KARADENİZ’İN KUZEYİNDE YAŞAMIŞ KADİM TÜRK KAVİMLERİ-III
Sevgili okurlar, önceki haftalardaki yazılarımda, aynı başlık altında; Kimmerlerin, İskitlerin (Sakalar), Avrupa (Batı) Hunlarının, Avarların, Hazarların ve Bulgarların kısa tarihlerini sizlere anlatmıştım. Bu haftaki yazım ise üçüncü bölümle kaldığı yerden devam edecek olup, Türk kavimleri olan; Peçeneklerin, Oğuzların (Uzlar) ve Kıpçakların (Kumanlar) kısa tarihlerini okuyacaksınız
Peçenekler
Batı Göktürk Oğuz boylarından biri olan Peçenekler[1], Kâşgarlı Mahmud’a göre on dokuzuncu Oğuz boyudur[2]. Orhun vadisinde 732 yılında dikilen Kül Tigin yazıtlarında “Kangaras” adıyla anılan Peçeneklerin, ilk yurtları olan Taşkent’te; yerleşik hayata geçen, şehirli ve ticaretle uğraşan bir Türk boyu olduğu bilinmektedir[3].
Peçenekler, Göktürk Devleti’nin dağılmasından sonra 860-880 yılları arasında İtil nehrini geçerek Don-Kuban bölgesine gelmişlerdir. Diğer Oğuz boylarının baskısıyla, 889-893 yılları arasında batıya doğru göç eden Peçenekler, Dinyeper’in batısına kadar uzanan sahada sekiz boy halinde yaşamışlardır[4].
Don Nehri’nden Tuna’ya kadar uzanan sahayı hakimiyetleri altına alan Peçenekler, Kiev Rus Knezliği’ne çok sayıda akınlar yapmışlardır. Peçeneklerin, Rusların Karadeniz’e inmelerini engellemeleri, beraberinde Bizans-Peçenek dostluğunu getirmiş ve aralarındaki ticareti geliştirmiştir.
Oğuzların (Uzlar) baskıları Peçenekleri daha batıya Macaristan’a kadar itmiştir. Dinyester boyunca gittikçe zayıflayan Peçenekler, 1036 yılında Kiev yakınlarında Ruslar tarafından aldıkları ağır bir darbe üzerine Tuna boylarına kadar çekilmek zorunda kalmışlardır[5].
1050-1060 yıllarında Tuna’yı geçerek Bizans topraklarına giren Peçenekler, Edirne’ye kadar gitmişlerdir. Yurt arayışları için Bizans ile ittifaktan vazgeçerek Selçuklularla anlaşan Peçenekler, 1091 tarihinde İstanbul’u kuşatmışlardır. Kuşatmada zor durumda kalan Bizans ittifak sağladığı Kıpçaklardan yardım istemiştir. Kıpçaklar, Doğu Roma’nın imdadına yetişerek Peçeneklere saldırmış ve onları mağlup etmişlerdir.
Kıpçaklara yenilerek ağır bir zayiat veren Peçenekler darmadağın olmuşlardır. Parçalanan Peçeneklerin boylarından bir kısmı Oğuzlara ve Kumanlara karışırken, bir kısmı da Macaristan’a gitmiştir. Peçenekler, Karadeniz’in kuzeyinde ve Doğu Avrupa’da 200 yıldan fazla (860-1091) süren varlıklarına rağmen, bir devlet kuramadan bir başbuğun idaresinde boylar halinde yaşamışlardır[6].
Uzlar (Oğuzlar)
Oğuz (Uz) sözcüğüne Göktürk Devleti döneminden itibaren rastlamaktayız. Orhun yazıtlarında; Oğuzlardan boy sayıları ile bahsedildiğini, “Türk Oğuz Beyler”, “Türk Oğuz Bodun işitin” gibi hitapların da Bilge Kağan Anıtı’nda kullanıldığını görmekteyiz. 7’nci yüzyılın ikinci yarısından sonra Tula Irmağı kıyısında yaşadıkları bilinen ve dokuz boydan oluşan Oğuzlar; Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan ile İran ve Irak’ta bulunan Türklerin atalarıdır[7].
Göktürk Devleti içinde doğrudan Kağana bağlı olarak yaşayan Oğuzlar, Göktürk Devleti yıkıldıktan sonra Uygur Kağanlığı’nın kurucularından olmuşlardır. Uygur ve Hazar Devletleri ile eş zamanlı olarak aynı dönemlerde Maveraünnehir bölgesinde Seyhun (Siriderya) civarında başkenti Yenikent olan Oğuz Yabgu Devleti (750-1055) hüküm sürmüştür[8]. 860’lı yıllarda Peçenekleri itil ötesine iten Oğuz grupları, 1030 yılından sonra Don Nehri boylarında yaşamışlar, Kuman baskısı üzerine ise 1048’de Dinyeper, 1065’de Tuna boylarına kadar gitmişlerdir.
1065’ten sonra salgın hastalıklar, Peçeneklerin saldırıları, soğuk kış şartları ve Bizans entrikaları Oğuzların büyük nüfus kaybı yaşamalarına sebep olmuştur. Oğuzların hayatta kalanlarından bir kısmı Selçuklu Ordusu’na katılmışlardır. İkinci bir kısımda Oğuzların Kınık boyuna mensup Selçuklular ile birlikte Cend şehrine göç etmişlerdir. Müslüman olan Oğuzlar, bundan sonra Türkmen adıyla anılmaya başlamışlardır.
Cend şehrinde bulunan Oğuz boyları, 1040 yılında Selçuklular ile Gazneli Devleti arasında meydana gelen Dandanakan Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya göç etmişlerdir. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri içinde varlıklarını sürdüren Oğuz boyları, beylikler kurarak Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Moğol istilasına ve karmaşık duruma karşın Anadolu’da kurdukları beyliklerle varlılarını sürdüren Oğuz boyları, Doğu Anadolu’da Akkoyunlu, Karakoyunlu, İran’da Safevi, Batı Anadolu’da Osmanlı Devletlerini kurmuşlardır.
Oğuzlar 24 ana boydan oluşmakta ve her boyun alt grupları bulunmaktadır. Oğuz boyları Anadolu’da birçok yerleşim yerine adlarını vermişlerdir. Kınık, Kayı, Bayındır, Avşar, Bayat, Çepni, Dodurga, İgdir (Iğdır), Karaevli gibi isimler bunların bir kısmıdır [9].
Kıpçaklar (Kumanlar)
Kıpçak adına ilk defa Uygur Kağanı İl-İtmiş’in (745-759) adına dikilen anıtta rastlanmıştır[10]. 10’uncu yüzyılda İrtiş nehri civarında “Kimek” isimli bir kavmin yaşadığını Arap coğrafya kaynaklarından öğrenmekteyiz. Kimek kavminin birçok boya ayrıldığını ve İtil nehrine kadar yayıldığını, bölünen bu kavmin en önemlilerinin ise Emek (Yemek) ve Kıpçaklar olduğunu Kaşgarlı Mahmud nakletmektedir[11].
Kıpçaklar, 1048 yılından sonra Uzların (Oğuzlar) Balkanlar’a çekilmesiyle, Rusya’nın güneyinde bulunan sahaya Volga üzerinden girerek hakimiyetlerini Dinyepere kadar ilerletmişlerdir. Bu tarihten sonra Kuman-Kıpçak adını almışlardır. Kıpçakların hakimiyet sahası, 11 ve 13. yüzyıllar arasında Tuna’dan Çin sınırına kadar uzanmış ve bu bölge Deşt-i Kıpçak (Kıpçak eli) olarak adlandırılmıştır[12].
Doğu kaynaklarında adı Kıpçak olan kavim, batı kaynaklarında türlü isimlerle anılmıştır. Kıpçaklar için; Ermeniler “Chardeş”, Ruslar “Polovtsı”, Bizans ve Latin kaynakları “Kuman”[13], Macar kaynakları “Kun” ismini kullanmışlardır. Moğol istilasından sonra Kıpçakların doğu kanadı Kimek, batı kanadı ise “Kanglı” olarak anılmışlardır. Rus kaynaklarında Kıpçak sözcüğünü, Kıpçakların, Kiev Knezliği ile 1055’te yaptığı bir anlaşmada görmekteyiz[14].
Karadeniz bozkırlarında Moğol istilasına kadar egemen güç olan Kıpçaklar, 1030-1050 yıllarında Doğu Avrupa’da görülmüşlerdir. 1060-1064 yıllarında Tuna ve Macaristan yönüne ilerleyen Kıpçaklar; 1080’lerde ağırlık merkezi Don-Dinyester olan, doğuda Balkaş gölü ile Talas Nehri civarından, batıda Tuna ağzına (Tuna Deltası’nın büyük kısmı Romanya’nın kuzey kesiminde, batı tarafı ise Ukrayna’da yer alır) kadar çok geniş bir sahada varlıklarını ikame ettirmişlerdir. Güney Rusya, Moldova ve Eflak coğrafyasına tamamen hâkim olan Kıpçaklar, İtil-Bulgar Devleti sınırlarına kadar da ulaşmışlardır[15].
Kıpçakların dini Gök Tanrı/ Şamanizm olarak bilinmekte ancak Mani dini, Hristiyanlığın Nesturi (Nasturi) kolu ve İslam dini de yaygın inançlar arasında yer almıştır. İnançlara hoş görülü bakan Kıpçaklar, 13 ve 14’üncü yüzyıllarda Fransız Hristiyan misyonerlerin ilgisini çekmiştir. Kırım civarında Kıpçak halkına misyonerlik çalışması ve Hristiyanlık propagandası yapılmıştır. İtalyan tüccarlar ise; “Kıpçak Türkçesi-Latince-Farsça sözlük” ile Hristiyanlıkla ilgili bilgilerin Kıpçak Türkçesine çevrildiği bir eser (Codex Cumanicus) meydana getirmişlerdir[16].
Moğollara karşı Ruslarla birlik olan Kuman-Kıpçaklar, 1223 yılında yapılan Kalka Savaşı’nda Moğollara yenilerek dağılmışlardır. Moğol istilası 1240 yıllarında Doğu Avrupa’ya kadar ulaşmış, böylece bozkırlarda Kıpçak ve Rus egemenliği tamamen ortadan kalkmıştır. Moğollardan kaçan Kıpçaklar, Macaristan’a gitmişler ve burada asimile olmuşlardır. Kıpçakların bir bölümü ise Bulgaristan’a yerleşmişler ve üç hanedanlar döneminde (1185-1396); Doğu Roma İmparatorluğu’na karşı sürdürülen ve ikinci Bulgar Krallığı’nın kurulması ile sonuçlanan ayaklanmaları yönetmişlerdir[17].
Sonuç
Türkler Tarih sahnesine çıktıkları M.Ö. IV binden sonra kendi yaşam alanları dışına çıkarak; farklı uygarlıkların ve inançların etkileri altında, kendi kültürleri ile sentezledikleri yeni kültürleri meydana getirmişlerdir. Türklerin bir bölümü Türkistan coğrafyasında kalırken, bir bölümü çeşitli nedenlerle sürekli göçerek yeni yurtlar edinmişlerdir.
Bilimsel araştırmalara göre (Ano kazıları için Bkz. Hüseyin Alpaslan; “Türklerin Ana Yurdu”, Ticari Hayat Gazetesi, 14.01.2021) Türkler, Neolitik çağdan (M.Ö.10.000-6.000), 11’nci yüzyıla kadar Moğolistan’ın doğusundaki Kerulen Irmağı’ndan Tuna boylarına kadar geniş bir alanda bulunmuşlardır. Türklerin toplumsal kimliği olan boy sistemi, onlara; birlikte hareket etme, mücadele gücü ve hareketlilik kazandırmıştır.
Hazar çevresi ve Karadeniz’in kuzeyinde bulunan otlaklar ve nehirler; Orta Asya’da sıkışan ve nüfusu çoğalan Türklere cazip gelmiştir. Kavimler kapısını kullanarak doğal engellere takılmayan Türk boyları, Karadeniz’in kuzeyine ve Doğu Avrupa’ya göç etmişlerdir. Bu bölgede Kimmerler ile başlayan Türk varlığı ve egemenliği; İskitler, Avrupa Hunları, Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar, Kıpçaklar, Altın Orda Hanlığı ve diğer Türk Hanlıkları vasıtası ile devam ettirilmiştir.
Rusların, 16’ncı yüzyılın ikinci yarısından sonra İtil boylarından güneye inerek, Hazar Denizi havzasına ve Kafkaslara girmeleriyle beraber, Karadeniz’in kuzeyinde egemenliği paylaşan yeni bir güç ortaya çıkmıştır. Rusların işgalleri Don ve Dinyeper boyunca devam etmiş, 1637 yılında Ruslara bağlı Kazaklar, Azak kalesini ele geçirmişlerdir.
Ruslar; 18’nci yüzyılın sonunda Karadeniz’in kuzeyinde hakimiyeti sağlayarak, Osmanlı Devleti himayesindeki Kazan ve Kırım gibi hanlıklar vasıtasıyla bölgede devam ettirilen Türk egemenliğine son vermişlerdir. 1850’lerde Yayık Nehri bölgesini ele geçiren Ruslar, Türkistan sınırına kadar dayanmışlardır.
Orta Asya ve Anadolu başta olmak üzere Türklere vatan olan coğrafyalarda yapılan Arkeolojik ve Antropolojik çalışmalar; Türklerin yurtları hakkında bulgulara ulaşılmasını sağlamaktadır. Günümüzde Balkanlar’dan Çin seddine kadar uzanan geniş sahada yaşayan Türklere, asırlar boyunca birden çok kıta yurt olmuştur. Türkler, halen; Yakutistan, Güney Sibirya, Altaylar, Moğolistan, Kansu-Ordos, Doğu Türkistan, Batı Türkistan, Kuzey Afganistan, Horasan, Kafkaslar, Azerbaycan, Musul-Kerkük, Halep civarı, Balkanlar, Kırım, Kazan, Doğu Avrupa, Anadolu ve Kıbrıs’ta varlıklarını devam ettirme direncini ve muvaffakiyetini göstermektedirler[18].
----------------------------------
Hüseyin ALPASLAN
Tarihçi-Yazar
Kaynakça
[1] Kurat, A.N. (1937). Peçenek Tarihi. İstanbul: Devlet Basımevi.
[2] Kaşgarlı Mahmud, (2006). Divanü-Lugat-İt-Türk, Cilt: 1, (B. Atalay, Çev.), Ankara: TDK. s.57.
[3] Günay, U.T. (2015). Türklerin Tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları. s.177.
[4] Taşağıl, A. (2013). Orta Asya Türk Tarihi, Bölüm: 1-4. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.s.72.
[5] Günay, U.T. s.178.
[6] Taşağıl, A.72-73
[7] Günay, U.T. s.121.
[8] Gündüz, T. (2002). Oğuzlar-Türkmenler. Türkler, Cilt:2, Ankara: YTY, ss. 263-276.
[9] Tüysüz, C. (2002). Oğuzlar. Türkler, Cilt:2, Ankara: YTY, s.277-288.
[10] Günay, U.T. s.179.
[11] Kurat, A.N. (2019). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri. Ankara: TTK.s.69.
[12] Günay, U.T. s.179.
[13] Kuman adı bazı kaynaklarda “sarı, sarışın, sarı saçlı insanlar” anlamında kullanılır. Kıpçak kelimesinin Türkçedeki karşılığı “öfkeli, aniden sinirlenen” Kuman ise “sarımtırak, solgun” manasını taşır. Bkz. Taşağıl Ahmet, Orta Asya Türk Tarihi. 2013, s.73.
[14] Günay, U.T. s.179.
[15] Ahmetbeyoğlu, A. (2002). Türkistan’dan (Orta Asya) Doğu Avrupa’ya Yapılan Türk Göçleri. Türkler, Cilt:1, Ankara: YTY, ss. 525-526.
[16] Günay, U.T. s.181.
[17] Pritsak, O. (2002). Türk-Slav Ortak Yaşamı: Güneydoğu Avrupa’nın Türk Göçebeleri. Türkler, Cilt: 2, Ankara: YTY, ss. 512-514.
[18] Taşağıl, A. s.6.
FACEBOOK YORUMLAR