BAB’ÜL MENDEBLİ YEMEN VE ALPARSLAN TÜRKEŞ
Yazıma önemli bir anımı paylaşarak başlamak istiyorum.
“1995 yılı idi. Meclise MHP Yozgat Milletvekili değerli ağabeyim Yaşar Erbaz’la görüşmek için gitmiştim.
Yaşar ağabey Başbuğ’un kendisini istediğini söyleyerek, beraber gidelim müsaitse sende yanına girer, bana sorduğu onun cevaplayacağı şeyler dediğim konuyu da izni olursa sorarsın dedi ve Başbuğumun makamına girdik.
Odasında Urfa’dan gelen 5 misafiri vardı.
Elini sevgiyle ve hürmetle öptüm ve kendinin işareti üzerine de boş olan bir sandalyeye iliştim. Yaşar ağabey misafirlerce verilen yere, Başbuğa yakın bir koltuğa oturdu.
Urfalı misafirleri ile konuşurken önceden Milli Eğitim Müdürlüğü de yaptığını öğrendiğim bey, Arap ülkelerinden bahsederken oralara giden insanlarımızın ters düşüncelerle döndüğünü söyledi ve “Genel başkanım dünde bugünde bize zararı dokunmuş bu insanlarla daha uzak olmak iyi değil mi?” dedi.
Başbuğun belli etmemesine rağmen sinirlendiğini hissetim. Sesi dolgunlaşmış ve yükselmişti.
Ortadoğu coğrafyası ve orada olan ülkelerle ilgili önemli bir konuşma yaptı. Ama içinde beynime sıkı sıkıya not ettiğim Yemen’den bahsetmesiydi. Yemen’in siyasi durumundan, Bab’ül Mendeb Boğazından, Yemen Türküsünden bahsetti. Ve Yemen coğrafyasının bizim coğrafyamız gibi önemli bir coğrafya olduğunu kısaca anlattı. Anlatımından sonra sanki Yemen’e gidip gelmiş kadar olmuştum”
Altına şu notu yazmışım, “makamından ayrıldıktan sonra Bakanlıkta ki odama geldim ve aklımda kalanları kâğıda döktüm”
Nur içinde yat Başbuğum,
Size ve sizin gibilere Türkiye’nin ve Türk dünyasının ihtiyacı var.”
***
Dünya kamuoyunu meşgul eden olayları değerlendirirken öncül olarak düşünülmesi ve incelenmesi gereken, konunun Türkiye ile ilgisi ve etkileme gücü neler olabilirliğidir.
Dünya ve Türkiye gündeminde olmayan ama Orta Doğu ve Anadolu’da yaşayanları yakından ilgilendiren sorunlardan biri de Yemen’in durumudur.
Yemen sorunu Türkiye’yi neden ilgilendirmektedir?
Tarih bilgisi ve bilinci olan Türk insanın hafızasında Yemen ile ilgili az-çok hatıra vardır.
Yemen, bir asır öncesine kadar idaremiz altında dört asır yaşayan bir toprak parçasıdır.
Bu coğrafya Orta Doğu’da stratejik noktadadır ve uğrunda binlerce şehit verdiğimiz topraktır.
“Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne figandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Ah o yemendir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş'tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir” denilen yerdi
***
Bizim yüreğimizde acı izi olan Yemen’in ekonomik, coğrafi ve siyasi durumu ile ilgili vereceğimiz bilgiler Yemen’in iç savaşa sürüklenmeden önceki bilgileridir.
Yemen Cumhuriyeti, Ortadoğu devletidir.
Kuzeyinde Suudi Arabistan, doğusunda Umman olmak üzere iki komşusu vardır.
Güneyde Aden Körfezi ve Arap Denizi, batıda Kızıldeniz ile çevrilidir.
İç savaş başlamadan önce 27 milyon civarında nüfusu vardı.
Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslümandır ve bunun da büyük çoğunluğu Şii mezhebindendir.
1517 yılında Memlüklülerin elinden Osmanlılarca alınmış ve bu birlikteliğimiz 1918 yılına kadar devam etmiştir. Yani 401 yıl bizim egemenliğimiz altında insan onuruna yakışır şekilde yaşamıştır.
***
Yemen’de son yıllarda kardeş kardeşe zarar vermekte, huzur ve can güvenliği bulunmamaktadır.
Yemen’de iç savaş 2015 yılından bu tarafa devam etmektedir. Başlatılan Arap Baharından sonra ülkede azınlıkların en büyüğü olan, Zeydi mezhebine bağlı Hutsilerin ayaklanmaları ve Başkent’i işgal etmeleri ile başlamıştır.
Buna İran ve Suudi Arabistan ile Suudi Arabistan’ın müttefikleri de müdahil olmuştur. “ Bugün Yemen’i kontrol altına almak için sürdürülen iç savaşın tüm Orta Doğu bölgesinde yaşanan İran-Suudi Arabistan çatışmasının önemli bir parçası olduğu çok açıktır. Riyad ile Tahran arasındaki bugün Orta Doğu’da birçok ülkeye yayılmıştır. Suriye, Irak, Bahreyn ve Lübnan (Yemen’den sonra) Riyad- Tahran çatışmasının en yoğun olarak görüldüğü Arap ülkeleridir. Bu dört ülkede de (aynen Yemen’deki gibi) ülke nüfusunun önemli bir bölümü (Irak ve Bahreyn’de çoğunluğu) Şii’dir. Bu durum hem Tahran Hem de Riyad’ın dış politikalarında bölgedeki mezhep ve etnik bölünmelerini kendi amaçları doğrultusunda kullandıkları suçlamalarına hız kazandırmaktadır.”[1]
İç huzursuzluğun dışında neden huzur ve can güvenliği yoktur? İlgi çekici olan da yeraltı kaynağı (Petrol veya maden gibi) olmamasına rağmen şimdi neden akbabaların gözleri Yemen’in üzerindedir?
Sebebi yeraltı kaynakları değildir. Türkiye’nin olduğu gibi Yemen’in de dezavantajı coğrafyasıdır.
Yemen coğrafyasının da Anadolu coğrafyası gibi jeopolitik ve stratejik önemi büyüktür.
Ortadoğu petrollerinin dışarıya ulaşma yolundaki stratejik noktada Yemen yer almaktadır.
Yemen’e bu özelliği veren Bab’ül Mendep Boğazıdır.
Boğaz Ortadoğu’nun hayat noktasıdır. Petrol ve maden olmak üzere bütün ticaret bu boğaz yoluyla yapılmaktadır.
Bab’ül Mendeb Boğazın’dan bir yılda 40 bine yakın gemi geçmektedir. Bu geçişlerin Yemen’e bir yıllık getirisi trilyonları bulmaktadır..
Ticari alışverişlerde şayet Bab’ül Mendeb Boğazı kullanılmasa, Ortadoğu petrollerinin ümit Burnunu dolaşarak dağıtımı yapılsa 4 kat fazla yol kat etmesi gerekmektedir ki bu da maliyeti fazlalaştırmakta, kârı düşürmekte ve ayrıca büyük zaman kaybına sebep olmaktadır.
Asya ve Afrika kıtalarını birbirinden ayıran bu boğaz Kızıldeniz’i de Hint Okyanusunu da birbirine bağlamaktadır.
Yemen’in Aden şehri limanı dünyanın en önemli deniz yollarının kesiştiği noktadadır. Bu boğaz Kızıldeniz’i Süveyş Kanalına bağladığı için Mısır’ın ve İsrail’in de ilgisini çekmektedir.
Yemen ayrıca petrol ihracında çok önemli bir yer işgal eden Suudi Arabistan’la komşudur. Bu özelliği nedeniyle de emperyalist devletlerin dikkatini üzerinde toplamaktadır.
Yemen coğrafyası stratejik özelliği yüksek olan bir toprak parçası olmasına rağmen Ortadoğu’nun en garip ve fakir ülkesidir..
Önemli coğrafya üzerinde kurulan devletler rahat yüzü görmezler.
Ne zaman rahat edebilirler?
Bu topraklarda yaşayan devletler ancak ekonomik, askeri, sanayi, siyasal ve kültürel anlamda güçlü devlet oldukları zaman rahat edebilirler. Güçlü devlet olmak için de milli ve manevi değerlere bağlı, ufku ve öngörüsü olan milliyetçi bir yönetim ekibinin ve okumuşunun olması lazımdır.
***
ABD’nin Ortadoğu ve Afrika ülkeleri içinde BOP projesi kapsamında başlattığı Arap Baharı nedeniyle yeni devletler yeni sınırlar ortaya çıkmaktadır.
Bu bölgeyi piyonları tarafından yönetmeyi adet edinmiş emperyalist devletler bu toprakları kendi çıkarları doğrultusunda düzenlemek isterken, bölgenin üç etkin gücü olan Mısır, Türkiye ve İran’ı da kontrol altına almaya yönelik planları ve iştahları vardır.
Bilindiği gibi Mısır’da, Arap Baharı rüzgârıyla kendi doğrultularında hareket edecek yönetim başa getirilmiştir.
Türkiye ise dış ve iç politika açısından ne yaptığını bilmez durumdadır. Yeni Osmanlıcılık rüzgârını estirmek isterken yeni Osmanlıcılıkta beraber olması gerekenlerin hemen hemen hepsiyle karşı karşıya gelmiştir.
Geriye İran kalmıştır. ABD ve AB ülkeleri İran’la ilgili olumsuz düşünmekte ve onu diz çöktürmek için her şeyi yapmaktadırlar.
İran’da bulunduğu bölge dâhil olmak üzere yakınlarındaki Şiilerin yaşadığı yerlerde etkin bir rol oynama yoluna gitmiştir.
Bu arada bu bölgede nerden yeşerdiği gayet açık şekilde bilinen bir IŞİD belası çıkarılmıştır. Sünni IŞİD, bir insanın yapamayacağı vahşeti uygulamıştır. Bu vahşiliği genelde Sünni olmayan Müslümanlara ve diğer dinlere mensup insanlara yapmıştır.
İşte bu Ortadoğu’da dengelerin bozulmasından faydalanmak isteyen İran planı gereği Yemen’de Hutsilere Başkenti işgal ettirmiştir. Hutsiler Şii mezhebinin kollarından olan Zaydiyye kolunun içindeki bir gruptur.
Yemen’deki bu denge bozucu sonuç petrol üreten, satan kendilerine göre Sünni Müslüman olan Arap ülkelerinin tepkisini çekmiştir.
11 Arap Ülkesi başlarında Suudi Arabistan olmak üzere, Birleşik Arap Emirlikleri(BAE), Katar, Bahreyn, Ürdün, Sudan, Kuveyt, Mısır ve Fas devletlerini de yanına alarak Yemen’deki Hursilere müdahaleyi başlatmışlardır. Hala yer yer çatışmalar sürmektedir. ABD İran’ın Yemen’e yaptığı silah yardımının önünü kesmek amaçlı (gerçek amaç bu değil) bölgeye müdahil olmuştur.
Temennimiz bu olayın daha büyümeden, uzun sürmeden kısa zamanda sonlanmasıdır.
Çünkü Ortadoğu’da olmaması gerekenlerin başında mezhep mücadelesi gelir. Eğer mezhepler arası mücadele başlarsa bölgede çok kanlı olaylar olur.
Sonuçları beklenenden çok büyük ve vahim olur.
Bu bölgede yaşayan Müslüman devletlerin içinde bizde de dâhil değişik mezheplere mensup insanlar vardır. Bölgede başlayacak mezhep mücadelesi biz dâhil çok devleti içine alır.
Bu özet Yemen’in içinde bulunduğu durumdur. Orada mezhepler arası mücadele bahanesiyle Müslümanlar birbirlerini katletmektedirler. Kardeş kardeşi vurmaktadır.
Arka planda ise emperyalist devletlerin söz konusu coğrafyayı kontrol altına almak amacı yatmaktadır.
Bu Yemen’in de içinde bulunduğu “Ortadoğu’nun güvenliği ve istikrarı, bölgede en büyük nüfuz ağırlığını teşkil eden üç devlet arasında uzlaşmaya bağlıdır. Bunlar Mısır, Türkiye ve İran’dır”[2]
***
Kara sevdamız olan Türkiye’mizde de bu oyunun değişik versiyonu oynanmaktadır. Önceleri partilerle, sonra Alevi-Sünni, sağ-sol, Kürt-Türk diye ayrıştırmaya çalışılmış, şimdi ise bölücü terörle devam etmektedir. Hem de 30 seneden fazla zamandır kanlı devam etmektedir. Bu uğurda binlerce Türk evladı şehit verilmiştir.
Ülkem emperyalistlerin ve onların iş takipçilerinin istediği noktaya gelmeyecektir. Bu toprakta yaşayan adı Türk adıyla bütünleşen tüm insanımız buna evet demeyecek, izin vermeyecektir.
Sonuca ulaşmamasının bir başka nedeni de Türk Milletinin ayırımcı düşünceye sahip olmaması ve kardeşlik ruhunun çok sıkı bir şekilde geçmişten gelen bir bağ olmasındadır.
Bu tehlikeyi ve gelecek tehlikeleri rahat savuşturmamız için birlik olunmalıdır. Fitneye geçit verilmemelidir.
Yabancıya hayranlık, kendini zayıf ve işlevsiz gösterme hastalığı terk edilmeli sıkı sıkıya birbirimize kenetlen ilmelidir.
Yemen’de olanlar, Mısır’da olanlar, Irak, Tunus ve Suriye’de olanlar bize ders niteliğindedir.
Bu konudaki ağır yük Türkiye sevdalılarının omuzlarındadır.
Bu yükü kaldırabilecek, refaha erdirecek bu ülkenin insanlarıdır.
Bunun için birliği ve bütünlüğü sağlamış, vatan ve millet sevgisi şuuruna ermiş insanlar çalışmalı ve o doğrultuda emeğimizi ve beynimizi yönlendirmeliyiz.
Muhabbetle…
TÜRK MİLLİYETÇİLERİNİN 3 MAYIS TÜRKÇÜLER GÜNÜ KUTLU OLSUN.
* Bu yazım Manisa Salihli Türk Ocağının 3 Mayıs Türkçüler günü için çıkaracağı dergiye de gönderilmiştir.