İZMİT TEHCİRİ YARGILAMALARI-II
İzmit Merkez, Bahçecik ve Derbent Nahiyeleri Tehciri Davası
1.Duruşma
27 Kasım 1919 tarihinde başlayan duruşmada; ilk sorgulanan kişiler tehcir esnasında Derbent ve Bahçecik Nahiye Müdürleri olarak görev yapan Vecihi ve Ali Şuuri Beyler ile arkadaşları olmuştur. Sanıkların kimlik tespitleri yapıldıktan sonra İzmit tehcirini tahkik eden soruşturma komisyonunun hazırladığı kararnamenin ve savcı Şevket Bey’in iddialarının okunmasının akabinde, mahkeme başkanı sanıklara yönelerek; haklarında tehcir sırasında yağma, soygun ve rüşvet gibi suçları işlediklerine dair iddiaların olduğunu söylemiş ve bu suçlamalara karşı savunmalarını yapmalarını istemiştir[18].
Mahkemede bulunan tüm sanıklar dışarı çıkarıldıktan sonra Ali Şuuri Bey’in sorgulamasına geçilmiştir. Ali Şuuri Bey, 1912 yılında okulu bitirdikten sonra çeşitli vilayetlerde memuriyet görevinde bulunduğunu, 1914 yılında ise Bahçecik Nahiye Müdürlüğü görevine atandığını, sonraki tarihlerde de Ayancık ve Kastamonu’da görev yaptığını ve son vazifesinde bulunurken tutuklandığını anlattıktan sonra, mahkeme başkanının Cezaevi Müdürü İbrahim Bey’in Bahçecik’e hangi tarihte geldiği ve maksadının ne olduğuna dair soruları üzerine verdiği cevapta; bu mahkemenin iç güvenliği ihlal eden hususlar dışında başka bir suça bakamayacağını, bu konuda konuşma hakkını tarihe bıraktığını, İbrahim Bey’in Bahçecik’e gelmediğini, hakkında isnat edilen suçlamaları reddettiğini söylemiş ve Nahiye müdürü olduğu Bahçecik’e bağlı olan ve sorumluluk sahasında bulunan 45 civarında köyde ikamet eden Ermenilerin tamamının tehcir sırasında sevk edildiklerini ifade etmiştir[19].
Mahkeme Başkanı’nın, Ali Şuuri Bey’e hitaben “Arslan ve Yuvacık köyleri Ermenilerini tehcir ettirmemek için güya Müdafaa-i Milliye namına 1800 lira kadar para toplanmış ve fakat Müdafaa-i Milliye’ye 400 lira vermiş olduğunuz iddia ediliyor”[20] sözleri üzerine Ali Şuuri Bey, yardım toplama kanunu ile tehcirin ayrı kanunlar olduğunu, böyle bir suçlama yapmanın mahkemenin yetki alanına girmediğini beyan etmiştir. Mahkeme Başkanı, tehcir ve öldürülme ile ilgili işlenen suçlara bakmanın yetkisi dahilinde olduğunu belirterek, Ali Şuuri Bey’den sorularına cevap vermesini istemiştir. Bunun üzerine ifadesine devam eden Ali Şuuri Bey, söz konusu yardımın, 10 Temmuz Milli Bayramı (Rumi takvime göre İkinci Meşrutiyetin İlanı) sırasında, Ermeni Başrahibinin, Devlet-i Aliye’ye sadık olanının hükûmete yardımda bulunması gerektiğine dair yaptığı konuşmaya istinaden toplandığını, Ermenilerin beş altı gün içerisinde 800 lirayı bir araya getirdiklerini ve hükûmet hazinesine hastane yapılması için verdiklerini söylemiştir[21].
Ali Şuuri Bey hakkındaki iddialar ile ilgili bilgi edinilmek maksadıyla sanıklar arasında bulunan İzmit jandarmasında görev yapmış olan Hasan Efendi salona çağrılarak sorular sorulmuş, cevap alındıktan sonra dışarıya çıkarılmıştır. Hasan Efendi’nin ifadesinden sonra, Ali Şuuri Bey, kendisine yöneltilen yeni suallere istinaden verdiği cevapta, tehcir sırasında malul ve hasta Ermenilere yardım ettiğini, bir Ermeni kızının ırzına tasallut ettiğine dair suçlamayı kabul etmediğini, bahse konu Ermeni kızı ile nikahlı olduğunu, kendisini seven ve sevmeyen Ermenilerin bulunduğunu, tehcirde isteyen Ermenilerin mallarını diledikleri gibi sattıklarını, bazı eşyaları beraberlerinde götürdüklerini, kalan mallarının emval-i metruke komisyonu tarafından kayıt altına alındığını, kendisinin Ermenilerin mallarını almadığını, yağmalamadığını, elinden geldiğince suç işlenmesine engel olduğunu söyleyerek[22], Cezaevi Müdürü İbrahim Bey’in halka yaptığı işkenceden dolayı kendisinin iki defa istifa ettiğini, ancak Ermenilerin isteği üzerine görevine yeniden döndüğünü ifade etmiş ve sözlerini sonlandırması üzerine salondan çıkartılmıştır[23].
Ali Şuuri Bey’den sonra sorgulanan Derbent Nahiye Müdürü, Vecihi Bey, mahkeme tarafından kendisine tevcih edilen sorulara cevaben, 1915 tehciri sırasında Derbent de Nahiye Müdürü olduğunu, kendi sorumluluk sahasında bulunan Arslanbey köyünde altı yüz kadar hanede Ermenilerin yaşadığını, İzmit merkezinde tehcirle ilgili görevlendirilenler tarafından yalnızca bu köyde bulunan Ermenilerin tamamının sevk edildiğini, kendisinin tehcirde bir dahlinin olmadığını, İbrahim Bey’in Derbent Nahiyesi’ne silah toplamak maksadıyla geldiğini, ancak halka işkence ettiğini görmediğini ve duymadığını söylemiştir[24].
2.Duruşma
29 Kasım 1919 tarihinde başlayan duruşmada, bir önceki oturumda Vecihi Bey’in, daha evvel Arslanbey köyündeki tehcirle ilgili yapılan soruşturma üzerine, İstanbul Divân-ı Harb-i Örfî tarafından önceden verilen durdurma kararı olduğu yönündeki beyanına istinaden, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından gönderilen yazı okunmuştur. Buna göre Arslanbey köyündeki Ardaş isimli bir kişinin mallarının gasp edilmesi ile ilgili yapılan incelemede; Vecihi Bey hakkında süren yargılamanın durdurulduğuna dair karar verildiği anlaşılmıştır. Bu yazıya dair söz alan Derbent Nahiye Müdürü, Vecihi Bey, Ardaş’ın mallarının gasp edilmesiyle suçlandığını, ancak bu şahsa ait eşyaların belediyeye verilmiş olduğunun anlaşıldığını, bu sebeple; İstanbul Divân-ı Harb-i Örfî tarafından hakkında yürütülen yargılamanın durdurulduğunu ifade etmiştir[25].
Mahkeme, Vecihi Bey’in sorgulamasına devam etmiş ve kendisine tehcir sırasında işlendiği iddia edilen suçlar ile ilgili yeni sorular yöneltmiştir. Vecihi Bey ileri sürülen suçlamalara ilişkin verdiği cevapta, 26 senedir devlet memuru olarak çalıştığını, ailesine bağlı bir baba olduğunu ifade ettikten sonra sözlerinin devamında; tehcir bittikten sonra Arslanbey köyüne gittiğinde Ermenilerin hepsinin sevk edilmiş olduğunu gördüğünü, yağmalanmış mallardan kalanları toplayarak korumaya çalıştığını, terk edilmiş malları kiliseye koyarak muhafaza ettiğini, köyde bulunan Ardaş Efendi’nin evinin, içindeki eşyaları alındıktan sonra mühürlendiğini, Nahiyeye döndüğünde taşıma işiyle meşgul Müslüman arabacıların öldürüldüğü haberini aldığını, bunu üzerine köye tekrar gittiğini, Ardaş Bey’in eşyalarının bir bölümünü belediyeye bağışladığını, gasp edildi denilen eşyaların bağışlanan eşyalar olduğunu ve Arslanbey köyünde bir çöpün bile yok olmadığını söylemiştir[26]. Mahkeme Başkanı’nın, “ikiyüzü aşkın hane tahrip edilerek bu hanelerin eşyaları gasp edilmiş” [27] şeklinde beyanına karşı cevap veren Vecihi Bey, Ermenilerin toplanan eşyaların bir komisyon huzurunda ve açık bir şekilde müzayede ile satıldığını, 600 kadar hane bulunan Arslanbey köyünde evlerin hiçbirine zarar verilmediğini, Bakkal Molla Receb’den küçük iki eşya aldığını, İstanbul’da iken Ardaş Bey’i tehdit ettiğine ve para aldığına dair iddiaların ise iftira olduğunu söylemiştir[28].
Mahkeme tarafından Vecihi Bey’in ifadesi yeterli görüldü ve salona Ahmet Çavuş getirildi. Ahmet Çavuş sorgusunda, Arslanbey köyünde bulunan Jandarma Karakolunda er olarak görev yaptığını, Karakoldaki diğer görevlilerin Karakol Kumandanı Süleyman Çavuş ile Şevket ve Hasan isimli diğer Jandarmalar olduğunu açıkladıktan sonra ifadesinde şunları söylemiştir;
“Tehcir nihayetine kadar orada bulunmuşdum. Vecihi Beyi nahiye müdürü olarak tanırım. Derbend’e hiç gitmedim. Vecihi Bey bazan bizim köye gelir ve icra-yı teftişat ederdi. Vecihi Bey Arslanbey köyüne tehcirin akşamı mı, ertesi günü mü geldi, iyice hatırlayamıyorum. Tehcir edilenleri jandarma tabur kumandanı götürmüşdü. Ermenilere verilen yirmi dört saat mühlet talebleri üzerine kırk sekiz saate iblağ olunmuşdu. Ermenilerin eşyalarını etraf köylerden gelen ahali almışdı. Bu eşya nisbeten ucuz satılıyordu. Bilfarz Ermeniler buğdayın okkasını kırk para ise otuz paradan satıyorlar ve herkese aman alınız, diye de yalvarıyorlardı. Jandarmalara katiyyen bir şey almayınız, aksi halde Divan-ı Harb’e göndeririz, diye emir vermişlerdi. Ben inek değil, tavuk bile almadım. Köyün kenarında Mıgırdıç’ı soyduğum da vaki’ değil ve yalandır. Esasen biz köyü terk edemez, daima içerde gezerdik. Çünkü vazifemiz inzibatı temin idi. Vecihi Bey iki araba kadar eşya almışdı, bunları belediye için almış imiş! (...) Lakin bu eşyayı tehcir edilen Ermenilerden almamışdı. Çünkü kendisi tehcir yapıldıkdan sonra gelmişdi. Köye mensub yirmi kadar Ermeni vardı ki bunları aileleriyle tehcir eylemişdiler ve mektebe kapamışdılar. İşte Vecihi Bey bu askerlerin satdıkları eşyadan almışdı.” demiştir[29].
Ahmed Çavuş ifadesinde bunda başka, “Vecihi Bey’in Arslanbey köyüne geldiği sırada yanında bir miktar jandarma ile 15 kadar da Çerkes bulunduğunu, o sırada Ermenilerin bu civarda 8 Türk arabacısını katlettikleri için Vecihi Bey’in Ermenilerin eşyasından on araba kadar aldığını, fakat bunların yalnızca kendisine değil yanındaki Çerkeslere ait olduğunu da” beyan etmiştir[30].
Ahmed Çavuş’tan sonra Karakol Kumandanı Süleyman Çavuş’un ifadesine başvurulmuştur. Tehcirde meydana gelen olaylar ile ilgili sorulara cevap veren Süleyman Çavuş, tehcirin gerçekleştiği 1915 yılında Arslanbey Jandarma Karakolu’nda kumandan olarak bulunduğunu, kendisine emirlerin Tabur Komutanı ve Nahiye Müdürü tarafından verildiğini, tehcirin gerçekleştirileceği gün erken saatlerde Taburda vazifeli takım komutanlarından Nail Bey’in Arslanbey’e gelerek köyü kuşattığını, köyün eşrafını çağırdıklarını, tehcir olunacaklara 48 saat mühlet verildiğini, bazı Ermenilerin eşyalarını sattığını, tehcirin yapıldığı günün akşamında köye gelen Nahiye Müdürü Vecihi Bey’in terkedilmiş eşyaları kiliseye kaldırtarak muhafaza ettiğini, 48 saat içerisinde satılamayan ve kiliseye götürülemeyen eşyalar için ise Vecihi Bey’in zaman olmadığından kendisinin bu eşyaları alacağını belirttiğini, kendisinin kalan eşyaların alınmasına engel olmak istediğini, fakat Nahiye Müdürü’nün on üç araba eşya almasına engel olamadığını ve bu durumu amirlerine rapor ettiğini söylemiştir[31]. Süleyman Çavuş’un iddiaları üzerine yüzleştirme yapmak maksadıyla salona çağrılan Ahmed Çavuş ise ifadesinde, Süleyman Çavuş’un, Vecihi Bey’in köye tehcir akşamı geldiğine dair beyanından farklı olarak Vecihi Bey’in köye tehcirin ertesi günü geldiğini söylemiştir. Vecihi Bey ise daha önce alınan ifadesinde tehcirden üç gün sonra köye gittiğini beyan etmişti. Tanıkların yüzleştirmesi sonucunda, mahkeme tarafından, Vecihi Bey’in köye tehcirden sonra gittiği kanaatine varılmış ve duruşmaya son verilmiştir[32].
ÜÇÜNCÜ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK.
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]
Kaynakça
[18] Çelik, a.g.t., s.88; Bilgi, a.g.m., s.838.
[19] Çelik, a.g.t., s.88.
[20] İkdam, 14 Ocak 1920.
[21] Bilgi, a.g.m., s.839; Çelik, a.g.t., s.89.
[22] Alemdar, 28 Kasım 1919.
[23] Çelik, a.g.t., s.89.
[24] Çelik, a.g.t., s.89.
[25] Çelik, a.g.t., s.90; İleri, 30 Kasım 1919, s. 4.
[26] Bilgi, a.g.m., s.839; Çelik, a.g.t., s.90-91.
[27] Sabah, 30 Kasım 1919.
[28] Bilgi, a.g.m., s.839.
[29] Alemdar, 30 Kasım 1919; Bilgi, a.g.m., s.840.
[30] Bilgi, a.g.m., s.840.
[31] Çelik, a.g.t., s.91-92.
[32] Sabah, 30 Kasım 1919; Çelik, a.g.t., s.92.
FACEBOOK YORUMLAR