Hakkı Suat YILMAZER

Hakkı Suat YILMAZER

[email protected]

ALINTILAR VE DÜŞÜNCELER – 2

21 Kasım 2020 - 18:49 - Güncelleme: 21 Kasım 2020 - 18:55

                                               ALINTILAR VE DÜŞÜNCELER – 2


            “Büyük insanlar kendi ıstıraplarını seven insanlardır.”
            Ne boy uzunluğu, ne mal varlığı, ne mülk bolluğu, ne yakışıklılık/güzellik… Hiçbiri büyük insan olmaya yeterli değildir. Büyük insan; olgundur, anlayışlıdır, ileri görüşlüdür, bilgilidir, bilgisini şer işlere değil hayır işlerine kullanır, merak edendir, sorgulayan ve düşünendir. Hayatı idrak eden ve gerçekçi yönüyle olabilecekleri en baştan kabullenebilendir. Tüm bu özellikte olan insanlar, hayat içerisindeki acı dolu şeyleri de kabul eder. İşte bu kabul ediş çok önemlidir.
Hayat içerisinde her insanın bir acısı bir ıstırabı vardır. Bu ıstırap birçok kişiyi çökertir, yıkar, güçsüzleştirir. Yeniden ayağa kalkabilmek de ancak güçlü insanların yapabileceği bir şeydir. Güçsüz insanlar ise çaresizce bu yıkıntının altında son nefeslerine kadar kalırlar. Büyük insanlar ise hayatın tüm acılarına, ıstıraplarına karşı önceden tedbir almış ve durumu kabullenmiştir. Olası bir duruma karşı hazır kıta beklemektedir. Elbette ki büyük insanlar da acı yaşar, ıstırap çeker. Elbette ki onların da yüreği yanar. Fakat o insanlar, hissettiklerinden fayda sağlamayı öğrenmiş, acıdan bile tecrübe edinmeyi kavramış, yüreğini yakan ıstırabı sevmiştir.
Dışarıdan bakınca inanılası gelmeyebilir ama bazı insanlar acıdan keyif alabilir. Mazoşistlik ile karıştırılmaması gereken bu durum, başka bir boyuttur. Ancak duygudaşlar anlar.
Üzerine daha uzun yorumlar yapılabilir fakat alıntı yapılan sözün anlatmak istediği şeyi, bizde uyandıran duygu ve düşünceyi, izah etmek yeterlidir diye düşünüyorum. Bu vesileyle, Erlik romanında geçen bu sözün sahibi yazar büyüğümüz Metin Savaş’a da teşekkür edelim. Ne için teşekkür ediyoruz? Elbette ki zihnimizde oluşan düşünceyi bizden önce kelimelere döktüğü ve bize düşüncelerimizi açıklama noktasında destek verdiği için teşekkür ediyoruz.
            ***
            ''...Beni anlamıyorlardı zararı yok. Zaten beni daha kimler anlamadı...''
            Anlaşılmamanın verdiği acı, her yüreğin kaldırabileceği cinsten bir acı değildir. Oğuz Atay dendiğinde Türk Edebiyatının usta kalemlerinden birisi olduğu akla gelir. Oğuz Atay’ın yalnızlık hissini doruklarda yaşaması, yaşarken anlaşılmayı istemesinin sebebi de diyebiliriz. Eserlerindeki bu hissiyat, okurları tarafından derinden hissedilir. Oğuz Atay okurları başka okurlara benzemez bu yüzden. Oğuz Atay da başka bir yazara benzemez. Türk edebiyatındaki konumu çok farklı bir noktadadır. Eserlerindeki her cümle o kadar kıymetlidir ki istatistik tutulsa en çok alıntı yapılan kitaplar arasındadır Oğuz Atay kitapları. Birçok duyguyu en estetik, en akılda kalıcı, en içten, akıllardan kolay silinmeyecek biçimde verebilmesi başlı başına bir başarıdır.
            Gelelim alıntı yaptığımız söze…
            Oğuz Atay’ın eserlerinde de sıkça belirttiği “anlaşılmamak” durumu maalesef ki birçok insanın da kaderi… Günümüz dünyasında birbirlerini anlamaya çalışan insan sayısı da her geçen gün azalıyor. Kimse kimseyi tanımak, anlamak, onunla arasında bağ kurmak gibi bir sorumluluk taşımıyor. Komşusu açken tok yatanların varlığı önlenemez derecede artıyor. Kaba tabirle kimse kimsenin umurunda değil. Günümüzde durum bu, geçmişte yani Oğuz Atay’ın eserlerini yazdığı dönemde de durum bu denli miydi bilinmiyor. Fakat çok fark eden bir tarafının olmadığını düşünüyorum. Her dönemde her çağda benzer durumlar mutlaka yaşanmıştır. Oğuz Atay gibi hassas ruhlu insanlar da aynı anlaşılmamak girdabına kapılmıştır.
Bu vesileyle Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken kitabını da okumanızı tavsiye edelim.
***
“Baba! Yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun?”
Bana göre Türk sinemasının çok etkileyici birkaç filminden biridir Babam ve Oğlum… Olay örgüsünün gerçekçi ve hatasız olması, oyuncu-karakter eşleşmelerinin doğru yapılması, oyuncuların üstün performanslarına eşlik eden güçlü bir senaryo, filmin hafızalara kazınmasını sağlamıştır. Baba ile oğul arasındaki anlaşmazlığın büyümesi ve önemli bir yol ayrımına girilmesi filmin temel konusudur. Akabinde olaylar gelişir. Aile evini terk eden oğul yıllar içerisinde kendi yuvasını kurmuş, 80 İhtilali sırasında hamile olan eşini kaybetmiş ve ufacık oğluyla bir başına kalmıştır. İhtilal zamanı hapse girmesinden dolayı bazı sağlık sorunları yaşayan adam, küçük çocuğunu alarak yıllar evvel terk ettiği baba evine dönmüştür. Baba ile oğul arasındaki tatsızlık uzun süre devam etmiştir. Torun ile dede arasındaki kaynaşma ise beklenenden hızlı olmuştur fakat aynı şey baba ile oğul arasında gerçekleşmemiştir. Aradaki küslük ancak günler sonra sabaha karşı yapılan duygulu bir konuşmayla son bulmuştur.
Hastalığının ilerlediğini ve ömrünün çok az kaldığını bilen oğul, babasıyla sitem ile çaresizlik duygusunun karışımı bir konuşma yapmıştır. Kendi ölümünden sonra küçük çocuğunun tek başına kalmasından endişe eden, kendisiyle aynı kaderi yaşamasını istemediği küçük çocuğunu babasına emanet etmiştir. “Ben ölüyorum baba!” diyememiştir ama söylenecek en güzel sözlerle duygusunu ifade edebilmiştir. Şuan eminim ki gözünüzde o sahne canlanmıştır. İşte tam da o sırada milyonlarca insan gibi beni de çok etkileyen ve hiç unutamadığım o meşhur konuşmayı yapmıştır:
“Baba! Yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? Gözü arkada kalmak böyle bir şey galiba. Kaç gündür onu itmek istiyorum bana sarılınca, beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum. Onun hayatında yutkunamadığı bir yumru olacağım için de kendimden nefret ediyorum. Ona bir oda ver baba! Bir evi olsun. Ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev.”
Filmi seyrettikten sonra bizlerin de yüreği yangın yeri gibi oldu. Fakat eminim ki izlediğimiz bir filmden etkilenmekten çok daha fazlasıydı. Dişlerimizi kenetleyip, her defasında boğazımızdan aşağı ittirdiğimiz dertlerimizin alevleriydi. Kimimiz babamızın yokluğuna alışamamıştık, kimimiz aileden uzak yalnız bir hayat yaşamaya… Kim bilir belki de hiç tahmin edemeyeceğimiz şeyler yüreğimizi yakıp kavuruyordu.
Babam ve Oğlum, bir gün hayatımıza girdi ve o günden sonra ağlayarak rahatlamak isteyen her kişinin tekrar tekrar izlediği bir film oldu. Filmden öte bir konuma sahip oldu.
Bu vesileyle senaryosunu yazan ve yönetmenliğini yapan Çağan Irmak’a da Babam ve Oğlum’u bizlere sunduğu için teşekkür edelim.

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum