MANİSA VE 8 EYLÜL’ÜN ANLAMI
Eylül ayı Manisa için hüzün ve sevinç gibi birbirine tamamen zıt iki hissin birlikte yaşandığı bir aydır. Düşmanın kirli çizmeleri tarafından 25 Mayıs 1919 tarihinde kirletilen Güzel Anadolu’nun bu verimli ve bereketli toprakları, 3 yıllık mezalim, baskı ve işkenceden sonra 8 Eylül 1922 tarihinde, Kahraman Türk Ordusu tarafından kurtarıldı. “Kurtuluş” hiç şüphesiz sevinç ve gurur duygularının zirve yaptığı, Manisa tarihinin en önemli olaylarındandır. Fakat bu kurtuluşa giden yolda yaşanan son 3 gün ise yine Manisa tarihinin belki de en acı olaylarının yaşandığı hüzün, keder ve çaresizlik hislerinin zirve yaptığı bir zaman dilimidir. O günleri yaşayan Manisalılar, bu kadar kısa sürede keder ve sevinç gibi iki zıt duyguyu bir arada yaşamışlardır.
Biz bu yazımızda her ne kadar Manisa’dan bahsedecek olsak da bahse konu olan olayların sadece Manisa’da değil yakın çevremizde ve hatta ülkenin nerede ise tamamında yaşandığını hatırlamak ve hatırlatmakta fayda var.
Aslında Eylül ayı Manisa için ne kadar da güzeldir. Ağustos ayında bağlar da başlayan üzüm kesmeler ve kurutma işlemleri bu ayda doruğa ulaşarak tamamlanır. Üzüm hasadının bereketi ile Manisa halkında tatlı bir heyecan ve sevinç oluşur. Piyasalar hareketlenir ve üzüm sonrasına bırakılmış düğünlerin hazırlıkları başlar. Oysa 1922 senesinin Eylül ayında Manisalıların ne üzümü ne de hasat sonunda yaşanan heyecanları düşünecek durumları vardı.
Uzun süredir Osmanlı Devleti üzerine çöken kara bulutlar, Birinci Dünya Savaşı’na iştirak etmesi ve akabinde savaşın mağlupları arasında yer alması ile de doruğa çıkmıştır. Bütün bunların bir sonucu olarak, yüzyıllardır bu topraklar üzerinde hiçbir zaman eksilmeyip bilakis artan emelleri olan devletler, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile büyük bir fırsat yakalamış oldular.
Yunan ordusu, yüzyıllardır beklediği güne kavuşma heyecanı ile 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i ve çok geçmeden hemen arkasından da 25 Mayıs 1919 tarihinde Manisa’yı işgal etmişlerdir. İşgale gelen Yunan ordusunu İzmir ve Manisa’da yörenin yerli halkı olan Rum vatandaşlar sevinç gösterileri ile karşılamışlardır. Oysa Necip Türk Milleti bu yerli Rum halka bağrını açmış, yüzyıllarca birlikte yaşamış, komşuluk yapmış ve hatta yapılan evlilikler ile akrabalık bile kurmuşlardır. Kendilerine hiç bir zaman bir yabancı gibi davranmamıştır. Köyde, kasabada, şehirde sosyal hayatta hep beraber olmuşlardır. Hatta Osmanlı Devletince kendilerine tanınan imtiyazlardan ötürü, birçok Müslüman Türk komşularından daha zengin hale gelmişlerdi. Bahsedilen bu davranışlar sadece Rumlara değil yine bu topraklarda mukim bulunan Ermeni ve Yahudi topluluklarına da aynı şekilde yapılmıştır.
İşgal gerçekleştiğinde maalesef yerli Rumların ve Ermenilerin ekseriyeti (bazıları müstesna) gelen Yunan ordusunu kurtarıcı gibi görmüştür. Sanki bu topraklarda kendilerine eziyet edilmekte işkence yapılmaktaymış gibi. İşgal ile birlikte, bu halkın birçoğu gönüllü milis kuvvetleri gibi çalışmış ve işgalin sürdüğü 3 yıl boyunca, birçok şeyi ortak yaşadıkları ve paylaştıkları Türk komşularına yapılan eziyet, işkence ve yağmalara ortak olmuşlar hatta yol göstermişlerdir.
Manisalı bu Rumlardan bazı örnekleri M.Nuri YÖRÜKOĞLU’nun “Manisa Yangını” kitabından özetleyerek tanıyalım;
1. Dimitro; Manisa’nın nüfus sahibi bir ailesine mensuptu. Tırıngacı Hacı Kosti’nin oğludur. Milis teşkilatında teklif edilen görevlerden bayraktarlığı seçmiştir. Kendisini Türk-Müslüman dini ve milli hayatına zarar vermeye adamıştı. Yanında devamlı Müslüman bir metres gezdirirdi. Şehri yaktıklarında öldürdüğü gençler tanıdığı Türk gençleriydi.
2. Yanko; Dimitro’nun amcası olan Tırıngacı Hacı Kamar’ın oğlu idi. Milis teşkilatında süvariliği seçmişti. Merhamet, insaf ve yardım gibi insani hislerden yoksun idi. Tek fikri Rumluğu kurtarmaktı. Fikrince Yunan’ın kahraman (!) ordusu karşısında Türk’ün dağılmış ordusunun karşı koyması mümkün değildi. Komitanın ihtiyaçlarını kendi serveti ile karşılardı.
3. Dimitro; Sözde tarih bilgisinden yola çıkarak Anadolu Türklerinin gerçek Türk olmadıklarını ve Anadolu’da Rumluğun hâkim olduğunu söylerdi. Müzikten iyi anlardı ve bizzat bestelediği Yunan milli marşı ile İzmir’den davet olunan heyete müsamere tertip etmişti. Görevi maliye tahsildarlığı idi. Görevini kullanarak ve hile ile yanaştığı Türk ahaliden bilgi almaya çalışırdı.
4. Kanari Yorgi; Bakkal dükkânının, bağlarının ve arazisin kazandırdığı servet yunanlılığın egemenliğini sürdürmesi, büyük Yunanistan’ın ihyası için sarf olunurdu. Komita ile mezalimin müşterek olmasında daima birlik idiler.
5. Murat oğlu Hristo; Milli teşkilatın kurulmasında pek büyük etki ve faaliyeti görülmüştü. Büyük ticarethanesi ve manifatura dükkânı vardı. Saldırıların yöneticisi durumundaki Dimitro Hristo’nun sağ kolu idi.
6. Urlalı Dimitro; Yunanistan’a hizmeti milli bir şeref sayardı. Aslen Urlalı olan Dimitro Manisa’da yaşardı. İnci şehrin etrafında bombacı Yunan askerleri ile kundakçı Rum milislerini idare ediyordu. Bir tarafta ateş yükselirken diğer tarafı yıktırıyordu.
7. Dimitro (terzi); Hayatını Müslümanlara diktiği elbiselerle kazanırdı. Fikri de emelleri de Urlalı Dimitro ile aynıydı. Her fırsatta Türklüğe hakaret ederdi.
8. Vasil; Horozköy civarında yaptığı hilekârlıklar sebebi ile Yunan hükümeti tarafından ödüllendirilmek istenmişti. Yaşadığı muhitin gençleri bu zalimin pençesinden kurtulamazdı. Resmen tekel memuru olmasına rağmen Yunan hükümetinin gözü kulağı durumundaydı. Bunun ihbarı ile birçok vatandaş cezalandırılırdı. Memleket eşrafından Külahdaşzade Rıza, Telgraf memuru Nebil bey oğlu Fahri, Kopurzade Rıza beylerle Giritli Hacı Hilmi Efendi ve Asım Molla’nın Yunan divan-ı harbinde icra edilen muhakemeleri son derece feci olmuştu.
9. Çorbacı Yanko; Çobanisa Köyünün tek hâkimi idi ve Müslümanlara yaptığı zulüm unutulmayacak kadar müthiş ve acı idi. Yunan hükümetine çalışır, yalan ve iftira ile köy halkının cezalandırılmasını sağlardı. Çobanisa yakınlarındaki demiryolunu havaya uçurmakla suçladığı gençleri elde hiçbir delil yok iken idama mahkûm ettirmiş, yapılan girişimler sonucu ceza müebbet küreğe döndürülmüş bu Müslümanlar, Çerkez Kamil’ler, İnce Hüseyin’ler ve diğerleri yine de Atina’nın rutubetli ve pis kokulu zindanlarında inlemeğe mecbur edilmişlerdi.
10. Kasap Kosti; Karaoğlanlı köyünün hâkimi idi. Servetini zor kullanarak Müslümanlardan aldığı hayvanlar ve mahsuller ile yapmıştı. Karaoğlanlı köyü, sanki malikânesi idi. Nüfuzu gayet geniş idi. İğdecik, Bozköy’ler hep bu cellâdın dehşet ve tazyikinden usanmışlardı. Gayet iyi bildiği Türkçesi ile çevre halkından bilgi edinmeye çalışırdı.
11. Mumcu Vasil; İşgal öncesi Türk hükümeti zamanında bile Türk milliyetini, Türk izzet-i nefsini, vakar ve gururunu tahkir etmekten çekinmezdi. Her hain teşebbüste parmağı bulunurdu. Yunan yenilgisini görmek istemeyen bu zalim, Türkün parlak zaferi karşısında kaçarken, kardeşi ile birlikte benzinle şehrin bir kısmı olan Musevi mahallesini yakmıştı.
12. Kara Yani; Aslen bir köylü idi. Çok kaba bir görünüme, iğrenç ve haşin sözlere sahipti. Hıristiyanlığı kutsar fakat diğer din ve mezheplere yaşam hakkı tanımazdı. Nitekim kapıları kapalı olan Ulucami’ye ilk saldıran ve kıran bu haindi.
Yukarıda özet olarak birkaç örneği verilen yerli Rumlar maalesef işgal ile birlikte içlerinde besledikleri kin ve nefreti açığa çıkaracak ortamı bulmuşlar ve hayata geçirmişlerdir.
Kahraman Türk Ordusunun önüne kattığı bozguna uğramış Yunan ordusunun geri dönüşü olmayan gidişatını öğrenen ve akıbetlerinin farkına varan Manisa işgalcileri ve onun yerli destekçileri, son çırpınışlarına başlamışlardı. Uzun süredir yaptıkları eziyet ve işkencelerini taçlandırmak (!) için, Ne zarar verirsek kardır düşüncesi ve Türk Ordusunu biraz daha oyalayabilmek amacıyla 5 Eylül 1922 günü ikindi vakti ilk kıvılcımı Karaköy tarafından ateşlediler. Yerli Rum ve Ermenilerin de desteği ile oluşturulan organize ekipler takip eden 6, 7 ve 8 Eylül günlerinde, bu kadim şehri yakma, yıkma, yağma gibi her türlü zararı verme girişimlerine devam ettiler. Şehre bunlar yapılırken şehrin insanına da akla gelebilecek ve gelemeyecek her türlü zulüm yapıldı. Irza geçme, işkence ile öldürme, öldüresiye dövme ve diğerleri.
Yapılan bu vahşetten birkaç örnek;
1. “Çarşamba (6 Eylül 1922) günü taş ocakları mevkiinden dağa doğru kaçmakta olan 20 kadar İslam ailesi altı Yunan askeri tarafından durdurularak üstleri araştırılmış ve içlerinden dört kadın ayrılmıştı. Askerlerin silah tehdidi altında bizzat kendilerine elbiseleri çıkartılan bu kadınlar, eşyalarının üzerine yatırılarak ırzlarına geçilmiştir.” [1]
2. “Yine aynı gün (Çarşamba 6 Eylül 1922) Yunan askerleri tarafından Uzunyol’da ele geçirilen Karaburunlu Hasan Ağa ile oğlu Mustafa, damadı Abdullah, kızı ve iki yaşındaki torunu ve eşinden ibaret altı kişilik ailesi Balyozoğlu fabrikasına götürülerek feci şekilde boğazlandıktan sonra, kızının karnındaki yedi aylık çocuğu çıkarılarak süngü ile parçalanmıştı.”[2]
3. “Verdiği vaazlarla halkı ayaklanmaya kışkırttığı için yerli Rumlarca mimlenerek düşman askerine fitlenen Ayn-ı Ali Camii imamının kızları, kaçırılan kızların arasında değillerdi. Onlara dört-beş Yunan askeri, kıskıvrak bağlayıp ağzını tıkadıkları babalarının ve annelerinin gözleri önünde tekrar tekrar tecavüz etmişlerdi… Yunan askerlerince ırzlarına geçilen başka kadın ve kızlar olduğu da biliniyor tahmin ediliyordu ama bu öylesine bir yıkımdı ki aileler açığa vuramayıp gizliyorlardı. Ayn-ı Ali Camii’nin imamı bu konuda cesur çıkmış ve böylece adı, birçoklarınca ölümden beter olan bir felaketin simgesine dönüşmüştü. Ama o da sonradan, Kurtuluş’tan sonra, ailesini alıp Manisa’dan uzaklaşarak tanınmadığı bir yere taşınacaktı. At terkisinde kaçırılan genç kadın ve kızlardan kimilerinin sonradan İzmir yolunda ölüleri ya da dirileri bulunacak, kimilerinse ne oldukları asla bilinmeyecekti.” [3]
Bu kadar örnek diğer yaşananları da anlatmaya kâfi olduğu kanaati ile daha fazla o kötü günleri tasvir etmek istemiyorum. Aslında bu ve benzeri örnekler ile o günleri yaşamayan bizlerin büyüklerimizin ve vatanımızın neler çektiğini anlaması açısından okunması ve bilinmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Amacımız birilerine karşı düşmanlık tohumları serpmek değildir. Anlatılanlar yakın tarihimizin gerçekleridir. Bu kara günlerin bir daha yaşanmaması için milletçe bilinçlenmemiz adına öğrenilmesi şart olan konulardır.
Gelelim “o” eylülün kara günlerinin bilançosuna; bu konu ile ilgili yine Sayın Yörükoğlu’nun kitabına başvurarak 3 farklı kaynaktan, 3 günlük tahribatın sonuçlarını görelim.
1. Fransız hükümeti eski bakanlarından Franklin Bouillon hususi kâtibi ile birlikte Manisa’ya gelerek tahribatı bizzat tahkik ediyor. Sonrasında “İstanbul Gazetecilerine” başlığı altında aşağıdaki bilgileri veriyor;
a. 11.000 evden 10.500’ü
b. 15 Camii
c. 4 Havra
d. 3700 kişi yanarak vefat, 800 kişi dövülerek yaralı, 40.000 kişi evsiz.[4]
2. Sayın Yörükoğlu’nun not defterine göre;
a. 14.000’e yakın evden 1.180’i kurtulmuş,
b. 36 Dini binadan, Hatuniye, Çeşnigir, Muradiye, Sultan, Ulucamii, Dervişali, Ayn-ı Ali, İvazpaşa, Lalapaşa, Hacıyahya, Alan, Yarhasanlar müstesna diğerleri yanmıştır. 60 Mescidin 45’i yanmıştır.
c. 12 Tekkeden, Mevlevi, Kadiri, Karyağdı, Mısıroğlu, Osmanşeyh, Yarhasanlar yangından kurtulmuş diğerleri yanmıştır.
d. 4 Kütüphaneden 3’ü yanmış Karaosmanzade Kütüphanesi kurtulmuştur.
e. Şevket, Sadık, Balyoz ve Malta fabrikaları yanmış, Yaralı fabrikası kurtulmuştur.
f. Karaköy, Dükhanönü, Güzeloğlu, Şekerci ve Malta motorları kâmilen yanmıştır.
g. 33 Medreseden iki Muradiye, iki Sultan medresesi yangından kurtulmuş diğerleri yanmıştır.
h. 40 Adet han ve otelden kurtulanlar Kurşunlu, Yenihan ve Halit Paşa hanlarıdır.
i. 6 Hamamdan Ulucamii ve Karaköy hariç diğerleri yanmıştır.
j. İki imaretten birisi ile 4 havra, iki mektep ve bir hastane yanan binalar arasındadır.[5]
3. Yabancılardan oluşturulmuş bir tahkik heyetinin zaiyat hakkındaki raporuna göre;
a. 10.700 Ev
b. 13 Camii
c. 2.728 Dükkan
d. 19 Han
e. 26 Bağ kulesi
f. 3 Fabrika
g. 5 Çiftlik binası
h. 1740 Köy evi yakılmış
i. 3500 kişi ateşte yakılarak, 855 kişi kurşuna dizilerek öldürülmüş, 167 kişi yaralıdır.
j. Yangına bütün askerler, jandarma ve komitacılar katılmıştır.
k. Sadece Manisa’da 300’ün üzerinde İslam kızının ırzına geçilmiş ve bunlardan birçoğu alınıp götürülmüştür. Hayatta olup olmadıkları belli değildir.[6]
Bu bilançonun sadece Manisa merkeze ait olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Manisa ilçelerinin bu rakamların dışında olduğunu ve oralarda da benzer mezalimin uygulandığını biliyoruz.
Eylül ayı 1922 senesinde Manisa’da böyle başlamıştı. 8 Eylül günü güneş Manisa’ya sanki bir farklı doğmuştu. Kahraman Türk Ordusu Manisa’ya intikal etmiş, bütün bu işgal, işkence, eziyet ve zulme son vermiştir.
Manisa’nın Ulucami Mahallesinden Hoca Ali Efendi oğlu Necmettin Denizci’nin İşgal ve Yangın günlerine ait hatıralarını anlatırken yaptığı tespit 1922 yılı 8 Eylül gününü çok güzel özetlemiştir. Şöyle diyor Necmettin Bey; “Sevinç ve kederin birleştiği bir gündü bu. Artık düşman kovulmuş bizim topraklarımız yine bizim olmuştu.”[7]
Bu toprakları bizlere kazandıran Şanlı Türk Ordusunun Muzaffer Komutanları ve bütün fertleri ile birlikte bu mezalim sonucu hayatlarını kaybetmiş insanlarımızın ruhları şad, mekânları cennet olsun. Allah bu millete bu ve benzeri acıları bir daha yaşatmasın.
5.9.2017
Erkan AKBALIK
KAYNAKÇA;
[1] M. Nuri Yörükoğlu, Manisa Yangını, CBÜ, S.124
[2] A.g.e., S.124
[3] Nihal Yeğinobalı, Cumhuriyet Çocuğu, s.113, 114
[4] A.g.e. S.161
[5] A.g.e. s.162
[6] A.g.e. S.163, 164
[7] A.g.e. S.150