BİR ŞEHRİN YERLİSİ OLMAK!
-Bizim buraların yerlisi kaç kişi kaldık ki zaten!
-Toplasan bizim gibi yerli işte şu kadar..
-Bu kadar nüfusu olan şehrin onda biri bile değiliz yerlisi olarak..
-Nerede bizim yerlilerin görgüleri, göç ile gelenler çok bozdular buraları…
Zaman zaman bu gibi içinde yerlilik vurgusu yapılarak devam edip giden soru ve cümleleri çok duyarız çevremizde. Bazen de bir sosyal medyada ki bir haber ya da görüntü üzerine aynı ifadeler akıp gider. Birileri tasdik ederek katkıda bulunurken kendisini de gizli özne olarak yerli olduğunu ima etmek ister.
Bazen bu yerlilik söylemi yerli olmayanları da aşarak, yerli olduğunu iddia edenlerin kendi aralarında en yerli kimin olduğunu ispata yönelik yarışma haline gelir. Birisi “Benim köküm 300 yıl geriye gidiyor.” Derken diğeri “Pardon ben 200 yıla kadar gidebiliyorum sen daha yerlisin” gibi komedilere bile dönüşebiliyor.
Birileri daha fazla yerli olunca, daha görgülü daha medeni ve daha mükemmel bir insan olunduğunu mu vurgulamaya çalışıyor acaba?
Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekiyor, aslında hiç kimsenin yerli sayılmadığı bir coğrafya da yaşıyoruz. Ancak, “birilerinin birilerinden daha eski” olduğunu söylemek en doğrusu olur kanaatindeyim. Eski olmak ise bir üstünlük sebebi değildir. En eski kim yarışına gidilirse nahoş konular ile karşılaşılacaktır. Sanırım en doğrusunu Yunus söylemiş;
Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan!..
Yerli, yabancı, göçmen gibi kavram tartışmalarının asıl sebebinin arkasında aslında uyum sorunu olduğunu sanıyorum. Şehirde “yerli” olanların geçmişi daha eskilere dayandığından sürdüre geldikleri bir yaşam biçimi var. Tabii olarak uzun süre devam eden günlük yaşam içindeki alışkanlıklar, uygulayanlarını kendine özgü bir toplum haline getiriyor. Gelenek ve göreneklerimiz de böyle doğuyor. Fakat bunun her bölgemiz için geçerli olduğunu unutmamalıyız. Her bölge çeşitli etmenler ile kendi yaşam biçimini doğurur. Bölgeler arasında farklılıkların olması çok doğaldır ve zenginliktir. Yerleşim yerini değiştiren insanımızın, yeni yerindeki yaşam biçimine uyum sağlama aşamasında kıdemli yerliler ile aynı senkronizasyonu sağlayamayınca uyum problemi ortaya çıkıyor ve tartışmalar başlıyor.
Bence sorunun asıl kaynağı “MEDENİ” olmak ya da olmamaktan geçiyor. Peki, nedir “MEDENİ” olmak. Bu kelime Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “Kentlileşmiş, kırsallıktan kurtulmuş, uygar” şeklinde açıklanır. Yani bir beldede toplanmış insanların birlikte yaşama refleksini geliştirebilmesi. Yaşanılan beldenin temel öznesinin “ben” değil “biz” olduğunun farkına varılabilmesi.
Aynı coğrafyada yaşayan insanların, kendisi gibi olmayanları ötekileştirmesi, günümüzde kabul edilemez bir davranış şeklidir. Aynı şekilde yıllardır yaşadığı şehre uyum sağlamama direncini gösterenlerin de davranışı kabul edilebilir değildir.
İnsanoğlunun dahlinin ol(a)madığı bazı konular vardır. Bir insan dünyaya geleceği yeri, ailesini, müntesibi olacağı milli kimliğini, teninin rengini ve benzer bazı konuları kendisi belirleyemez. Bunlar ebeveynlerinin kendisine gayri ihtiyari olarak aktardığı özelliklerdir. Kişiye bu konularda doğmadan önce seçme hakkı verilmez. Ve kişiler, dünyaya gelirken her hangi bir şekilde müdahil olamadıkları konular için suçlanamaz, tahkir edilemezler. Dolayısıyla insanların kendilerinin dışında gelişen olaylardan yola çıkarak onlara karşı bir üstünlük iddia etmek, insani ve ahlaki değerler ile örtüşmez.
Kişilerin, yetiştikleri ortamlar farklı da olsa, iyiyi kötüyü ayırt edebilecek yaşlara geldikten sonra, olumsuz şartlarını düzeltmek için gayret içinde olmalıdır. Bu gayreti göstermeyenler eleştirilmeyi de hak ederler. Değişime ve gelişmeye direnç göstermek, bağnazlıktır. Daha iyi yaşam şartlarını elde etmek için doğup büyüdüğü toprakları bırakmak zorunda kalanların, gittikleri yerde amaçlarına uygun hareket tarzı geliştirmeleri ve uyum için azami gayret içinde olmaları, ortak yaşam ve şehrin nimetlerine paydaş olmak için elzemdir.
Aynı şehirde yaşadığımız insanlarla ortak paydalarda birleşme zamanı geldi de geçiyor. Araya yeni Berlin duvarları örmeye gerek yok. Eğer bir şeye düşmanlık edeceksek düşmanlığa düşmanlık edelim. İnsanları bizim bakış tarzımıza göre hoşnut olmadığımız yönleri ile değil de topluma kattıkları ile değerlendirelim. Yerlilik ve yabancılık gibi kavramlardan ziyade “medenileşme” yani şehirli olma üzerinde duralım. Şehirlerimizi metroköy haline gelmekten kurtarmaya bakalım. Bu konularda bilinçli her bireye görev düşmektedir.
Keşke Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun “Büyük Şehirleri Takdim Ederim” şiirinde tasvir ettiği gibi olsa ya da kalsa idi şehirlerimiz.
“….
Büyük şehirlere bağlanma mehmedim
öyle bir şehre yerleş ki
küçük fakat bizim olsun
sokaklarında tanımadığın yüz
ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın
her ağacına elin
her karış toprağına terin değsin
ve kuytu evlerden birinde
senden habersiz ölenler olmasın.”