Hüseyin ALPASLAN

Hüseyin ALPASLAN

[email protected]

İTTİHAT VE TERAKKİ ÜYELERİNİN YARGILANMALARI-IV

22 Nisan 2022 - 09:26

İTTİHAT VE TERAKKİ ÜYELERİNİN YARGILANMALARI-IV

İkinci Duruşma ve Sonrasında Devam Eden Beş Duruşma
4 Mayıs 1919 tarihinde başlayan ikinci duruşmada, vicahen yargılaması yapılanlar Said Halim Paşa, Halil Bey, Ahmed Nesimi Bey, İbrahim Bey, Rıza Bey, Midhat Şükrü Bey, Ziya Gökalp Bey, Şükrü Bey, Cevad Bey ve Atıf Bey olup, Talat, Enver, Cemal, Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir, Dr. Rusuhi ve Aziz Beyler ise gıyaplarında yargılanmışlardır[37]. Duruşma başladığında sanıklardan Halil Bey, mahkemeye bir dilekçe arz etmiştir. Mahkeme Başkanı dilekçenin okunmasını istemiş, ancak iddia makamından itiraz gelmiştir. Savcı Reşad Bey, mahkemenin yargılama yetkisine dair kararının açıklamasından önce dilekçenin okunmasının usule uygun olmadığı gerekçesiyle başkanın isteğine karşı çıkmıştır. Bunun üzerine, Mahkeme Başkanı kâtibe yönelerek, yetki konusundaki müracaatlara istinaden alınan mahkeme kararını okuması talimatını vermiştir. Mahkeme, yapılan inceleme, dosyadaki raporlar ve savcılık mütalaası doğrultusunda, Divân-ı Harb-i Örfînin eski bakanları yargılama konusunda yetkili olduğuna karar vermiştir. Kararda, iddia makamı haklı bulunarak yargılanan İttihat ve Terakki mensuplarının ileri sürülen suçların işlenmesinde sorumlu oldukları ifade edilmiş ve böylece sanıkların üzerlerine atılı cürümleri gerçekleştirdikleri peşinen kabul edilmiştir. Mahkeme, yargılamada salahiyeti olmadığı hususunda yapılan itirazlar ile ilgili aldığı kararda, yalnızca yetkili olduğuna hüküm getirmemiş, tarafını da belli etmiştir. Yargılama yapılmadan İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin vazifelendirdikleri kişiler vasıtasıyla, meydana gelen öldürme olaylarından bilgileri olduğuna, dosyadaki inandırıcı kanıtlardan ve ifadelerden sanıkların isnat edilen suçları işlediklerinin anlaşıldığına dair açıklamalara kararda yer verilmiştir.
Yargılama icra edilmeden sanıkların savunmaları ve sundukları deliller incelenmeden, mahkemenin yetki hususu ile ilgili birinci duruşmada yapılan itirazlara karşı verilen kararın açıklanması sırasında, yargılama tamamlanmış gibi sanıkların doğrudan suçlu ilan edilmesi tam bir maskaralık olarak değerlendirilebilir. Bu duruma itiraz eden Avukatlar, mahkeme üyelerinin yargılama yapılmadan saflarını belli ettiklerini, okunan kararda, sanıklara, iddiaların dışına çıkılarak suçlamalar isnat edildiğini, sanıklar hakkında önceden kesin bir hükme varıldığını, hatta bu kararın resmî gazetede ilan edildiğini, mahkemenin bu yaptığı eylemin anayasaya aykırı olduğunu anlatmışlar ve “reddihâkim” talebinde bulunarak mahkeme üyelerinin görevlerinden ayrılmalarını talep etmişlerdir[38]. Avukatların itirazına cevap veren mahkeme, Örfî İdare kararnamesi ile Anayasanın ve mülki düzenlemelerin yürürlüklerinin geçici olarak durdurulduğunu ve taraflı olmadıklarını açıklayarak, yargılamaya aynı mahkemede aynı heyet tarafından devam edileceğini ilgililere tebliğ etmiştir.
Aynı gün ikinci celsede, mahkemede hazır bulunan sanıkların doğrudan yargılamasına geçilmiştir. Duruşmada sırasıyla, Midhat Şükrü Bey, Ziya Gökalp Bey, Küçük Talat Bey, Cevad Bey ve Atıf Beyler sorgulanmışlardır. Sanıkların tek tek sorgulaması yapılırken diğerleri salon dışına çıkarılmıştır. Mahkeme heyeti iddianamede yer alan suçların işlendiğinin kesin olduğu kanaatini sorgulamada da göstermiştir. Mahkemenin peşin hükmü yargılamada edindikleri tutumu da belirlemiştir.  Mahkeme Başkanı, iddianamede yer alan suçların kabulü üzerinden sanıkların da bu suçlamaları doğrular yönde ifade vermelerini sağlayacak şekilde sorular sormuş ve bu suretle tarafını ortaya koyarak yargılamayı sürdürmüştür. Mahkemenin maksadı; yasal olarak karar alıcı mekanizma olan İttihat ve Terakki Hükûmeti ve İttihat ve Terakki Partisi Umumi Merkezi arasındaki ilişkinin tespiti ile tehcir konusunda alınan kararlarda birlikte hareket edildiğinin ispat edilerek, İttihat ve Terakki Partisi’nin merkez ve taşrada görevli bütün üyelerinin işlendiği iddia edilen tüm suçlardan sorumlu olduklarını ortaya çıkartmaktır. Mahkeme, bu suçların tüm sorumlusunun İttihat ve Terakki üyeleri olduğuna önceden inandığından dolayı sorgulamayı da bu minvalde devam ettirmek istemiştir.
İlk sorgulanan Mithat Şükrü Bey, Mahkeme Başkanı’nın sorularına verdiği cevapta; tehcirin savaş sırasında askeri gerekliliklerden dolayı yapıldığını, konunun kendi görev alanı dışında kaldığını, İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nde farklı vazifeler yürütürken hükûmetin ve ordunun aldığı kararlar ile bağlantılı olmadıklarını, ancak tehcir sırasında meydana gelen bazı suistimallerden rahatsız olan İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin kötü hadiselere tepki gösterdiğini ve işittikleri hususlarla ilgili Dahiliye Nazırı’na bilgi verdiklerini, Dahiliye Nezareti tarafından sorumluların yargılanıp cezalandırılacağına dair kendilerine yanıt verildiğini ifade etmiştir[39]. Mithat Şükrü Bey’den sonra sorgulanan diğer zanlılara, Ermeni tehciri sırasında işlendiği ileri sürülen öldürme olayları ile ilgili bilgileri sorulmuş ve bu suçların meydana gelişinde İttihat ve Terakki Partisi’nin sorumluluğu ile Teşkilat-ı Mahsusa’nın partiyle bağlantısı üzerinde durulmuştur. İkinci duruşmanın, ikinci oturumunda, Mithat Şükrü, Ziya Gökalp, Küçük Talat, Cevad ve Atıf Beyler sorgulanmışlardır. [40].
İlk iki duruşmadan sonra 6-17 Mayıs tarihleri arasında devam eden beş duruşma ile toplam da 7 duruşma yapılmıştır. Sanıkların sorguları yapılırken, Ermeni tehciri sırasında meydana gelen olayların dışında, Birinci Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki hükûmetlerinin farklı icraatları üzerinden yolsuzluk, karaborsacılık, usulsüz şirketler kurmak suretiyle haksız kazanç elde etmek gibi konulara da girilerek İttihatçıları olduğu gibi suçlu ilan etmek için yoğun bir çaba harcanmıştır. Savaş sırasında çeteler tarafından işlenen suçlarda Teşkilat-ı Mahsusa’nın parmağı olduğu iddia edilerek, bu gizli örgütün İttihat ve Terakki Partisi’nin genel merkezi ile ilişkilisi ispat edilmek istenmiştir. Ancak, İttihatçılar ifadelerinde; Ermenilerin, Rus ordularının işgalinde onlarla iş birliği yaptıklarını, savaş şartlarında yapılan her şeyin vatanın bekası için olduğunu söyleyerek Doğu Anadolu’da Ermeni çetelerin Müslümanlara yaptıkları mezalim, Osmanlı askerlerinin cephe gerisinde güvenliğinin Ermeniler tarafından yapılan sabotajlarla tehlikeye atılması ve büyük isyan girişimi hazırlıklarının tespit edilmesi gibi birçok geçerli sebepten dolayı tehcire mecbur kalındığını, maksadın zararlı Ermenileri savaş bölgesi dışına nakletmek olduğunu, sevkler esnasında bazı suiistimallerin meydana geldiğini, suç işleyenlerin Osmanlı memurlarının ve vatandaşların aynı dönemde Divân-ı Harpte  yargılanarak idama kadar varan çeşitli cezalara çarptırıldıklarını söylemişlerdir. Mahkeme heyetinin tüm çabalarına karşın, Ermenilerin öldürülmesi olayları ile ilgili, Teşkilat-ı Mahsusa’nın ve İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin bağlantısını ispat edecek bir kanıta ulaşılamamıştır.
Sorgulanan bazı sanıkların mahkeme heyeti ile girdiği diyaloglar hem mahkemenin niyetinin anlaşılması hem de sanıkların ne kadar tutarlı ve idealist bir vatansever olduklarını göstermesi açısından önemlidir. Sanıklardan bazılarının sorgulanması sırasında mahkemede yaşananları anlatarak devam edeceğim. Mahkeme heyeti, İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin, hükûmetin aldığı kararlarda rolü olduğunu ispatlamak amacıyla Midhat Şükrü Bey’i sonraki duruşmalarda tekrar sorgulamıştır. Mahkeme Başkanı, Midhat Şükrü Bey’in Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden hemen önce Bahaeddin Şakir’e yazdığı şifreli telgrafı okutarak, bu şifrenin, İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin, hükûmetin kararlarında doğrudan belirleyici rol oynadığına dair bir kanıt olduğunu iddia etmiştir.  Mahkeme heyetinin iddiasına konu olan, İttihat-Terakki Partisi’nin Genel Merkezi üyelerinden Mithat Şükrü Bey tarafından Erzurum valisi vasıtasıyla Bahaeddin Şakir Bey’e gönderilen şifre şöyledir, “10 Ağustos 1330 (1914) tarihli yazımızdan ve burada görüştüğümüz bazı kişilerin ifadelerinden, Ermenilerin bizimle ortaklaşa hareket etmeye istekli olmadıkları anlaşılmıştır. Dolayısıyla kabul olunan yöntemin kendilerinden gizlenmesi gerekiyor. Ama yine de Ermeni vatandaşlarımızın refahı ve mutluluğu, esasen hükûmet ve partice çok önemli olduğundan bu hususta gerekli garantinin verilmesiyle gönüllerinin rahat olmasına gayret olunması…” [41]
Mithat Şükrü Bey, mahkemenin şifreyi ileri sürerek hükûmet işlerine karıştıklarına dair iddiasına karşı verdiği cevabında, Ermenilerin yıllardır süren isyanlarına rağmen onlara müsamaha gösterildiğini, ancak, savaş sırasında vatanı korumak için birlikte hareket etmeleri gerekirken düşmana yardım ettiklerini, gönderdiği şifreli yazıda Bahaeddin Şakir Bey’den Ermenilerle görüşerek onlara karşı Osmanlı Devleti’nin iyi niyet beslediğinin anlatılmasını, ayrıca, anlaşarak beraber hareket etmek istediklerini, görünürde olan bir savaşta aynı tarafta olmaları gerektiğini ve vatanın savunulması için çalışmaları lüzumunun bildirilmesini istediğini,  böylece iki millet arasında iyi ilişkiler kurulması adına bir çaba içerisinde olduklarını, bu eylemin hükûmete müdahale değil Türk ve Ermeniler arasındaki sorunların giderilmesi adına yapılan iyi niyetli bir çalışma olduğunu, şifreli telgrafın, Dahiliye Nezareti aracılığıyla  savaştan önce gönderildiğini söylemiştir[42].
Midhat Şükrü Bey’e İttihat ve Terakki Parti Merkezi’nin tehcirdeki mesuliyetlerine yönelik bazı sorular yönelten mahkeme heyeti, İttihat ve Terakki Partisi temsilcileri ile Kâtibi Mesullerin, yerel yöneticiler üzerinde tazyik uygulayarak tehcirin yönetilmesinde ve Ermenilere uygulanan kötü muamelede rolleri olduğuna ve emirlerine itaat etmeyen vali ve mutasarrıfların görevlerinden uzaklaştırdıklarına dair iddiaları dile getirerek, Kastamonu Valisi Reşit Paşa ile Ankara Valisi Mazhar Bey’i  bu suçlamalara örnek göstermiştir. Mahkemenin yorumunu da katarak ve delillileri de işaret ederek anlattığı bu suçlamaları reddeden Mithat Şükrü Bey,  İttihat ve Terakki Sorumlu Sekreterlerinin, hükûmetin Ermeni tehcir ile ilgili aldığı kararlarda hiçbir dahlinin ve müdahalesinin bulunmadığını, Dahiliye Nezareti’nin emrinde olan mülki makamlara emir vermelerinin ve baskı yapmalarının mümkün olmadığını, hükûmet işlerine karışmaya kalkışanları görevlerinden azlettiklerini,  örnek gösterilen valiler ile uzun yıllar süren dostlukları olduğunu, sürekli görüştüklerini, anlatıldığı gibi bir baskıdan söz etmediklerini, Reşit Paşa’nın hastalığından dolayı görevden ayrıldığını, gerekirse bu kişilerle yüzleşebileceğini söylemiştir.
Mithat Şükrü Bey’e mahkemenin yönelttiği diğer bir soru ise, İşgal İstanbul’unda siyasi iklimin İngiliz etkisinde olduğu sırada, İstanbul’da tutuklu bulunan eski 3’üncü Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın, yolsuzlukla yargılanırken hangi şartlarda verdiği bilinmeyen yazılı ifadesi üzerinden olmuştur. Sevk edilen Ermenilerin geride kalan mallarının İttihat ve Terakki Partisi’nin aldığı karar ile parti bünyesine geçirildiği iddiasına cevap veren Mithat Şükrü Bey, Vehip Paşa’nın mahkeme huzuruna çıkarak, hangi mallara, kim tarafından, nerede el konulduğunu bizzat açıklamasını istemiştir. Bu iddiaların hiçbir geçerliliği olmadığını, Ermenilerin hiçbir malının İttihat Terakki Partisi tarafından alınmadığını, aksine zor durumda bulunan Ermenilere yardım ettiklerini söylemiştir.
Jön Türklerin ve Türk Milliyetçiliğinin fikir babası olarak bilinen Ziya Gökalp’e Mahkeme Başkanı tarafından birçok soru yöneltilmiştir. Sorgulama sırasında, suçlu olduğunu tasdik ettirecek tarzdaki hileli sorulara çok açık ve net cevaplar vererek iddiaları çürüten Ziya Gökalp ile girdiği laf dalaşında, küçük düştüğünü düşünerek sinirlenen Reis Mustafa Nazım Paşa arasında ilginç anlar yaşanmıştır. Mahkeme başkanı, beşinci duruşmada Ziya Gökalp’in Türkçülük ideolojisini sorgulamaya kalkışmıştır![43] Mahkeme heyeti, İttihat ve Terakki Fırkası’na ait bir suçun varlığını ispat edemediğinden istediği netice ulaşamamıştır. Yargılamada arzu ettiği sonuca erişemeyen ve gecikmeden dolayı belli kesimlerin tepkisini çeken Divân-ı Harb-i Örfî, yeni zorlama gerekçeler türeterek, İttihatçıların ileri gelenlerinin ülkeden firar ettiklerinde mecliste bulunan vekillerin müdahale etmediklerini, dolayısıyla İttihat ve Terakki hükûmetleri ile parti merkezinin tüm uygulamalarını onaylamış olduklarını ileri sürerek cebrî bir suçlamaya gitmiştir. Dolaylı ve niyet okuyarak ürettikleri bu iddialarının cevaplarını almak için duruşmalarda Ziya Gökalp’e ilginç sorular yöneltmişlerdir. Ziya Gökalp, Mahkeme Başkanının sorularına verdiği cevaplarında, İttihat ve Terakki üyeliğinden ve Umumi Meclisten istifa ettiklerini, Mütarekeden sonra kongre toplandığında zaten parti ile ilgilerinin kalmadığını, Talat, Enver ve Cemal paşaların ülkeden ayrılmış olduklarını, bundan mütevellit kendilerinin bir fert olarak hareket ettiklerini söylemiştir. Mahkeme başkanının, “mecliste bulunan vekiller de yok değildi ya!” sorusuna Ziya Gökalp, “onu mebuslar bilir, bendeniz değilim” [44] gibi hazır cevaplar vermiştir. Mahkeme başkanının suçlamaları teyit ettirmek adına Ziya Gökalp’ten sonra Atıf, Küçük Talat ve Rıza beylere yönelttiği sorularda bir sonuç vermemiştir.
Yunanların İzmir’i işgalinden iki gün sonra, 17 Mayıs’ta yapılan yedinci duruşma, yargılanan İttihatçıların bir kısmının Malta’ya sürülmesinden önce gerçekleşen son duruşma olup Türkiye’nin İzmir’in işgaline karşı büyük bir tepki gösterdiği, duygusal yoğunlukların yaşandığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Mahkemede yargılanan İttihatçıların ısrarla ve haksız bir şekilde Ermeni kırımı ile suçlanmasına karşı hiddetlenen ve sorulara yüksek ses tonuyla cevap veren Ziya Gökalp, mahkeme heyetine ve tüm dünyaya ders verir bir şekilde şunları söylemiştir: “Milletimize iftira etmeyiniz, Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, bir Türk-Ermeni vuruşması vardır. Bize arkadan vurdular, biz de vurduk.” [45] Ziya Gökalp’in konuşmasının kamuoyunda büyük tesiri olmuştur.  Bu büyük fikir adamı, Türk Milletine, Ermeni katliamı iftirasını atanlara gerekli cevabı vermiştir. Ziya Gökalp’in tırnak içinde verdiğimiz sözlerinin mahkemede kayıt altına alınmadığını Takvim-i Vekayi’de yayınlanan 17 Mayıs 1335 (1919) tarihli Divân-ı Harb-i Örfî Zabıt Ceridelerinde yaptığımız incelemeden anlıyoruz. Kıymetli yazar ve diplomat Bilal N. Şimşir ile akademisyen-yazar Uluç Gürkan’ın eserlerinde bulunan bu manifesto niteliğindeki haykırışı yargılamaları anlatırken yazmaktan sarfınazar edemezdim. İttihat ve Terakki mensuplarının yargılamaları sürerken, İzmir’in işgali ve İtilaf Devletleri’nin yargılamalar üzerinden milliyetçiler üzerindeki kumpaslarının anlaşılmaya başlanması üzerine kamuoyundaki hava ittihatçıların lehine dönmeye başlamış, mahkemenin de Ermeni kırımı gibi bir suçlamayı dayatması zorlaşmıştır. İngilizlerin kendi amaçlarına engel gördükleri ittihatçıları ve işgale karşı çıkan Türk Milliyetçilerini Divân-ı Harbi Örfîler vasıtasıyla bertaraf etme planları suya düşmüştür. İstanbul’da ve diğer şehirlerde işgale karşı yapılan kalabalık ve ateşli gösteriler sonucunda oluşan siyasi iklim karşısında, Padişah, hükûmet ve İngilizler yeni bir politika üretme yoluna gitmişlerdir. Elbette yeni politikanın mimarı her zaman olduğu gibi İngilizler olacak ve Bekirağa Bölüğü’nde bulunan tutukluları özgür bırakmayı göze alamayan Damat Ferit Hükûmeti, İttihatçı tutukluları Malta’ya sürgün edecek olan İngiliz yetkililerine teslim edecektir[46].

BEŞİNCİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK

Hüseyin ALPASLAN
Tarihçi-Yazar
[email protected]

Kaynakça

[37] Kocahanoğlu, Divân-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.39; TV,8 Mayıs 1335, nr.3543 sayısına ilişik DHÖZC, 4 Mayıs 1335, s.15.
[38] Ata, a.g.e., s.199.
[39] Ata, a.g.e., s.200.
[40] Sanıkların sorgulanması sırasında cereyan eden konuşmaların tamamının yer aldığı Divan-ı Harb-i Örfi Zabıt Ceridelerini okumak için bk. TV, 8 Mayıs 1335, nr.3543 sayısına ilişik DHÖZC, 4 Mayıs 1335, ss.15-32; Kocahanoğlu, Divân-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, ss.47-81.
[41] Kocahanoğlu, Divân-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.175.
[42] Kocahanoğlu, Divân-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.175-176
[43] Tunaya, a.g.e., s.564.
[44] Ata, a.g.e., s.203-204; TV, 29 Mayıs 1335, nr.3561 sayısına ilişik DHÖZC, 17 Mayıs 1335, s.123; Kocahanoğlu, Divân-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.299.
[45] Gürkan, a.g.e., s.59; Şimşir, a.g.e., s.109. 
[46] Şimşir, a.g.e., s.110. 



 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum