Hüseyin ALPASLAN

Hüseyin ALPASLAN

[email protected]

ERMENİ TEHCİRİ VE MEHMET KEMAL BEY

17 Temmuz 2020 - 22:33

ERMENİ TEHCİRİ VE MEHMET KEMAL BEY
 
Türklerin Anadolu’ya gelip Beylikler ve Devletler kurmasından çok önce, Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) döneminde Ermenilerin tehcire tabi tutuldukları görülmektedir. Ülke güvenliği açısından tehlikeli görülmelerinden dolayı doğu sınırlarındaki Ermeni gücünü azaltmak ve Balkanlar bölgesindeki göçebe istilacılara karşı kullanılmak üzere 565-1118 yılları arasında yaklaşık beş asır boyunca defalarca ve kitleler halinde tehcir uygulanan Ermenilerin, yaşadıkları bölgeden zorla çıkartılarak; İstanbul, Bulgaristan, Makedonya, Trakya, Kıbrıs, Girit, Suriye, Lübnan ve Anadolu’nun birçok bölgesine yerleştirildikleri tarihi bir gerçektir [1]. Ermeniler, 19’uncu yüzyıla gelene kadar Osmanlı Devleti’nde sorunsuz bir unsur olarak yaşamışlar ve genellikle ticaretle uğraşmışlardır. Tanzimat fermanı ve 1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı’nın ardından 1863 yılında onaylanarak yürürlüğe giren “Ermeni Milleti Nizamnamesi”, Ermeniler arasında kültürel yenilenme ile milli bilincin gelişmesine yol açmıştır.
 
Osmanlı Devleti, 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 yıllarında meydana gelen savaşta Rusya’ya yenilerek 03 Mart 1878’de Ayastefanos (Yeşilköy) Anlaşmasını imzalamıştır. Bu anlaşmada ilk defa Ermeni meselesi uluslararası kamuoyunun gündemine gelmiş ve 1878 Berlin Anlaşmasının 61’inci maddesi ile daha ileri bir aşamaya ulaşmıştır [2].

Berlin Anlaşmasının ardından, Ermeni örgütlenmeleri ile isyanların arttığını görmekteyiz. Örgütlenmeler neticesinde komiteler ortaya çıkmıştır. Armenakan Komitesi 1885 yılında Van’da, Hınçak Komitesi 1887 yılında Cenevre’de, Taşnak Komitesi ise 1890 yılında Tiflis’de kurulmuştur [3].

1890’dan sonra doğu vilayetlerinin çoğunda Osmanlı devletine karşı ardı ardına isyanlar çıkmıştır. Ermeniler ile Müslümanlar arasındaki bu çatışmalar sırasında Osmanlı askerleri, Ermeniler ve Kürtler içerisinde karşılıklı olarak hem ölen hem de öldürenler olmuştur[4].Osmanlı Devleti’nde 1890-1910 yılları arasında, Ermeniler tarafından gerçekleştirilen, Erzurum, Kumkapı, Merzifon, Bâb-ı âli ve Adana olayları ile birinci ve ikinci Sason, Zeytun, Van isyanları, Osmanlı Bankası baskını ve II. Abdülhamid’e suikast girişimi hadiseleri meydana gelmiştir [5].

Berlin Kongresi ile Ermeni meselesi siyasi bir durum almıştır Özellikle Erzurum, Van, Diyarbakır ve Harput vilayetlerinde, İngilizler ile Patrikhanenin Ermeni nüfusunu fazla göstermek için yaptıkları çabalar dikkat çekmektedir. Dönemin İngiltere Erzurum konsolosu olan Henry Trotter verdiği raporda bu dört vilayetin Ermeni Hristiyan sayısını 649.000 olarak göstermiştir[6]. Oysa; Osmanlı Devleti’nin, 1881/1882-1893 nüfus sayımında bu dört vilayette Ermeni sayısı 281.587, Müslüman sayısı ise 1.094.739’dur [7].

Avrupa, Birinci Dünya Savaşı’na giderken Ermeni komiteleri silahlanmaya devam ediyordu. Ermeni Komiteleri, Balkan Savaşı’nda felaket yaşayan Osmanlı’nın büyük bir savaşta yıkılacağından emin olarak bu fırsatı değerlendirmeyi amaçlıyorlardı. Alman Amiral Wilhelm Souchon komutasında Osmanlı bayrağı taşıyan isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen Alman savaş gemilerinin 29 Ekim 1914’de Rusya’nın Karadeniz limanlarını bombalaması neticesinde; 02 Kasım’da Rusya, 05 Kasım’da İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiler. Osmanlı Ayan Meclisinin onayıyla 11 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı Devleti de Rusya, İngiltere ve Almanya’ya resmen savaş ilan etti. Nihayetinde Osmanlı Devleti’nin savaşa gireceği belli olunca, aynı tarihlerde organize bir şekilde Ermeni Komiteleri tarafından ayaklanmalar başlatıldı [8].

1915 yılına gelindiğinde Birleşik Krallık ve Fransız Donanmalarının Çanakkale Boğazı’nı geçme girişimleri hızlanmıştır. Şark meselesinin bir sorunu haline gelen Ermeni meselesi savaşla beraber yeni bir şekle bürünmüştür., Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşına girmesi ile bir kısım Ermeniler için, Osmanlı egemenliğinden kurtularak en azından özerk bir devlet kurma hayalleri güçlenmiştir. Rusya ile iş birliği yapan Ermeniler Van, Sason ve Bitlis’te ayaklandılar. Ayaklanmalar bastırılamamıştır. Van’daki durum Müslümanlar için tehlikeli bir hal almıştır. Çanakkale’de süren savaşın yanı sıra Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin ayaklanmaları Osmanlı Devleti’ni güç duruma düşürmüştür [9].

Ermeni ayaklanmalarının ülkenin güvenliği için büyük bir tehlikeye dönüşmesi ve yurdun batı bölgeleri dahil isyan ve ayaklanmaların devam etmesi üzerine hükümet, 24 Nisan 1915 tarihinde bir genelge hazırlayarak vilayetlere gönderdi. Genelge; Ermeni komitelerinin kapatılmasını, Komite ileri gelenleri ile zararlı faaliyetleri bulunanların tutuklanmasını içermektedir. Genelgeye uygun yapılan uyarılar, tutuklamalar ve alınan tedbirler genel isyan hazırlığını önleyememiştir.

Ermeni Komitalarının düşmanla iş birliği yapmaya devam etmesi, silahlı birlikler kurarak cephe gerisindeki çeşitli bölgelerde masum sivil halkın can mal ve ırzına saldırmaları, cinayetler, yağmalar hatta katliam yapmaları ve olaylara engel olmak isteyen Türk ordusuna karşı koymaları üzerine Osmanlı Hükümeti 27 Mayıs 1915 tarihli Sevk ve İskân Kanunu’nu çıkarmak zorunda kalmıştır. Sevk ve İskân Kanunu, 1 Haziran 1915 tarihinde Resmî Gazete olan Takvim-i Vekâyi-de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir [10]. Sevk ve İskân Kanunu ile Osmanlı ordusunun ve bölge halkının emniyeti, can, ırz ve mal güvenliği için bazı bölgelerdeki Ermenilerin o dönemde yine kendi toprağı olan Suriye ve Irak’ın kuzey bölgelerine göç ettirilmesine karar verilmiştir.

Tehcir kararı ile vilayetlerin sorumlulukları ve yapacağı uygulamalar belirlenerek sevke başlanmıştır. İlk tehcir bölgeleri daha sonra genişletilmiş ve sevk için yeni mıntıkalar tespit edilmiştir. Tehcir bütün Ermenilere uygulanmamış, İstanbul, İzmir ve Antalya gibi şehirlerden sevk olmamıştır. Ermeni tehciri ile ilgili önemli çalışmalar yapmış ve eserler ortaya koymuş olan Yusuf Halaçoğlu tehcir edilen 438.758 kişiden 382.148 kişinin iskân bölgelerine vardığını açıklamıştır [11].

Ermenilerin sevk ve iskanı sırasında can ve mal güvenliklerinin muhafaza edilmesi için Osmanlı Devleti ve yöneticilerince hassasiyet ve çaba gösterilmiş, gerekli talimat ve emirler Osmanlı hükümetince ilgililere tamim ve tebliğ edilmiştir. Görevlerini suiistimal edenlerle, kötüye kullananlara ağır cezalar verileceği bildirilmesine rağmen, Sevk bölgelerinde bulunan devlet görevlileri arasından suç işleyenler olduğu haberleri dahiliye nezaretince bilgi edinilmiştir.

1915-1916 yıllarında savaş devam ederken, tehcir esnasında suç işleyen mülki görevliler, sevk memurları, komisyon görevlileri, kâtip gibi memurların yanı sıra tehcirde gasp ve soygun yapan çete mensupları ve halktan 975 kişi Divan-ı Harp ’de yargılanmıştır. Yargılamalar sonunda 67 kişi idam, 524 kişi hapis, 68 kişi kürek ve sürgün cezaları almışlar, diğerleri ise beraat etmiştir [12].

29 Eylül 1918’de Osmanlı Devleti ile ittifak olan Bulgaristan, savaş halinde olduğu İngiltere, Fransa ve İtalya ile Bırakışma Anlaşması yapmıştır. Osmanlı Devleti için batıdan istila tehlikesi doğmuştur. Almanya’nın da bitme noktasına geldiği günlerde Osmanlı Devleti de bırakışma yapma çabaları içerisine girmiştir. İttihat ve Terakki Hükümetinin ayrılmasından sonra 14 Ekim 1918’de iş başına gelen Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, 30 Ekim 1918 tarihinde Uzlaşma Devletleri ile Mondros Anlaşmasını imzalamıştır.

Ermeni tehcirinden sorumlu tutulan, Osmanlı hükümet üyelerinden Talat Paşa 1921 yılında Berlin’de, Cemal Paşa 1922’de Tiflis’te Ermeni militanları tarafından katledildiler. Enver Paşa ise 1922’de Tacikistan’da Sovyetlere karşı Buhara güçlerinin başında iken bir çarpışmada şehit olmuştur [13].

Mondros Anlaşmasının hemen ardından 13 Kasım 1918’de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetlerinden oluşan kara birlikleri ve deniz kuvvetleri fiili olarak İstanbul’u işgal ederek tüm kritik noktaları kontrol altına almışlardır. İngilizlerle anlaşamayan tutuklama ve sürgünlerde sorumluluk almak istemeyen Tevfik Paşa hükümetinin istifası üzerine 04 Mart 1919 tarihinde Damat Ferit Paşa hükümeti iş başına gelmiştir.

Damat Ferit Paşa hükümetinin, 8 Mart 1919 tarihinde 5 maddelik bir kararnamesi ile daha önceki Divan-ı Harpler lağvedilerek, yeni Divan-ı Harb-i Örfiler oluşturulmuştur. Yeni harp mahkemelerinin oluşturulmasından hemen sonra, 10 Mart 1919 tarihinde İngilizler Ferit Paşa’ya 36 kişilik bir tutuklama listesi vermiştir.

 Yeni Harp Mahkemelerinde 10 Mart’tan itibaren tutuklananların davaları görülmeye başlamıştır. Görülen davalardan bir tanesi de “Yozgat Tehcir ve Taktil” davasıdır. Bu dava daha önce 7 Ekim 1917 tarihinde görülmüş, eski Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey “Ermeni mallarını yağmalayanları gizlemekle” suçlanarak üç ay hapis cezası almıştır. Mehmet Kemal Bey temyize giderek cezaya itiraz etmiş, Konya İstinaf Mahkemesi’nin 25 Temmuz 1919 tarihli kararıyla beraat etmiştir. Ancak İngilizlerin baskısı üzerine 5 Şubat 1919’da başlatılan “Yozgat Tehcir ve Taktil” davası Damat Ferit Paşa Hükümeti ile yeni bir safhaya girmiştir. Önceki Mahkeme başkanı Ali Fevzi Paşa istifa etmiş yerine Mustafa Nazım Paşa tayin edilmiştir[14]. Mehmet Kemal Bey tarafından mahkemede dinlenilmesi istenen 25 şahitten yalnız 3 tanesi dinlenmiştir.19 Mart 1919 tarihinden sonra hükümetin etkisi altında devam eden bu dava ile tehcirle ilgili ilk karar verilmiştir. Dava neticesinde Mehmet Kemal Bey 8 Nisan 1919 tarihinde idam cezasına çarptırılmış, 10 Nisan 1919 tarihinde idam edilmiştir [15].

10 Nisan 1919 tarihinde Beyazıt meydanında idam fermanı okunduktan sonra Mehmet Kemal Bey’e son sözü sorulunca, toplanan kalabalığa doğru yönelerek “kendisinin bir Türk memuru sıfatıyla görevini yaptığını, masum olduğunu” ardından, “çocuklarını Türk Milleti’ne emanet ettiğini” söylemiş ve “Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer buna adalet diyorlarsa kahrolsun böyle adalet!” diyerek haykırmış, sözlerini “Yaşasın Millet” diyerek sonlandırmıştır[16]. Kemal Bey’in idamı büyük bir infiale sebep olmuş, cenaze töreninin deki büyük gösteri İngilizleri şaşırtmış ve ürkütmüştür.

Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra, 14 Ekim 1922 tarihinde Boğazlıyan eski Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i “MİLLİ ŞEHİT” kabul etmiş ve ailesine maaş bağlamıştır [17].
 
Hüseyin ALPASLAN
Tarihçi- Yazar
[email protected]
 
[1] İsmail CİNGÖZ;” Ermeni Diasporası”, Ticari Hayat Gazetesi,24.04.2019.
[2] Bülent BAKAR; “Ermeni Tehciri” Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara,2013, s.24-25.
[3] Bülent BAKAR; s.33-34.
[4] Justin McCARTHY;” Ölüm ve Sürgün” (Çev. Fatma SARIKAYA) Türk Tarih Kurumu, Ankara,2018, s.130
[5] Bülent BAKAR, s.35-44.
[6] Kemal KARPAT; “Osmanlı Nüfusu (1830-1914)” (Çev. Bahar TIRNAKCI) Timaş Yayınevi, İstanbul,2003, s.93-94.
[7] Kemal KARPAT; s.188.
[8] Justin McCARTHY; s.201-202
[9] Enver Ziya KARAL; “Osmanlı Tarihi IX. Cilt” Türk Tarih Kurumu, Ankara,2011, s.452-453.
[10] Takvim-i Vekâyi, 01 Haziran 1915 http://www.tariharsivi.org/icerik/2270/tehcir-kanunu-sevk-ve-iskan-kanunu-.html
[11] Yusuf HALAÇOĞLU; “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları” Babıali Kültür Yayınevi, İstanbul,2006, s.66.
[12] Bülent BAKAR; s.133
[13] Zeki SARIHAN; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü l” Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1993, s.8.
[14] Ferudun ATA; ”İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları ”Türk Tarih Kurumu,Ankara,2017,s.153.
[15] Bilal ŞİMŞİR; “Malta Sürgünleri” Bilgi Yayınevi İstanbul,1976, s.87.
[16] Zeki SARIHAN; s.201, Tasviri-Efkâr;11 Nisan 1919.
[17] Bülent BAKAR, s.216.
                                                                                                                              
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum