İTTİHAT VE TERAKKİ ÜYELERİNİN YARGILANMALARI-IX
Mahkemenin Kararı
Tehcir yargılamalarının ana davası olarak görülen ittihatçıların yargılandığı Divân-ı Harb-i Örfîde gerçekleşen son iki duruşmada, savcı Reşad Bey’in iddiaları ile sanıklar hakkındaki cezalandırma ve beraat talepleri, yine savunma avukatı Ali Haydar Bey’in ve sanıkların savunmaları ile beraat istemleri dinlendikten sonra 5 Temmuz 1919 Cumartesi günü mahkeme kararını açıklamıştır. Kararda, ilk önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tarihine gidilerek, bu cemiyet mensuplarının parti kurup hükûmet ederek ülkeyi yönettikleri, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu sıkıntılardan yalnız kendilerinin yönetiminde kurtulabileceğine dair bir algı ile milletin inancını elde ettikleri anlatılmış[83] ve devamında; ittihatçıların, Trablusgarp ve Balkan Savaşları’ndaki hezimetlerin ve kayıpların sorumlusu oldukları, Osmanlı unsurları arasına ırk ve milliyet gibi kavramları sokarak ayrılık yarattıkları, Meşrutiyeti doğru mecrasından ayırarak Ermenilerin milliyetçiliğe sarılmalarına sebep oldukları, İttihat ve Terakki Partisi’nin hükûmet işlerine müdahale ettiği, Yozgat ve Trabzon tehciri sırasında işlenen suçların İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenlerinin talimatlarıyla gerçekleştiği[84], Osmanlı Devleti’nde yasama yürütme ve yargıdan oluşan üç kuvvet bulunduğu halde, İttihat ve Terakki Partisi’nin dördüncü bir kol olarak faaliyet yürüttüğü ve bu kuvvetin bir tehdit unsuru olduğu, dolayısıyla İttihat ve Terakki Partisi’nin manevi şahsiyetini oluşturan genel meclis mensuplarından halen firarda bulunan eski Sadrazam Talat Paşa ile eski Harbiye Nazırı askerlikten tardedilmiş Enver ve eski Bahriye Nazırı Cemal ve eski Maarif Nazırı Doktor Nazım Bey’lerin asıl fail olmak üzere suçlu oldukları, İttihat ve Terakki hükûmetlerinde görev almış ve firarda bulunan eski bakanların da işlenen suçlarda ikinci derecede dahillerinin olduğunun anlaşıldığı açıklanmıştır[85].
Mahkemenin kararındaki gerekçelerinden anlaşıldığı üzere, Reşad Bey’in ve savunma tarafının açıklamalarına fazla itibar edilmediği, haklarında müspet yorumlar yapılan sanıklardan Musa Kazım Efendi hakkında bile işlenen suçlardan ikinci dereceden sorumlu olduğu gerekçesiyle cezalandırma yoluna gidildiği görülmüştür[86]. Neticede, yargılanan kişiler hakkında genellikle suçlu oldukları kanaati oluştuğu anlaşılan Divân-ı Harb-i Örfîde sanıklar hakkında alınan kararlar açıklamıştır. Karara göre; firarda bulundukları için gıyaplarında yargılanan, Talat, Enver ve Cemal Beyler ile Dr. Nazım hakkında Mülkiye Ceza Kanunu’nun 45. maddesinin birinci fıkrası gereğince yokluklarında idam cezası verilmiştir. Cavid Bey, Mustafa Şeref Bey ve eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ise aynı kanunun 55. maddesinin son fıkrası uyarınca on beşer yıl kürek cezası ile hüküm giymişlerdir. Ayrıca bu üç sanık hakkında medeni haklarının hükümsüz bırakılmasına karar verilmiştir. Eski Posta, Telgraf ve Telefon Nazırı Hüseyin Haşim ile eski Âyan Reisi Rifat Beylere gelince; İttihat ve Terakki Partisi tarafından işlenen suçlarda bir paydaşlıkları olmadığı anlaşıldığından, haklarında beraatlarına karar verilmiştir[87]. Firardakilere verilen cezalar dışında mahkemenin vicahen yargılayıp ceza verdiği tek sanık olarak on beş yıl kürek cezası alan Musa Kazım Efendi’nin cezası Sultan Vahideddin tarafından geçici sürgüne çevrilmiş ve eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi Edirne’ye gönderilmiştir[88].
Divan-ı Harb-i Örf-i Kararına Karşı Gösterilen Reaksiyonlar
İttihatçıların 1908 yılından bu tarafa siyasi rakibi olan başta Hürriyet ve İtilafçılar olmak üzere muhalif olan kesim haricinde, Türk Milliyetçileri ve aydınlarının çoğunluğu her türlü siyasi mülahazadan uzak bir davranış göstererek, Ermeni ve Rumların istekleri doğrultusunda İşgal kuvvetlerinin güdümünde yapıldığı aşikâr olan İttihat ve Terakki mensuplarının yargılanmalarına karşı çıkmışlardır. Mahkemenin, İtilaf Devletleri ve ittihatçılara muhalif olanların baskısı altında olduğuna dair kanaate sahip olan Türklerin ekseriyetine göre; Divân-ı Harbi Örfîde, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam edilmesi ile başlayan ve sonrasında verilen cezalar adil olmayıp, İtlaf Devletleri’ne verilen tavizden başka bir şey değildir. ABD Yüksek Komiseri Lewis Heck, daha ilk başlarda ittihatçılar tutuklanırken Washington’a gönderdiği raporda, “tutuklamaların büyük kısmının, kişisel intikam almak amacıyla başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri’nin, Osmanlı Hükûmeti’ni kışkırtmasıyla yapıldığına dair kamuoyunda büyük bir inancın olduğunu söylemiştir.” [89] Mahkemenin ittihatçılar hakkındaki kararını açıkladığı 5 Temmuz 1919 tarihinde, İstanbul’daki hükûmet, İngilizlerin baskısı üzerine o tarihte Erzurum’da bulunan ve kongre hazırlıkları için çalışan Mustafa Kemal Paşa’yı tekrar İstanbul’a çağrılmıştır. Ancak Mustafa Kemal, 7/8 Temmuz gecesi, yapılan baskılara boyun eğmeyerek istifa etmiş ve bir “Ferd-i Mücahit” olarak Türk Milleti’nin arasında yerini almıştır[90]. İşte bu tarihten sonra Mustafa Kemal’in önderliğinde ivmelenen milli hareketin temsilcileri, Padişah’ın ve hükûmetin İtilaf Devletleri’ne boyun eğmesini kabullenemeyerek, İntikam amaçlı tutuklamaları, Malta’ya yapılan sürgünleri, Divân-ı Harb-i Örfîde alınan kararları endişe verici bulmuşlar, yargılamalar ile ülkenin işgaline zemin hazırlandığını beyan ederek milletin egemenline dayanan “Millî Mücadele” yi başlatmışlardır. Ulusal akımın Anadolu’nun dört bir yanında hızla etkisini göstermeye başlaması üzerine; “işgal İstanbul’unda Divân-ı Harb-i Örfîlerde devam eden yargılamalar” konusunda, işgale karşı verilen direniş mücadelesine destek verenler ile koşulsuz olarak saltanata ve İngiliz mandacılığına inananlar arasında, ihtilaflar olmuştur. Bu minvalde farklı görüşlere sahip olan basında, ittihatçılar hakkında verilen kararlara karşı gösterilen olumlu ve olumsuz tepkilerin olduğu da müşahede edilmiştir.
Mahkemenin bazı sanıklara verdiği cezalar, mahkeme üyeleri arasında uzlaşmazlıklara neden olduğu gibi, Padişah ve hükûmet arasında da ayrılığa sebebiyet vermiştir. Mahkeme heyetinde bulunan Mustafa Paşa (Nemrut), eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’ye verilen cezayı az bularak idama mahkûm edilmesi gerektiğini söylemiş ve karara şerh koyarak imzalamamıştır[91]. Mustafa Paşa, eski Posta Telgraf Nazırı Haşim Bey’in beraat kararına da karşı çıkmıştır. Mustafa Paşa, az bulduğu cezalara ve beraat kararına yaptığı itirazını şöyle dillendirmiştir, “Yargı hakkı, anayasa nedir? Askeri muamele yapmak lazımdır.” [92] Mustafa Paşa’nın mahkemenin verdiği cezalara karşı çıkış gerekçeleri, mahkeme üyesi olan bir hukukçunun değil militarist bir despotun söyleyebileceği ifadelerdir. Nemrut Mustafa Paşa’nın, Musa Kazım Efendi’ye verilen cezayı beğenmeyerek şerh koymasının tersine, cezayı çok bulan Padişah Vahideddin, Başkâtibi Ali Fuad Bey’in, iki defa şeyhülislamlık yapmış birisine mahkemenin verdiği on beş sene kürek cezasının siyasi bir sorun olarak tepki çekeceğine, daha önce Ermeni ve Rum din görevlileri hakkında verilen mahkûmiyet kararları nasıl bir mesele olduysa, Musa Kazım Efendi’ye yapılan muamelenin de aynı paralelde değerlendirilmesi gerektiğine, verilen cezanın affedilmesi veya azaltılmasına dair tavsiyelerine [93] uymuş ve Musa Kazım Efendi’ye verilen cezanın ülkede olumsuz bir etkisi yaratacağına ilişkin kanaati ile Divân-ı Harb-i Örfînin bu kararını onaylamamıştır. Padişahın, “beş bunak askerin verdiği hükmü tasdik etmem” dediğine dair söylentilerde bulunmaktadır[94]. Padişah Vahideddin, Musa Kazım Efendi’ye verilen cezayı siyasi bir sorun olarak görmüş ve Ayan Reisi, Şeyhülislam ve meclisi has vükela üyelerinden olan vakanüvis Abdurrahman Şeref Efendi ile istişarede bulunmuştur. Siyasi bir mesele olarak Bakanlar Kurulu gündemine alınan Musa Kazım Efendi’nin cezası ile ilgili yapılan toplantıda; Padişah’ın yaptığı istişareler sonucunda cezanın sürgüne çevrilmesine dair önerisine karşı çıkan çıkanlar olmuştur. Ahmet Abuk Paşa, alim bir kişi olan Musa Kazım Efendi’ni ittihatçılara katılarak, halkın gözünde onların prestijini arttırdığını söyleyerek, karardaki hükmün affedilmesine itiraz etmiştir[95]. Bakanlar Kurulu’nda çeşitli tartışmalar yaşanması üzerine kendi salahiyetini kullanan Padişah, Musa Kazım Efendi hakkında verilen on beş sene kürek cezasını geçici sürgün cezasına çevirmiştir[96]. Padişah Vahiddedin’in, Musa Kazım Efendi’nin cezasını sürgüne çevirdiği tarihlerde Sadrazam Damat Ferit barış görüşmeleri için Paris Barış Konferansı’nda bulunduğundan konuya müdahil olamamıştır. Ancak sonraki tarihlerde hükmün affedilmesinden mutlu olmadığını Padişah’a şu sözlerle ifade etmiştir, “Musa Kazım Efendi’nin affı çok kötü etki yaptı, olmamalı idi.” [97] Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın bu sözleri Padişah’a söyleme cesaretini İngiliz yetkililerden aldığı muhakkaktır. Kötü etki yaptı sözlerinin arkasında, Türk Milleti’nin ne düşündüğünden çok İngilizlerin kendisine göstereceği tepkiyi önemsediği anlaşılmaktadır.
Bir zaman belirtilmeden Padişahın iradesi ile Edirne’ye sürgüne gönderilen Musa Kazım Efendi’nin durumu münakaşaya yol açmıştır. Avukat Ali Haydar Bey, müvekkilinin sürgün zamanının üç ay ile bir sene arasında olabileceğini belirterek sürenin ne kadar olacağını öğrenmek maksadıyla Danıştay’a bir dilekçe sunmuş, ancak bir yanıt alamamıştır. Musa Kazım Efendi’nin sürgün süresinin üzerinden yaklaşık 6 ay geçtikten sonra Damat Ferit Paşa Hükûmeti istifa etmiş ve 2 Ekim 1919 tarihinde yeni bir hükûmet kurulmuştur. Hükûmetin değişmesinden umutlanan Musa Kazım Efendi ve Avukatı tarafından; Ali Rıza Paşa Hükûmeti döneminde Musa Kazım Efendi’nin İstanbul’a nakledilmesi yolunda yapılan girişimler de neticeye ulaşamamıştır[98].
İttihatçıların yargılandığı dava sonucunda; firarda ve Malta’da sürgünde olanlar haricinde kalan sanıklardan, sadece eski Şeyhülislam Musa Kazım Efendi hüküm giymiştir. Musa Kazım Efendi’ye verilen ceza gerekçesinde, yargılamanın mihenk noktası olan tehcire dair bir suçun isnat edilememiş olmaması da dikkat çekicidir. Musa Kazım Efendi, affedilmesi veya İstanbul’a dönmesi için hükûmet nezdinde yaptığı doğrudan teşebbüslerde bir fayda sağlayamamıştır. Sürgünde bulunurken maddi sıkıntı yaşamış ve geçimi kadar bir maaş bağlanması isteği de kabul edilmemiştir. Musa Kazım Efendi, sürgünde bulunurken Edirne’de 10 Ocak 1921 tarihinde vefat etmiştir[99].
Böylece İttihat Terakki Fırkası’nın merkezde görevli olanlarının yargılanması sona ermiş, mahkemenin, tehcir ile ilgili ortaya atılan zorlama suçları tüm parti üyelerine yükleme çabaları sonuçsuz kalmıştır. Partinin manevi şahsiyetini tüm suçlamaların odağı olarak gösterme gayretleri ise firarda bulunan liderlere verilen cezalar ile sınırlı olmuştur. Bundan sonraki safhada İttihat ve Terakki Partisi’nin taşrada temsilcisi durumunda bulunan kişiler yargılanacaklardır. Bir sonraki yazımda, İttihat ve Terakki Partisi’nin vilayetlerde ve sancaklarda görevlendirdiği Kâtib-i Mesullerinin (Sorumlu Sekreterler) Divân-ı Harb-i Örfîde gerçekleşen yargılanmalarını anlatacağım.
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]
Kaynakça
[83] TV, 13 Temmuz 1335, nr.3597 sayısına ilişik DHÖZC, 5 Temmuz 1335, s.217.
[84] Ata, a.g.e., s.219-220.
[85] Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.454-455.
[86] Ata, a.g.e., s.220-221.
[87] Divân-ı Harb-i Örfînin karar suretinin tamamını okumak için bkz. TV, 13 Temmuz 1335, nr.3597 sayısına ilişik DHÖZC, 5 Temmuz 1335, ss. 217-220; Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.450-458.
[88] Akın, a.g.m., s.81.
[89] Lewy, a.g.e., s.127.
[90] Alpaslan, a.g.e., s.44-45.
[91] Sabah, 14 Temmuz 1335 (1919), nr.10654.; Ata, a.g.e., s.222.
[92] Cavid Bey, a.g.e., s.219; Ata. a.g.e., s .221-222.
[93] Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, TTK Yayınları, Ankara, 1951, s.229; Ata, a.g.e., s.222.
[94] Cavid Bey, a.g.e., s.222. Akt. Ata, a.g.e., s. 222.
[95] Ata. a.g.e., s. 222.
[96] BOA., ŞD.,670/21, lef, 2.Akt. Ata, a.g.e., s. 222.
[97] Türkgeldi, a.g.e., s.228.
[98] BOA., ŞD.670/21, Akt. Ata, a.g.e., s.223.
[99] Ata, a.g.e., s.223.
FACEBOOK YORUMLAR