ANADOLU’DA YUNAN MEZALİMİ VE PRENS CHARLES
Prens Charles’ın hikâyesi, Yunanistan’ın kendisini yönetecek olan Kralını 1863 yılında Danimarka’dan ithal etmesi ile başlar.
Aslında bir Danimarka prensi olan I. Georgios, 24 Aralık 1845 yılında Danimarka’nın Kopenhag şehrinde doğmuş ve 17 yaşında iken Yunan Parlamentosu tarafından Kral olarak seçilmiştir. Yunanistan’a Kral olması, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya tarafından da desteklenmiştir. 18 Mart 1913 tarihinde I. Georgios Selanik’te bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.
Kral I. Georgios, Olga Constantinovna ile evlenmiş ve sırasıyla I. Konstantin, Prens George, Prenses Alexandra, Prens Nikola, Prenses Maria, Prenses Olga, Prens Andrew, Prens Christopher isimli çocukları dünyaya gelmiştir. En büyük oğlu olan I. Konstantin kendisinden sonra Yunanistan Kralı olmuştur.
Bu çocuklardan Prens Andrew diğer bir ismi ile söylemek gerekirse Andreas ise 2 Şubat 1882 tarihinde ailenin 7. çocuğu ve 4. erkeği olarak doğmuştur. Küçük yaşlardan itibaren askeri eğitim görmüş ve Yunan Ordusunda bir subay olarak görevlendirilmiştir. Önemli yerlerde görev yapmıştır. Balkan savaşlarına aktif olarak katılmış ve Osmanlı Ordusuna karşı savaşmıştır. 1913 Yılında babası bir suikast sonucu ölünce yerine büyük kardeşi Konstantin’ in Kral olması ve I. Dünya Savaşında tarafsızlık politikası takip etmesinden memnun olmamıştır. Bu memnuniyetsizliği ailesinden bazıları ile birlikte sürülmesine yol açtı. Birkaç yıl sonra geri gelerek Anadolu toprakları üzerinde güttükleri ideallerini gerçekleştirmek üzere başlattıkları işgal girişimlerinde aktif rol almıştır. Bu süreçte Yunan II. Kolordusunun Komutanı olarak görev yapmıştır. Görevi süresince Türk insanına karşı acımasız ve zalimane tutum ve davranışlar sergilemiştir.
Kendiside bir Yunan vatandaşı olan araştırmacı yazar-gazeteci Tasos Kostopulos “1912-1922 Savaş ve Etnik Temizlik” adlı kitabında, Yunan Ordusunun, Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’da yaptıkları zalimane uygulamaları, canlı şahitlerin hatıraları ve belgeleri ile tüm çıplaklığı gözler önüne sermiştir. Bu kitapta II. Kolordu Komutanı Andreas’ın adı da geçmektedir. Kitaptan çarpıcı birkaç örneği ve Andreas ile ilgili satırlarda neler yazdığını hep birlikte görelim.
Cinayet, tecavüz, işkence;
Yunan askerinin gelişi sırasında İzmir limanında şeref kıtasına karşı birkaç el ateş edilmesi gerekçe gösterilerek, Yunan askerleri ve silahlı olan bazı yerel Hıristiyanlar, iki gün süreyle şiddet, cinayet, tecavüz ve yağmalamaya giriştiler. 200 kişi öldürüldü. Aralarında bir okulun bir sınıfının tüm öğrencileri ve öğretmenlerinin de bulunduğu 2500 kişi yakalanıp işkence gördü. Şehirdeki bazı Yahudiler de öldürüldü ve dükkânları yağmalandı. Yunan askeri, İzmir’in birkaç kilometre ötesine kadar adeta bir daire çizilmişçesine, ne kadar Müslüman köyü varsa hepsine saldırdı. Müttefiklerin oluşturduğu araştırma heyeti, İzmir’de dökülen onca kandan Yunan ordusunu sorumlu tuttu.
Çocuklara atış talimi;
(Yunan doktor anlatıyor) Uşak yakınlarındaki köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim bazı askerler durumu fark etti. Tüm pis heriflerin yapacağı gibi caminin kapısını kırıp kadınlara tecavüz edecekleri yerde, topladıkları otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. Dumandan insanlar dışarı koşuştular, o zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtası imiş gibi ateş etmeye başladılar
Türk kızın çığlıkları;
(Köprühisar 1920: Yunan subayı Dimitriu anlatıyor) Eve girdim, ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçerden sesler geliyordu. 10 kadar Yunan askeri bir Türk kızını eteklerini kaldırmışlar zorla dans ettiriyorlardı. Bana, ‘gel sen de mezeden tat’ dediler. Türkçe ‘Ayıp’ dedim. Türk kızı yanıma koştu ayaklarıma kapanarak ‘Beni kurtar’ dedi. Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp bana doğru yöneldi. Kaçmak zorunda kaldım. Kadının çığlıklarını unutamadım. Sabaha karşı Köprühisar’ daki bin kadar ev alevler içindeydi.
Yakma emirleri Prens’ten;
(Bir Yunan askeri anlatıyor): Her şeyi yakmamız emrini Prens Andreas vermişti.
(30 Ağustos 1921: Yunan ordusundaki bir fotoğrafçı anlatıyor) Ayrıldığımız her yeri yakıyoruz. Dehşet verici bir manzara;
(4 Eylül 1921: Nikos Vasilikos anlatıyor) Bazılarımız Roma’yı yakan imparator Neron gibi mutlu. Verilen emir açık. Neyi taşıyamıyorsanız yakın. Onca köyde yaşlılar, hastalar, sakatlar, çocuklar ne yaptı meçhul.
Benzer şekilde birçok örnek sürüp gidiyor. Son örnekte adı geçen Prens Andreas’ın emirleri ile bu vahşetin yapıldığı kendi askerlerince dile getiriliyor. Bu emirler ile birçok yerleşim yeri, camiler yakılmış ve masum insanlar hunharca öldürülmüştür.
Yunanistan’ın, Türk Ordusu karşısındaki mutlak mağlubiyeti ile sonuçlanan bu savaşın sonunda kesilen faturadan Andreas’da nasibini almıştır. Kendisinin de aralarında bulunduğu yargılama sonucu bazı Yunan Komutanları idam edilirken, Andreas Yunan topraklarının kaybından sorumlu tutulmuş ve 1922’de ikinci kez sürgüne gönderilmiştir. Hayatının geri kalan kısmını Fransa’da geçirmiştir.
Yunanistan ve Danimarka Prensi unvanını taşıyan Andreas, Battenberg Prensesi Alice ile evlenmiştir. Bu evlilikten 4 kızı ve 1921 yılında doğan bir oğlu olmuştur.
Oğullarının adı, Philip Mountbatten’dır, ya da günümüzde bilinen şekli ile Edinburgh Dükü Philip Mountbatten. Doğumu ile birlikte kendisine Yunanistan ve Danimarka'nın Prensi unvanı verilmiştir. Armasında halen Yunanistan bayrağı ve Danimarka Kraliyet Bayrağı bulunmaktadır.
Philip Kraliyet Deniz Kuvvetlerinde teğmen rütbesinde bir subay iken 20 Kasım 1947 tarihinde II. Elizabeth ile evlenmiştir. II. Elizabeth 6 Şubat 1952’de babası Kral VI. George’un ölümünden sonra tahta geçmiş ve resmi olarak 2 Haziran 1953 tarihinde taç giymiştir.
Bu çiftin 4 çocuğu dünyaya gelmiştir. En büyükleri, bugün Veliaht Prens olarak bilinen PRENS CHARLES’tır.
Bizim Galler Prensi olarak bildiğimiz Charles, aslında Anadolu’da Türk insanına çeşitli zulümlerde bulunarak insanlık ve savaş suçu işleyen ve sonrasında bu topraklardan kovulan Yunan Prensi Andreas’ın (Andrew) torunudur. Tabii ki dedesinin yaptıklarını kendisine mal etmek gibi bir suçlamamız yoktur. Suçun şahsiliği ilkesi her zaman geçerlidir. Temennimiz odur ki bir gün İngiltere gibi bir ülkenin tahtına oturacak kişi insancıl ve barışçıl bir yönetim metodu izlesin. Geçmişte gerek atalarının gerekse ülkesinin masumlar üzerinde sergiledikleri politikaların tersi politikalar takip etsin. Neticede bir Türk atasözünün dediği gibi “Zulüm ile abad olanın, ahiri berbat olur.”