BÜYÜKDERE TEHCİRİ DAVASI-III
Sevgili okurlar, aynı başlıklı yazımızın önceki bölümlerinde Birinci Dünya Savaşı sırasında Büyükdere’de yapılan yer değiştirmenin gerekçeleri ile gayrimüslimlerin sevkleri sırasında çeşitli suçların işlendiğine dair şikayetler çerçevesinde oluşturulan iddianamenin kabulü sonucunda gerçekleşen mahkemede görülen altı duruşmayı sizlere anlatmıştım Bugün ise Büyükdere tehciri davasında devam eden duruşmalar ile mahkemenin kararını ve davanın nasıl sonuçlandığını anlatarak yazımı sonlandıracağım.
7.Duruşma: 10 Mayıs 1919 Cumartesi günü yapılan duruşmada, ilk olarak mahkemeye getirilen Vasiliyadis Efendi dinlenmiştir. Şahit ifadesinde, Büyükdere’de iki adet pazar kayığı bulunduğunu, bu kayıkların kiliseye ve camiye ait olduğunu, nakiller sırasında bunların kayıkhaneye alındığını, daha sonra yerlerinde bulamadıklarını, camiye ait kayığın Merkez memuru Kerim Bey ve Muhtar Celal Efendi tarafından Hafız Mehmed Efendi’ye 100 lira karşılığında satıldığını öğrendiğini söylemiştir. Vasiliyadis Efendi’nin iddiasına karşı söz alan Muhtar Celal Efendi, askerlerin kayıklara el koyarak sözü edilen cami kayığını denize attığını, çürüyeceğini düşündüklerinden ihtiyar heyeti kararı ile cami kayığını sattıklarını, kilisenin kayığının ise Tarabya’da bulunduğunu söylemiştir. Kerim Bey’in avukatı da ihtiyar heyeti azalarından Tevfik Bey ve Mustafa Bey’in tanık olarak dinlenilmesini mahkemeden talep etmiştir[24].
Divan-ı Harbi Örfi Başkanı Mustafa Nazım Paşa, Celal ve Kerim Bey’lerin müdafaalarından sonra Vasiliyadis Efendi’nin Büyükdere eşrafından Refik Hıfzı Bey hakkındaki bilgisine başvurmuştur. Vasiliyadis Efendi ifadesinde, “Göçten önce Kerim ve Refik Bey’in iyi ilişkileri vardı. Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa Refik Bey’in ikametine uğrardı. Tehcir için anlaşarak Büyükdere’deki gayrimüslim halka on beş gün mühlet verdiler. Ancak henüz altıncı günde Kerim Bey yanında Polis ve askerlerle evime geldiler ve niçin hala gitmediğimi sordular. Daha sonra beni azarlayarak hanemden çıkardılar. Daha sonraki aylarda edindiğim haberlerden ormanda bulunun odunlarımın, çalılarımın ve evimdeki eşyalarımın alındığını öğrendim. Adliyeye bir dilekçe ile müracaat ederek mağduriyetimi anlattım. Dilekçemi Polis Müdüriyetine oradan da Merkez memuru Kerim Bey’e havale ettiler. Kerim Bey, cevaben, dilekçedeki iddialar yalandır, böyle şeyler olmamıştır diyerek evrakı müdüriyete göndermiş. Polis Müdüriyeti de evrakı “hıfzı lazım gelir” kaydıyla bir kenara bırakmış. Dilekçeden bir sonuç alamayınca iki ay sonra nüfuzlu bir kimse olan Arif Hikmet Bey’in yardımıyla bir belge alarak evime gittim. Ancak evime girmeme müsaade etmediler. Kerim Bey ile Muhtar Celal Efendi bu olaylarda birlikte iş görmüşlerdir. Refik Bey ile münasebetleri bir kadın yüzünden bozulmuştur. Bu üç kişi Büyükdere’yi aralarında yukarı, orta ve aşağı olmak üzere üçe bölmüş ve suç işlemişlerdir. Demiştir[25]. Refik Bey, Vasiliyadis Efendi’nin ifadesine itiraz ederek, suçlamaların doğru olmadığını, tanığın hasta olduğunu, tedavi için hastaneye gönderilmesi gerektiğini söylemiştir. Mahkeme başkanı başka tanık dinlenmesine gerek olmadığını söyleyerek yedinci duruşmayı sonlandırmıştır[26].
8.Duruşma: 13 Mayıs 1919 Salı günü başlayan oturumda ilk olarak şahit Muhtar Niyazi Bey’in ifadesine başvurulmuştur. Tanık ifadesinde, 1916 yılının mayıs ayından bu tarafa Büyükdere’de muhtar olarak vazife yürüttüğünü, Büyükdere’deki kayıkhanenin Harbiye Bakanlığı vasıtasıyla deniz işletmelerinin kontrolüne girdiğini, Cami kayığının denize bırakıldığını, kayığın denizde çürümemesi için köy adına 120 liraya sattıklarını, gelirin köydeki yoksullara ve caminin masraflarına harcandığını, kiliseye ait ikinci pazar kayığı hakkında bilgisinin olmadığını, tehcirden bir sene sonra ikinci muhtar olduğunu, o zamanlar sadece Cami kayığının bulunduğunu, duyduğuna göre diğer kayığın göç sırasında götürüldüğünü söylemiştir[27].
Muhtar Niyazi Bey’den sonra ihtiyar heyeti üyelerinden Süleyman Kaptan ve Mustafa Efendi tanık olarak ifade verdiler. Mahkeme Başkanı Niyazi Bey’e sorduğu soruları azalara da yöneltmiş, her ikisi de Niyazi Bey’in beyanlarının benzerini anlatmışlardır. Abdülkerim Bey lehinde şahitlik yapan iki kişi de dinlendikten sonra mahkeme başkanı Paşa, soruşturmanın yeterli olduğunu, her iki tarafın iddialarının dinlenmesi için yeni duruşmanın 18 Mayıs Pazar günü saat: 10:00’da başlayacağını söyleyerek duruşmayı sonlanmıştır[28].
9.Duruşma: 18 Mayıs 1919 Pazar günü başlayan oturum Büyükdere tehciri davasının son duruşması olmuştur. Savcı Feridun Bey, mütalaasını okuduktan sonra Büyükdere ve civarında gayrimüslimlerin nakli sırasında ve sonrasında göç edenlerin hanelerinin yağmalandığı, tahrip edildiği ve eşyalarının alındığına dair suçlamalar üzerine mahkemede yargılanan sanıklar hakkında iddia edilen suçlar ile ilgili bir delilin olmadığını, ayrıca mahkeme süresince suç işlendiğine dair bir kanaatin oluşmadığını söyleyerek; bu sebeple tüm sanıkların beraatına karar verilmesini talep etmiştir. Dava vekili Hüsnü Bey ise, böyle bir mahkemenin yapılmasından üzüntü duyduklarını, değerli zamanlarının harcandığını, mahkemenin adaletine inandıklarını ve Büyükdere’de bir suç işlenmediğini anlatarak başladığı konuşmasında şikâyetçiler ile tanıklarının tutarsız ve çelişkili ifadelerini ortaya koyan uzun bir müdafaa yapmıştır. Hüsnü Bey konuşmasının devamında müvekkili olduğu Kerim Bey’in eğitim hayatındaki başarılarından, hususi hayatındaki ahlakı ve dürüstlüğünden söz ederek bütün sanıkların beraatını talep etmiştir[29].
Refik Hıfzı Bey’in avukatı Adil Bey, müvekkili hakkında yapılan gasp suçlamasının doğru bile olsa bunun yargılama yerinin Divan-ı Harp olamayacağını öne sürerek, yapılan suçlamalar ile ilgili bir delilin olmadığına dair ayrıntılı bir açıklama yaptıktan sonra, şahitlerin ifadelerinin yalan olduğunun anlaşıldığını söylemiş ve vekili olduğu Refik Hıfzı Bey’in hususi hayatına dair bilgiler vermiştir. Sanıklardan Kerim Bey, uzun bir savunma yaparak ve hakkındaki suçlamaların doğru olmadığına dair delillerini ortaya koyarak tehcir sırasındaki vaziyeti teferruatlarıyla anlatmıştır. Kerim Bey’den sonra söz alan Refik Hıfzı ve Celal Beyler, mahkemeden adalet beklediklerini saygılarını sunarak ifade etmişlerdir[30]. Mahkeme Başkanı tarafından iddia ve savunma taraflarının sundukları beyanlar ile taleplerin incelenerek hüküm verileceği ilgililere bildirilmiş ve duruşmaya son verilmiştir[31].
Büyükdere Tehciri Davasında Kararın Açıklanması
Divan-ı Harbi Örfi tarafından 24 Mayıs 1919 tarihinde açıklanan Büyükdere tehciri davası kararında, Büyükdere eşrafından Refik Bey hakkında hırsızlık suçlamasında bulunan kişilerin verdikleri ifadelere itibar edilmediği anlaşılmıştır. Merkez memuru Kerim Bey ile bölgenin ileri gelenlerinden olan Refik Bey hakkında yapılan hırsızlık ve yağmacılık gibi suçlamalara dair bir delilin bulunamadığı, mahkeme heyetinin bu hususta suçsuz olduklarına dair kanaatte olduğu kararda yazılmıştır[32]. Öyle ki; savcı Feridun Bey’de son duruşmada sanıkların suçsuz olduğu yönünde beyanda bulunarak beraatlarını istemiştir. Mahkeme, Kerim Bey hakkında iddia edilen suçlardan dolayı bir cezaya gerek olmadığına karar vermiş, ancak görevi gereği hırsızlık olaylarına engel olmadığından suistimal suçunu işlediğine kanaat getirerek bir sene hapis ve bir sene memuriyetten men cezası vermiştir. Mahkeme, Refik Bey’in, göç sırasında Büyükdere’deki dalyanın ortağı olan Alexo’dan işletmeyi zorla ve korkutarak ucuza kiralamasını şiddet sebebi sayarak kendisini iki sene hapis cezasına çarptırmıştır. Davadaki diğer sanıklardan Hafız Mahmud Efendi ile Muhtar Celal Efendi’nin ise beraatlarına karar verilmiştir[33]. Zanlılar hakkında kararlar açıklanırken mahkeme üyelerinden Mustafa Paşa, Refik Bey’in şiddet, Kerim Bey’inde suistimal suçlarını işlemediklerine dair inancını söyleyerek verilen cezalara katılmadığını, sanıkların beraat etmeleri gerektiğini söylemiştir[34].
Sonuç olarak; Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus savaş gemilerinin saldırıları nedeniyle evlerinin yerlerinin değiştirilmesine Osmanlı Hükûmeti tarafından karar verilen gayrimüslimlerin aslında bir tehcire tabi tutulmadıkları, yalnızca ikamet değişikliğine gidildiği, savaştan sonra birçoğunun tekrar evlerine döndükleri anlaşılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan yenilgiyle ayrılması, Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesiyle ortaya çıkan ortamdan istifade ederek bölgede bazı çıkarlar elde etmek isteyen Rumlar ile bu vesile ile ittihatçıları cezalandırmak isteyen işgal kuvvetleri, muhalifler ve gayrimüslim gruplar tehcir yapıldı bahanesinin arkasına sığınarak uydurma suçlamalar ile Divan-ı Harpler üzerinden maksatlarına ulaşmak istemişlerdir. Ancak, Büyükdere tehciri davasında, Divan-ı Harbi Örfi’de 23 Nisan 1919-24 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen dokuz duruşma neticesinde alınan kararla; iddia edilen suçlamaların doğru olmadığı anlaşılmış ve Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumu çıkarları için istismar etmek isteyenler amaçlarına erişememişlerdir.
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]
Kaynakça
[24] Çelik, a.g.t., s. 119.
[25] Çelik, a.g.t., s. 119-120.
[26] Hadisat, 11 Mayıs 1919.
[27] Çelik, a.g.t., s. 120.
[28] Hadisat, 13 Mayıs 1919; 1919, Çelik, a.g.t., s. 121.
[29] Çelik, a.g.t., s. 121-123.
[30] Çelik, a.g.t., s. 124.
[31] Memleket,20 Mayıs 1919.
[32] BOA., DH. HMŞ.,3/1-150.(s.a)
[33] Osman Selim Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfi Muhakematı Zabıt Ceridesi Tehcir Yargılamaları (1919), Temel Yayınları, İstanbul, 2007, s. 547; Ata, a.g.e., s.189.
[34] Takvim-i Vekayi, 24 Mayıs 1919, nr.3618.
Sevgili okurlar, aynı başlıklı yazımızın önceki bölümlerinde Birinci Dünya Savaşı sırasında Büyükdere’de yapılan yer değiştirmenin gerekçeleri ile gayrimüslimlerin sevkleri sırasında çeşitli suçların işlendiğine dair şikayetler çerçevesinde oluşturulan iddianamenin kabulü sonucunda gerçekleşen mahkemede görülen altı duruşmayı sizlere anlatmıştım Bugün ise Büyükdere tehciri davasında devam eden duruşmalar ile mahkemenin kararını ve davanın nasıl sonuçlandığını anlatarak yazımı sonlandıracağım.
7.Duruşma: 10 Mayıs 1919 Cumartesi günü yapılan duruşmada, ilk olarak mahkemeye getirilen Vasiliyadis Efendi dinlenmiştir. Şahit ifadesinde, Büyükdere’de iki adet pazar kayığı bulunduğunu, bu kayıkların kiliseye ve camiye ait olduğunu, nakiller sırasında bunların kayıkhaneye alındığını, daha sonra yerlerinde bulamadıklarını, camiye ait kayığın Merkez memuru Kerim Bey ve Muhtar Celal Efendi tarafından Hafız Mehmed Efendi’ye 100 lira karşılığında satıldığını öğrendiğini söylemiştir. Vasiliyadis Efendi’nin iddiasına karşı söz alan Muhtar Celal Efendi, askerlerin kayıklara el koyarak sözü edilen cami kayığını denize attığını, çürüyeceğini düşündüklerinden ihtiyar heyeti kararı ile cami kayığını sattıklarını, kilisenin kayığının ise Tarabya’da bulunduğunu söylemiştir. Kerim Bey’in avukatı da ihtiyar heyeti azalarından Tevfik Bey ve Mustafa Bey’in tanık olarak dinlenilmesini mahkemeden talep etmiştir[24].
Divan-ı Harbi Örfi Başkanı Mustafa Nazım Paşa, Celal ve Kerim Bey’lerin müdafaalarından sonra Vasiliyadis Efendi’nin Büyükdere eşrafından Refik Hıfzı Bey hakkındaki bilgisine başvurmuştur. Vasiliyadis Efendi ifadesinde, “Göçten önce Kerim ve Refik Bey’in iyi ilişkileri vardı. Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa Refik Bey’in ikametine uğrardı. Tehcir için anlaşarak Büyükdere’deki gayrimüslim halka on beş gün mühlet verdiler. Ancak henüz altıncı günde Kerim Bey yanında Polis ve askerlerle evime geldiler ve niçin hala gitmediğimi sordular. Daha sonra beni azarlayarak hanemden çıkardılar. Daha sonraki aylarda edindiğim haberlerden ormanda bulunun odunlarımın, çalılarımın ve evimdeki eşyalarımın alındığını öğrendim. Adliyeye bir dilekçe ile müracaat ederek mağduriyetimi anlattım. Dilekçemi Polis Müdüriyetine oradan da Merkez memuru Kerim Bey’e havale ettiler. Kerim Bey, cevaben, dilekçedeki iddialar yalandır, böyle şeyler olmamıştır diyerek evrakı müdüriyete göndermiş. Polis Müdüriyeti de evrakı “hıfzı lazım gelir” kaydıyla bir kenara bırakmış. Dilekçeden bir sonuç alamayınca iki ay sonra nüfuzlu bir kimse olan Arif Hikmet Bey’in yardımıyla bir belge alarak evime gittim. Ancak evime girmeme müsaade etmediler. Kerim Bey ile Muhtar Celal Efendi bu olaylarda birlikte iş görmüşlerdir. Refik Bey ile münasebetleri bir kadın yüzünden bozulmuştur. Bu üç kişi Büyükdere’yi aralarında yukarı, orta ve aşağı olmak üzere üçe bölmüş ve suç işlemişlerdir. Demiştir[25]. Refik Bey, Vasiliyadis Efendi’nin ifadesine itiraz ederek, suçlamaların doğru olmadığını, tanığın hasta olduğunu, tedavi için hastaneye gönderilmesi gerektiğini söylemiştir. Mahkeme başkanı başka tanık dinlenmesine gerek olmadığını söyleyerek yedinci duruşmayı sonlandırmıştır[26].
8.Duruşma: 13 Mayıs 1919 Salı günü başlayan oturumda ilk olarak şahit Muhtar Niyazi Bey’in ifadesine başvurulmuştur. Tanık ifadesinde, 1916 yılının mayıs ayından bu tarafa Büyükdere’de muhtar olarak vazife yürüttüğünü, Büyükdere’deki kayıkhanenin Harbiye Bakanlığı vasıtasıyla deniz işletmelerinin kontrolüne girdiğini, Cami kayığının denize bırakıldığını, kayığın denizde çürümemesi için köy adına 120 liraya sattıklarını, gelirin köydeki yoksullara ve caminin masraflarına harcandığını, kiliseye ait ikinci pazar kayığı hakkında bilgisinin olmadığını, tehcirden bir sene sonra ikinci muhtar olduğunu, o zamanlar sadece Cami kayığının bulunduğunu, duyduğuna göre diğer kayığın göç sırasında götürüldüğünü söylemiştir[27].
Muhtar Niyazi Bey’den sonra ihtiyar heyeti üyelerinden Süleyman Kaptan ve Mustafa Efendi tanık olarak ifade verdiler. Mahkeme Başkanı Niyazi Bey’e sorduğu soruları azalara da yöneltmiş, her ikisi de Niyazi Bey’in beyanlarının benzerini anlatmışlardır. Abdülkerim Bey lehinde şahitlik yapan iki kişi de dinlendikten sonra mahkeme başkanı Paşa, soruşturmanın yeterli olduğunu, her iki tarafın iddialarının dinlenmesi için yeni duruşmanın 18 Mayıs Pazar günü saat: 10:00’da başlayacağını söyleyerek duruşmayı sonlanmıştır[28].
9.Duruşma: 18 Mayıs 1919 Pazar günü başlayan oturum Büyükdere tehciri davasının son duruşması olmuştur. Savcı Feridun Bey, mütalaasını okuduktan sonra Büyükdere ve civarında gayrimüslimlerin nakli sırasında ve sonrasında göç edenlerin hanelerinin yağmalandığı, tahrip edildiği ve eşyalarının alındığına dair suçlamalar üzerine mahkemede yargılanan sanıklar hakkında iddia edilen suçlar ile ilgili bir delilin olmadığını, ayrıca mahkeme süresince suç işlendiğine dair bir kanaatin oluşmadığını söyleyerek; bu sebeple tüm sanıkların beraatına karar verilmesini talep etmiştir. Dava vekili Hüsnü Bey ise, böyle bir mahkemenin yapılmasından üzüntü duyduklarını, değerli zamanlarının harcandığını, mahkemenin adaletine inandıklarını ve Büyükdere’de bir suç işlenmediğini anlatarak başladığı konuşmasında şikâyetçiler ile tanıklarının tutarsız ve çelişkili ifadelerini ortaya koyan uzun bir müdafaa yapmıştır. Hüsnü Bey konuşmasının devamında müvekkili olduğu Kerim Bey’in eğitim hayatındaki başarılarından, hususi hayatındaki ahlakı ve dürüstlüğünden söz ederek bütün sanıkların beraatını talep etmiştir[29].
Refik Hıfzı Bey’in avukatı Adil Bey, müvekkili hakkında yapılan gasp suçlamasının doğru bile olsa bunun yargılama yerinin Divan-ı Harp olamayacağını öne sürerek, yapılan suçlamalar ile ilgili bir delilin olmadığına dair ayrıntılı bir açıklama yaptıktan sonra, şahitlerin ifadelerinin yalan olduğunun anlaşıldığını söylemiş ve vekili olduğu Refik Hıfzı Bey’in hususi hayatına dair bilgiler vermiştir. Sanıklardan Kerim Bey, uzun bir savunma yaparak ve hakkındaki suçlamaların doğru olmadığına dair delillerini ortaya koyarak tehcir sırasındaki vaziyeti teferruatlarıyla anlatmıştır. Kerim Bey’den sonra söz alan Refik Hıfzı ve Celal Beyler, mahkemeden adalet beklediklerini saygılarını sunarak ifade etmişlerdir[30]. Mahkeme Başkanı tarafından iddia ve savunma taraflarının sundukları beyanlar ile taleplerin incelenerek hüküm verileceği ilgililere bildirilmiş ve duruşmaya son verilmiştir[31].
Büyükdere Tehciri Davasında Kararın Açıklanması
Divan-ı Harbi Örfi tarafından 24 Mayıs 1919 tarihinde açıklanan Büyükdere tehciri davası kararında, Büyükdere eşrafından Refik Bey hakkında hırsızlık suçlamasında bulunan kişilerin verdikleri ifadelere itibar edilmediği anlaşılmıştır. Merkez memuru Kerim Bey ile bölgenin ileri gelenlerinden olan Refik Bey hakkında yapılan hırsızlık ve yağmacılık gibi suçlamalara dair bir delilin bulunamadığı, mahkeme heyetinin bu hususta suçsuz olduklarına dair kanaatte olduğu kararda yazılmıştır[32]. Öyle ki; savcı Feridun Bey’de son duruşmada sanıkların suçsuz olduğu yönünde beyanda bulunarak beraatlarını istemiştir. Mahkeme, Kerim Bey hakkında iddia edilen suçlardan dolayı bir cezaya gerek olmadığına karar vermiş, ancak görevi gereği hırsızlık olaylarına engel olmadığından suistimal suçunu işlediğine kanaat getirerek bir sene hapis ve bir sene memuriyetten men cezası vermiştir. Mahkeme, Refik Bey’in, göç sırasında Büyükdere’deki dalyanın ortağı olan Alexo’dan işletmeyi zorla ve korkutarak ucuza kiralamasını şiddet sebebi sayarak kendisini iki sene hapis cezasına çarptırmıştır. Davadaki diğer sanıklardan Hafız Mahmud Efendi ile Muhtar Celal Efendi’nin ise beraatlarına karar verilmiştir[33]. Zanlılar hakkında kararlar açıklanırken mahkeme üyelerinden Mustafa Paşa, Refik Bey’in şiddet, Kerim Bey’inde suistimal suçlarını işlemediklerine dair inancını söyleyerek verilen cezalara katılmadığını, sanıkların beraat etmeleri gerektiğini söylemiştir[34].
Sonuç olarak; Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus savaş gemilerinin saldırıları nedeniyle evlerinin yerlerinin değiştirilmesine Osmanlı Hükûmeti tarafından karar verilen gayrimüslimlerin aslında bir tehcire tabi tutulmadıkları, yalnızca ikamet değişikliğine gidildiği, savaştan sonra birçoğunun tekrar evlerine döndükleri anlaşılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan yenilgiyle ayrılması, Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesiyle ortaya çıkan ortamdan istifade ederek bölgede bazı çıkarlar elde etmek isteyen Rumlar ile bu vesile ile ittihatçıları cezalandırmak isteyen işgal kuvvetleri, muhalifler ve gayrimüslim gruplar tehcir yapıldı bahanesinin arkasına sığınarak uydurma suçlamalar ile Divan-ı Harpler üzerinden maksatlarına ulaşmak istemişlerdir. Ancak, Büyükdere tehciri davasında, Divan-ı Harbi Örfi’de 23 Nisan 1919-24 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen dokuz duruşma neticesinde alınan kararla; iddia edilen suçlamaların doğru olmadığı anlaşılmış ve Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumu çıkarları için istismar etmek isteyenler amaçlarına erişememişlerdir.
Hüseyin ALPASLAN;
Tarihçi-Yazar
[email protected]
Kaynakça
[24] Çelik, a.g.t., s. 119.
[25] Çelik, a.g.t., s. 119-120.
[26] Hadisat, 11 Mayıs 1919.
[27] Çelik, a.g.t., s. 120.
[28] Hadisat, 13 Mayıs 1919; 1919, Çelik, a.g.t., s. 121.
[29] Çelik, a.g.t., s. 121-123.
[30] Çelik, a.g.t., s. 124.
[31] Memleket,20 Mayıs 1919.
[32] BOA., DH. HMŞ.,3/1-150.(s.a)
[33] Osman Selim Kocahanoğlu, Divan-ı Harb-i Örfi Muhakematı Zabıt Ceridesi Tehcir Yargılamaları (1919), Temel Yayınları, İstanbul, 2007, s. 547; Ata, a.g.e., s.189.
[34] Takvim-i Vekayi, 24 Mayıs 1919, nr.3618.
FACEBOOK YORUMLAR