İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ SORUMLU SEKRETERLERİNİN YARGILANMALARI-I
Mondros Mütarekesi’nden sonra İttihatçıların merkezde görevli mensupları tutuklanırken, aynı uygulama taşrada görev yapanlar için de gerçekleştirilmiştir. İttihat ve Terakki üyelerinin yargılandığı ana dava sürerken, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vilayetlerdeki temsilcileri durumunda bulunan ve uzun bir sorgulama dönemi geçiren Kâtib-i Mesullerin yargılanmasına 21 Haziran 1919 tarihinde başlanmıştır[1]. Daha iyi anlaşılabilmesi adına “Sorumlu Sekreterler” unvanını da kullanabileceğimiz Kâtib-i Mesullerin taşradaki görev ve sorumluluklarının ne olduğunu bilmek için cemiyetin nizamnamesine göz atmak gerekir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin nizamnamesine göre vilayetlerde ve sancaklarda partinin birer merkez heyeti oluşturulmuş ve bunların başına da sorumlu sekreterler atanmıştır. Mütarekeden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel merkezinde görev yapmış İttihatçılar ile ilgili tahkik heyetleri oluşturulduğu tarihte, taşrada görevli olan üyelerde soruşturmalardan muaf tutulmamış[2] ve bu amaçla Osmanlı Hükûmeti tarafından çeşitli vilayetlere tahkik heyetleri gönderilmiştir. İngilizlerin yönlendirmesiyle yapılan soruşturmaların akabinde oluşturulan tutuklama listeleri doğrultusunda göz altına alınarak Bekirağa Bölüğü’ne hapsedilen ittihatçılar hakkındaki uygulamaların hangi şartlarda ve hangi siyasi iklimde gerçekleştiğini önceden ayrıntılı olarak anlatmıştık.
Yargılamanın Başlaması ve Duruşmalar
Kâtib-i Mesuller davasının ilk duruşmasında, Mahkeme Başkanı olarak Mustafa Nazım Paşa, üyeler olarak Mustafa Paşa (Nemrut), Nazım Paşa, Recep Ferdi Bey, iddia makamında ise savcı Feridun Bey görev almışlardır. Kâtib-i Mesuller davası, toplamda icra edilen üç duruşma ve son olarak yapılan karar duruşması ile beraber yedi ay kadar sürmüştür. Mustafa Nazım Paşa başkanlığında devam eden ve oldukça uzun süren üç duruşmadan sonra; mahkeme başkanının ve üyelerin değiştirildiği, Esad Paşa’nın yeni başkan olarak görev aldığı 8 Ocak 1920 tarihli “Karar Duruşması” ile dava nihayete ermiştir[3]. Kâtib-i Mesuller davasında yargılananların kimlikleri ise şöyledir; Bursa Kâtib-i Mesulü, Dr. Ahmet Mithat Bey, Eskişehir Kâtib-i Mesulü Dr. Besim Zühdü Bey, Manisa Kâtib-i Mesulü Avni Bey, Edirne İttihat ve Terakki müfettişi Abdülgani Bey, Teceddüt Fırkası (İttihat ve Terakki’nin feshinden sonra kurulan fırka) Beyoğlu Kâtib-i Mesulü Selahattin Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti Mirgün Şubesi Katib-i Vekili Hüseyin Cevdet Bey ve Halep Kâtib-i Mesulü Mehmed Cemal Bey[4].
İttihatçıların ana davasında yargılamalar devam ederken, Divân-ı Harb-i Örfîde başlayan Katib-i Mesuller davasının ilk oturumunda Bursa, Eskişehir, Bolu, Manisa, Edirne, Beyoğlu ve Halep’te görev yapan sorumlu sekreterler mahkemeye çıkarılmışlardır. Duruşmanın başlamasıyla beraber sanıkların kimlik bilgileri teyit edildikten sonra kararname okunmuştur. Kararnamede, sorumlu sekreterlerin İttihat ve Terakki Merkezi dışında görevli olarak bulundukları vilayet ve sancaklarda cemiyetin emirleri doğrultusunda hareket etikleri, sanıkların Ermeni tehciri sırasında genel merkezde görev alan üyeler ile vasıtalı olarak aynı suçları işledikleri, tehcirde meydana gelen olaylarda dahillerinin olduğu anlatılmıştır[5]. Kararname ile sanıkların dönemin hükûmeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkarılarak yürürlüğe konulan geçici tehcir kanunu ile savaş bölgesi dışına sevkleri yapılan Ermenileri katletmek, mallarını ve mülklerini gasp etmek, suç işlemek için çeteler kurmak, savaş sırasında vurgunculuk ve karaborsacılık yaparak zengin olmak ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sözlü talimatlarıyla devlet işlerine karışmak suçlarını işledikleri ileri sürülerek yargılanmalarına karar verilmiştir[6].
İlk duruşmada kararnamenin okunmasından sonra mahkeme başkanı tarafından sanıklara hitaben avukatlarının olup olmadığı sorulmuştur. Avni bey, henüz hazır etmediklerini, avukat temin edecekleri konusunda kendilerine bilgi verilmediğini söylemiş, soruya cevap veren Selahaddin Bey ise avukat tayini hususunda şimdi bilgileri olduğunu, binaenaleyh avukat temin edeceklerini ifade etmiştir. 5 saat süren duruşma böylece sona ermiştir[7]. 23 Haziran’da başlayan ikinci duruşmada Ermeni tehciri ile ilgili ilk sorular, Selahattin Bey’den sonra mahkemeye çıkartılan Abdülgani Bey’e yöneltilmiştir. Edime İttihat ve Terakki Müfettişi Abdülgani Bey’e Edirne’de icra edilen sevklere niçin mâni olmadığı sorulmuştur. Abdülgani Bey, tehcir kanunun Vali, Polis ve Jandarma tarafından uygulandığını söyleyerek, “kanun var, yetkililerin işlerine neden müdahale edelim” demiştir. Başkanın yeni soruları üzerine cevaben, valinin işlerine karışamayacağını, askeriyenin gerekli gördüğü yerlerde tehcirin yapıldığını ve bunun bilinemeyeceğini söylemiştir. Mahkeme Başkanı sözü üyelerden Zeki Paşa’ya bırakmış ve karşılıklı soru cevap şeklinde duruşma devam etmiştir. Zeki Paşa, Abdülgani Bey’e hitaben, son olarak tehcirin haksız bir muamele olduğuna ihtimaldir dediniz, madem haksızdır İttihat ve Terakki Cemiyeti kanuna aykırı bu işlemi reddebilirdi demiştir. Zeki Paşa’nın bu açıklamasına cevap veren Abdülgani Bey, “Paşa hazretleri Edirne’de tehcir umumi değildir. Edirne’yi diğer vilayetlerden ayırmak gerekir. Tehcir gayet özeldir. Hükûmet, bir tehcir kararı almış ve Bakanlar Kurulu tarafından da onaylanmıştır. Bakanlar Kurulu’nun kararı niçin onayladığını Edirne’de bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti sorgulayamaz ve düşünemez. Alınan kararla bir savaş bölgesi olan Edirne’den az sayıda yapılan sevklerin sorgulanması takdirimizde değildir. Böyle bir şeye karşı çıkmaya bizim görgü ve tahsilimiz yetmez. Hükûmetin çıkardığı kanunlara müdahale etmemiz demek anarşi demektir. Kanunların iyiliğini kötülüğünü ayırt etmek meclisin görevidir” diyerek, cemiyetin programları gereğince bulundukları bölgede seçim işleriyle ve küçük önemsiz işlerle meşgul olduklarını ifade etmiştir[8]. Sanığın bu cevabından sonra Mahkeme Başkanı, Abdülgani Bey’e yönelerek, sevk edilenlerden öteye beriye giden hakkında bilgi alınıyor mu? Sorusunu yönelttikten sonra, bazıları sizin vilayette öldürülmüş diyorlar şeklinde konuşmuştur. Abdülgani Bey’in, akrabalarından mektuplar geldiğini işittim, Edirne Vilayeti’nde kimse öldürülmedi, kimseye tokat bile vurulmamıştır cevabından sonra, başkanın, vilayet dışında gittikleri yerlerde öldürülüp öldürülmediklerini sormuştum sözü üzerine, Abdülgani Bey, bu sualin cevabını bilmiyorum, Edirne’de öldürülen kimse yok ve sevk edilenlerin hepsi geri döndüler demiştir. Sevk edilen Ermenilerin malları ile ilgili soruya ise, tehcirde ayrılanların mallarının ve paralarının kayıt altına alınarak muntazaman muhafaza edildiğini, dönüş yapanların paralarını aldıklarını söyleyerek cevap vermiştir[9].
İkinci duruşmada, Abdülgani Bey’in mahkemeye verdiği savunmayı gazetelerde gören ve tepki gösteren Ermeniler, mahkemede sanığın Edirne tehciri ile ilgili ifadesinin tamamıyla gerçeğe aykırı olduğunu iddia ederek Divân-ı Harb-i Örfîye bir telgraf göndermişlerdir. Mahkeme Başkanı, 28 Haziran 1919 tarihinde başlayan üçüncü duruşmada, Abdülgani Bey’in salonda kalmasını, diğerlerinin çıkarılmasını isteyerek zabıt kâtibi Şefik Bey’den mahkemeye gelen telgrafı okumasını istemiştir[10]. Kâtibin telgrafı okumasının arkasından da mahkeme başkanı Abdülgani Bey’e “Bu telgrafa ne dersiniz?” sorusunu yöneltmiştir. Abdülgani Bey cevabında, “Ne söyleyim? Bu milli bir kindir. Herkes istediğini söyleyebilir… ancak bu söylenenleri gelip mahkemede ispata mecburdurlar. Kesinlikle tehcirle bir ilgim yoktur. Ne de bir kimseye etkim olmuştur. Ne de mal almışımdır. Ne de görevimi ihmal etmişimdir. Aslında onların yazdıkları telgraf benim hakkımda değildir. Milletin hakkındadır paşa hazretleri. Çünkü beni ve dolayısıyla milletimi mahkûm etmek isterler” demiştir[11]. Telgrafa verilen cevaptan sonra Mahkeme Başkanı, Abdülgani Bey’e tehcirin ne kadar sürdüğünü, o tarihte nerede olduğunu sormuştur. Abdülgani Bey cevabında, tehcir sırasında Edirne’de olduğunu, tehcirin ne kadar sürdüğünün farkında olmadığını, tehcirle meşgul olmadığını, Edirne’ye gönderilecek bir soruşturma heyetinin bu soruların cevabını mülki makamlar ile kolluk kuvvetlerinden öğrenebileceğini ve kendisine itibarını vereceğini, Edirne’nin sınır olmasından dolayı firar edenler olmasın diye tehcirin önceden haber verilmediğini, zaten Ermenilerin bir kısmının sevk edildiğini, tehcirden sonra üç yıl daha Edirne’de kaldığını, o süre zarfında Ermenilerin mallarının yağmalandığına dair hiçbir şey duymadığını, bu hususun şimdi ortaya çıktığını söyleyerek, Ermenilerin malları ile ilgili şikayetlerin mütarekeden sonra olmaya başladığını, oluşan mevcut siyasi iklimden faydalanarak çıkar elde etmek istediklerini söylemiştir[12]. Üçüncü duruşmada Abdülgani Bey’den sonra sırasıyla Cevdet, Zühdü, Selahaddin, Midhat ve Avni Beyler mahkeme huzuruna çıkarılarak sorgulanmışlardır. Katib-i Mesullere, görevli oldukları şehirlerde tehcir sırasında meydana gelen olaylar ile ilgili bilgileri ve kendilerine bir şikâyet gelip gelmediği sorulmuştur. Sanıklar bu sorulara verdikleri cevaplarda, kendilerine bir şikâyet gelmediğini, tehcirin hükûmetin salahiyetinde olduğunu, kendilerinin müdahalede bulunma yetkilerinin bulunmadığını, ihmalleri bulunan ve görevlerini kötüye kullanan kişiler hakkında hükûmet tarafından gerekli tahkikatın yapıldığını, suç işlediği kesin olarak anlaşılan kişilerin cemiyet tarafından ihraç edildiğini ifade etmişlerdir[13]. Tehcirde meydana gelen suiistimalleri teşvik ettiği ve destek verdiği iddia edilen İttihat ve Terakki Fırkası’nın, kendi mensuplarından söz konusu olaylara karışan kişileri tart ettiğine dair sanıkların mahkemedeki açıklamalarının haklılığını somut olarak ortaya koymak gerekirse; Bursa Kâtib-i Mesulü, müzayededen bir ev almak suretiyle görevini suiistimal etmesinden, Kayseri Kâtib-i Mesulü de ahlâka ters düşen hareketlerinden dolayı partiden kovulmuşlardır. Sanıklar, yargılama boyunca, mülki makamların, askeriyenin ve kolluk güçlerinin uygulamaları ile hükûmetin aldığı kararlara karşı çıkma veya müdahale etme yetkilerinin olmadığını ifade etmelerine rağmen, mahkeme başkanı, inatla, sanıklara hükûmete niçin tazyikte bulunmadıklarını ve tehcir ile ilgili icraatlarına neden mâni olmadıklarını sormuştur. Mahkeme başkanının ve heyetin sürekli olarak ve üsteleyerek sanıkları suçla ilişkilendirecek sorular sormaları, yanlı ve peşin hükümlü tutumlarını göstermektedir.
İKİNCİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]
Kaynakça
[1] Ferudun Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2017, s.224; Takvim-i Vekayi (TV), 28 Haziran 1335, nr.3586 sayısına ilişik Divân-ı Harbi Örfî Zabıt Cerideleri (DHÖZC), 21 Haziran 1335, s.161.
[2] Osman Selim Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfi Muhakematı Zabıt Ceridesi Tehcir Yargılamaları (1919), Temel Yayınları, İstanbul, 2007, s. XXXVI.
[3] Ata, a.g.e., s.224.
[4] Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.459,469,495.
[5] Ata, a.g.e., s.224-225.
[6] Kâtib-i Mesuller Davası’nın ilk duruşmasında Divân-ı Harbi Örfîde okunan kararnamenin tamamını görmek için bk. Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.464-468; TV, 28 Haziran 1335, nr.3586 sayısına ilişik DHÖZC, 21 Haziran 1335, s.163-164.
[7] Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s. 468; TV, 28 Haziran 1335, nr.3586 sayısına ilişik DHÖZC, 21 Haziran 1335, s.164.
[8] Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.474-480; TV, 5 Temmuz 1335, nr.3589 sayısına ilişik DHÖZC, 23 Haziran 1335, s.169-170.
[9] TV, 5 Temmuz 1335, nr.3589 sayısına ilişik DHÖZC, 23 Haziran 1335, s.170; Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s. 480-481.
[10] Divân-ı Harbi Örfîye bazı Ermeniler tarafından gönderilen ve Kâtib-i Mesuller Davasının üçüncü duruşmasında okunan telgrafı görmek için bkz. TV, 1335, nr.3596 sayısına ilişik DHÖZC, 28 Haziran 1335, s.205; Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.496.
[11] TV, 1335, nr.3596 sayısına ilişik DHÖZC, 28 Haziran 1335, s.205; Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, s.496-497.
[12] TV, 1335, nr.3596 sayısına ilişik DHÖZC, 28 Haziran 1335, s.206-207; Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, ss.497-501.
[13] TV, 1335, nr.3596 sayısına ilişik DHÖZC, 28 Haziran 1335, s.207-215; Kocahanoğlu Divan-ı Harb-i Örfî Muhakematı Zabıt Ceridesi, ss.501-522.
FACEBOOK YORUMLAR