliyle sansürlenirken, Ermeni tarihçiler ve araştırmacılar tarafından ifadenin içindeki İttihatçıları suçlayan beyanları ön plana çıkartılmıştır. Vehip Paşa hakkındaki dava 1921 yılında sonuçlanmıştır. Görevini kötüye kullanma suçundan hapis cezası alan Vehip Paşa, mahkeme kararı kesinleşmeden yurt dışına kaçmış, ittihatçılarla ilgili suçlamaları ise mesnetsiz kalmıştır. Anadolu’da başlatılan Millî Mücadelenin hiçbir safhasında ve Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda yer almayan Vehip Paşa, TBMM tarafından 1927 yılında vatandaşlıktan çıkartılmıştır[17].
Trabzon Vilayetinin de sorumluluk sahasında bulunduğu 3’ncü Ordu’nun eski Komutanı Vehip Paşa Dönemin mevcut siyasi havası içerisinde, hapishane tutuklu bulunurken, Trabzon Tehciri ile ilgili verdiği yazılı ifadesinde; Trabzon ve çevresinde tehcir sırasında sevk edilen Ermenilerin bazı kişiler tarafından saldırıya uğradıklarını, mallarının ellerinden alındığını, ancak, suç işleyenlerin kendi verdiği emirle Divan-ı Harb-i Örfi mahkemesinde yargılanarak cezalandırıldıklarını ifade ederek, İttihatçılar hakkında bazı suçlamalarda bulunmuştur. Vehip Paşa olayların kökündeki sebeplere giderek, 1915 yılında bölgede Rusların işgallerinin başladığını, Ruslar ile iş birliği yapan Ermeni gönüllü çetelerinin saldırılarından çok az Müslüman’ın kurtulabildiğini, Rusların yardımıyla yetişkin Müslümanların öldürüldüğünü, bir kısmının esir alınarak Rusya’ya götürüldüğünü, bölgede ilk saldırıları Ermenilerin başlattığını ve Pasinler’de 250 Müslüman köyün tamamen yakıldığını anlattığı ifadesinde devamla Ermenilerin savaşta ve çatışmalarda yaralanmış Osmanlı askerlerini ve kaçamayan halkı vahşice öldürerek çukurlara doldurduklarını, Müslüman köylerde genç kızlara karşı kötü muamelede bulunduklarını, bakirelerin Rus kazak askerlerine verildiğini, yine Tutak, Kara Kilise, Azad ve Mişkeri gibi mahallerde Ermeniler aracılığıyla Müslüman kızların Rus askerleri tarafından ırzlarına tasallut edildiğini, bütün bunlara rağmen Müslümanların intikam alma yoluna girmeden, bölgeden göç ettiklerini söylemiştir. Vehip Paşa ifadesini bitirirken iki millet arasında yüzyıllardır süren kardeşliği düşmanlığa çeviren ve katliamlara sebep olan Ermeni komitelerdir demiş ve Ermenilerin bağımsız devlet kurma amaçlarına ulaşmak isterken savaşta Osmanlı ordusunun güvenliğini tehlikeye attıklarını, Müslüman köylerini yakarak, halkı katlettiklerini, sevkler sırasında hatalı davranan İttihatçıları cezalandırılırken Ermenilerin yaptıklarının göz ardı edilmesinin adaletle uyuşmayacağını söylemiştir[18].
3.Duruşma: 1 Nisan 1919 tarihinde başlayan duruşmada tanıklardan Dikrahoni, Kızılay Hastanesi’nde yaşandığı iddia edilen olaylarla ilgili olarak verdiği İfadede, o tarihte kendisinin 20 yaşında olduğunu, hastanede Ermeni ve Rum eczacı olmadığını, 5-6 yaşlarında çocukların zehirlenerek öldürüldüğünü söylemiştir. Dr. Ali Saib Bey’in Dikrohani’nin ifadesine müdahale ederek, hastanede kaç Ermeni vardı? Sorusuna ise tanık, hepsi kadın 20 kişi kadardı ve Ali Saib Bey onları teker teker gönderiyordu cevabını vermiştir. Tanığın ifadesi üzerine Ali Saib Bey söz alarak, benim görevim, kişilerin hastalığını tespit ederek, resmi evrakları imzalamaktı, sevkler sonrasında valinin emri ile babalık namı verilen yetim kalmış çocukları köylere dağıtmak için 8-10 kadar eve gittim, yetim 100 çocuktan 30’u köylere gitti, 70’i ise merkezde kaldı şeklinde konuşmuştur. Mahkeme başkanının yeniden tanığa dönerek, hastanede kaç kişinin öldüğünü sorması üzerine tanık Dikrahoni, benim zamanımda 3 kişiydi sonradan da ölenler oldu demiştir. Başkanın, niçin hepsini zehirlemediler? sorusu üzerine ise, Dikrahoni, bilmem, dereye falan attılar şeklinde tereddütlü cevap vermiştir[19]. Tanık Dikrahoni’nin kuşkulu ve tutarsız sözleri karşısında savcı müdahale ederek, ifadelerin mütenakız olduğunu, birbirini tutmayan beyanlar sebebiyle tanığın sadece zaman kaybına neden olduğunu söylemiştir. Ancak, mahkeme başkanı, savcıya ve dinleyicilere hitaben, adaletin açığa çıkması için tanığı dinlediklerini söyleyerek sorularına devam etmiştir. Ali Saib Bey’in, kadın tanık Dikrahoni’ye, “Sen tehcire tabi tutulmadın, hastanede üç kişiyi zehirledikten sonra diğerlerini niçin serbest bırakmışız? Şeklindeki sorusuna cevap veren tanık, denize atıldılar demiştir. Tanığın ifadelerine karşı söz alan Gümrük Müdürü Mehmed Ali Bey ise tehcire tabi olmayan Ermenilere sevgi ve merhamet göstererek baktıklarını, hamile kadınların doğum yaptıklarını, böyle bir şefkatle muamele gören insanların zehirlendiğini iddia etmenin ne kadar doğru olabileceğini sormuştur. Mehmet Ali Bey’in anlattıklarına karşı beyanına başvurulan tanık Dikrahoni, Mehmet Ali Bey’in söylediklerini kabul etmediğini ifade etmiştir[20].
Duruşmada bulunan diğer tanıklardan Dikran Narlıyan, tehcir komisyonunda bulunan Niyazi Bey’in Ermenileri kayıklar ile denize götürdüğünü, yine şahitlerden Satinik’te, Niyazi ve Mehmed Ali Beylerin çocukları kayıklarla denize götürerek açıkta suya attıklarını, kendisinin baba dostu Ali reis tarafından kurtarıldığını söylemişlerdir. Niyazi Bey’in, tanığın kendisini suçladığı ve sözde olayların cereyan ettiği tarihte orada olmadığını beyan etmesi üzerine, mahkeme heyeti tarafından yapılan araştırmada; Niyazi Bey’in suçlandığı ve tanığın olayı anlattığı gün, Niyazi Bey’in ilgili mahalde bulunmadığı somut olarak tespit edilmiş ve tanığın yalan beyanı ortaya çıkartılmıştır[21]. Mehmed Ali Bey’de şahitlerin bu konudaki ifadelerinin yalan olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme Başkanının, tehcirden sonra Ermeni kadın ve çocuklardan kalanlar oldu mu? bunların akıbeti ne oldu? gibi sorularına karşı ifade veren zanlı Dr. Ali Saib Bey, tehcire sonrasında birçok Ermeni ve kadın çocuk kaldı. Çocukların bir kısmını Müslüman aileler aldılar, bende aldığım bir çocuğu belediye başkatibiyle evlenen teyzesine verdim. Kalan kadınlardan bir kısmı evlendi, çocuklar ise köylere dağıtıldı şeklinde beyanda bulunmuştur[22].
4.Duruşma: 3 Nisan 1919’da yapılan oturumda ifadesine başvurulan Müfettiş muavini Kaymakam Talat Bey, kendisine yöneltilen, Ermenilerin çocuklarının analarının yanlarından ayrıldıklarını biliyor musunuz? sorusuna hayır cevabı vermiş, Mahkeme Başkanının “tehcirde, çocuklar niçin ayrılıyor demediniz mi? Şeklindeki sorusuna ise, bu söz bana ait değil cevabını vererek, ben Müfettiş muaviniydim, belki Müfettişin sualidir, aramızda da böyle bir konuşma geçmedi demiştir[23]. Duruşmada ifade veren tanık Habib Siranüş, Trabzon Limanı’nın Ruslar tarafından bombalandığı zaman şehirden çıktığını, Bahaeddin Şakir Bey tarafından muhtarlara verilen kapalı zarflardan sonra tehcirin uygulanmaya başladığını, tehcir esnasında bazı Ermenilerin denize atıldığını, bazılarının hastanede şırınga verilerek zehirlendiğini, tehcir komisyonunda Acente Mustafa Bey, Kaymakam Galip Bey ve diğer tutukluların olduğunu söylemiştir. Siranüş’un ifadesi üzerine söz alan bazı zanlılar, Siranuş’un sözlerinin gerçek olmadığını, şehirden 2,5 saat uzaklıktaki Tursun mevkiinde bulunanların komisyonun aldığı kararlardan haberdar olamayacaklarını ve komisyon üyesi olmadıkların söylemişlerdir[24]. Aynı duruşmada tanık olarak ifadesine başvurulan Abdülkadir ise, tehcir zamanında hastanede çalıştığını, vazifeli Rum ve Ermenilerin bulunduğunu, tehcir uygulamasında bazı olayların olduğuna dair söylentiler olduğunu, ancak hastanede zehirlenen kimse olmadığını söylemiştir. Abdülkadir, ifadesinin devamında hasta olan kadınlardan vefat edenler olabileceğini, zehirlenmeye dair hiçbir olayı görmediğini ve duymadığını, suçlanan Dr. Ali Saib Bey’in zaman zaman hastaneye geldiğini, ancak muayene yaparken veya reçete yazarken görmediğini beyan etmiştir[25]. 4. Duruşmada dinlenen şahitlerden bir tanesi de Miralay Vasıf Bey’dir. Vasıf Bey ifadesinde, tehcir uygulamasında Trabzon’da bulunduğunu, kadınların tehcirden muaf tutulduğunu sandığını, Ali Saib Bey ile ilgili suçlamaların yalan olduğunu, iddia edilen zehirlenme olaylarının gerçekleştirilmesi için Vali tarafından vazifelendirilmesi gerektiğini, ancak, Ali Saib Bey’in, Vali ile arasının bozuk olduğunu, Trabzon’da azledildiği döneme kadar yürüttüğü görev süresince iddiadan öteye gitmeyen suçlarla ilgili hiçbir olaya tanık olmadığını ve duymadığını söylemiştir. Tanıklardan Vergi Dairesi Müdürü Hakkı Bey’de ifadesinde, hastanede olduğu iddia edilen olaylar ile ilgili bir şey görmediğini ve duymadığını beyan etmiştir[26].
5.Duruşma: Dördüncü duruşmadan iki gün sonra 5 Nisan’da başlayan oturumda, tanıklardan Tahtaciyan’ın iddialar ile ilgili mahkeme heyetine verdiği ifade sırasında söz alan Dr. Ali Saib Bey, şunları anlatmıştır: “Van Konsolosu iken ahali-i İslamiye’ye gösterdiği iyilikten dolayı Tahtacıyan Efendi takdirnameler almışdır. Benim de kendisine yaptığım iyilik şahsi bir şeydir. Asıl Tahtacıyan Efendi’ye sormak istediğim benim Konya’da bulunduğum zaman hastahanelerde istihdam ettiğim Ermeni gençlerine karşı hal ve tavrımı ve bir de üç yüz kuruş maaşla müstahdem olan Tabip Bedros Efendi’nin maaşını tezyid etdiğimi biliyorlar mı bunu söylesinler.” Şahit de bunun üzerine, “Ali Sâib Bey’in söyledikleri pek doğrudur. Pek çok tahsil-i âli görmüş genç Ermeni çocukları orada hastahanelerde müstahdem idiler. Bedros Efendi orada Belediye Tabibi idi. Maaşı artdı velhasıl Ali Sâib Bey pek ziyade iyilik etmişdir, kendisi asil ve necibdir.” [27]
6.Duruşma: Dağıstanlı Abdullah Rüştü, tanık olarak dinlendiği 7 Nisan günü yapılan duruşmada kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapta; Trabzon’da tehcirden önce bulunduğunu, tehcir zamanında Çarşamba’da olduğunu, tehcir sonrası döndüğünü, Trabzon’da yetimhanelerde kalan çocukları ve bazı evlerde hizmetçi olarak duran ve yine Müslüman erkekler ile nikâhlanmış olan Ermeni kadınları gördüğünü söylemiştir. Kendisine yöneltilen farklı sorular üzerine, Dr. Arslanyan’ı önceden bilmediğini, kendi karısının akrabası olan mağaza sahibi Rüştü Efendi’nin yanında çalışırken evine getirildiğini, tehcirde Müslüman olan Hidayet isimli bir kızın da evinde kaldığını anlattığı ifadesinde devamla, “Efendim kendisi bize geldiği zaman yüz elli iki yüz lira kadar bir parası vardı. Belki daha fazla olsaydı benim de zihnimi tırmalardı. Bir küpeleri vardı ki on beş yirmi lira kıymetinde idi. Bir gün mağazamda oturub nargile içerken mağazadakilerden birisi Madam Arslanyan’ın sevk edildiğini söyledi. İnanmadım. Orada bulunan birkaç kişi de bunu teyid etdi. Eve geldim ve öğrendim ki Madam evde iken polisler gelmişler. Vali istiyor diye almışlar götürmüşler. Ve giderken parası olup olmadığını sormuşlar iki liram var demiş bunun üzerine parayı almışlar. Familyam hiddetle çocuklarının elbiselerini de alın demiş. Ben kendilerine kızdım bana niçin haber vermediniz dedim. Vali istediğini duyunca korkmuşlar ve tehcir edileceğini hatırına bile getirmemişler meğerse deniz tarikiyle sevk etmişler [28]. Tanık Abdullah Rüştü’ye mahkeme heyeti tarafından tekrar ve yeni sorular sorulmuş, tanık suallere verdiği cevapta; Madam Arslanyan’ın 14 yaşında bir erkek çocuğu bulunduğunu, Hidayet’in İslam dinine dönmüş bir Müslüman olduğunu ve Siranuş ismini kullandığını, bunların Mustafa Efendi ve Ali Saib Bey ile bir ilgilerinin olmadığını söylemiştir[29]. Aynı duruşmada ifadesine başvurulan Vitali isimli tanık, Dr. Arslanyan’ın bacanağı olup, sorgusunda, hastanede çalışan Bedros isimli kişiden Ali Saib Bey’in bir çocuğu zehirleyerek öldürdüğünü duyduğunu söylemiştir. Vitali ifadesinin devamında bacanağı Arslanyan’ın doktor olarak Trabzon Belediyesi’nde çalıştığını, Erzurum’a tayin edildiğini, Trabzon’dan ayrılırken maaşını almak için Ali Saib Bey’e vekalet verdiğini, Ancak Ali Saib Bey’in, Arslanyan’ın maaşından aldığı parasını eşine vermediğini, tehcirde Madam Arslanyan’ın denizden sevk edilirken öldürüldüğünü söylemiştir. Tanığın suçlamalarına cevap vermek için söz alan Ali Saib Bey, tanığın Jogovort Gazetesi’nde kendisi aleyhinde bir yazısının olduğunu söyleyerek, yazdıklarını nereden öğrendiğini sormuştur. Tanığın, cevaben, Madam Arslanyan’ın kendisine evlilik teklif edildiğini, aksi halde denizden gönderileceğini kendisine anlattığını söylemesi üzerine, Ali Saib Bey, gazetede yazılanların tahminler üzerine kendisine yapılan yakıştırmalar ve düzmece anlatımlar olduğunu, tanığın mahkemede gazetedeki yazılarına yeni yalanlar eklediğini[30], Madam Arslanyan’ın öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığını, şu anda Ordu veya Samsun’da bulunduğuna dair haber aldığını söylemiştir[31].
ÜÇÜNCÜ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK.
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
Kaynakça
[13] Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt: l, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, s.8.
[14] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, s.177.
[15] Zaman, 27 Mart 1335/1919; Memleket, 27 Mart 1919.
[16] Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahideddin Mütareke Gayyasında, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 90-91.
[17] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, s.178-179.
[18] Tasvir-i Efkâr, 1 Nisan 1919, nr.2692.
[19] İstiklal, 2 Nisan 1919.
[20] Yeni Gazete, 2 Nisan 1919.
[21] İkdam, 4 Nisan 1919, nr.7957.
[22] Nejdet Bilgi, Dr. Ali Sâib Bey ve Trabzon Tehcirinde Kadın ve Çocuklar Meselesi, Uluslararası 20.yy.’ın ilk yarısında Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 16-18 Ekim 2019, s,756.
[23] İstiklal, 4 Nisan 1919.
[24] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, s.181.
[25] Yeni Gazete, 4 Nisan 1919; Zaman, 4 Nisan 1919.
[26] İstiklal, 4 Nisan 1919; Zaman, 4 Nisan 1919.
[27] İstiklal, 6 Nisan 1919.
[28] Bilgi, Dr. Ali Sâib Bey ve Trabzon Tehcirinde Kadın ve Çocuklar Meselesi, s.760-761.
[29] İstiklal, 8 Nisan 1919.
[30] Zaman, 8 Nisan 1919.
[31] Memleket, 9 Nisan 1919.
FACEBOOK YORUMLAR