Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

UZUN ÇARŞININ ULULARI

13 Kasım 2019 - 20:49 - Güncelleme: 14 Kasım 2019 - 12:31

UZUN ÇARŞININ ULULARI

Kitabın ilk sayfalarını çevirir çevirmez baharat kokulu, çekiş sesli, bol sohbetli; dost selamının eksik olmadığı sokaklarında tanış insanların gezindiği bir çarşıda buldum kendimi. Daha dün denilecek bir zaman, ama üstünden asırlar geçmiş gibi evvel zaman olmuş. Şimdi birçoğu, bir varmış bir yokmuş olan meslekleriyle anılan, lakaplarıyla bilinen, tanınan, yaşayan esnaf, tüccar, zanaatkâr, meczup: Uzun Çarşının Uluları.

Aktar Musa Efendi’nin dükkânından yayılan baharat kokuları eşliğinde girdim Uzun Çarşı’ya. Derdi veren dermanı da verir, inancıyla herkes gibi ben de anlattım derdimi. Karılan macunlara, yuvarlanan haplara, türlü şuruba değil itimadım, Şafi olan Allah’a.

Yılın dört mevsimi helvacı dükkânıyla simitçi fırınının arasına tüneyen İmam Baba’ya sabun görmeyen, makas girmeyen saç sakalına aldırmadan çarşı esnafına verdiğim gibi hürmetle selam verdim. Hazret bana da takılsın, bir çift söz söylesin diye baktım gözlerinin içine. Altın, dolar, emlak demesini beklerken I.Cihan Harbi’nin ortasında buldum kendimi. Yokluk her yerde.

Bilâder Ağa’ya rastlayınca çarşıda, gayri ihtiyari “Hikmetinden sual olmaz Ya Rabbi!” diyorum. Bilder Ağa esnaf ve ayan cemiyetlerinde soytarılık yapmaktan memnun görünse de ona yapılan insanlık onurunu ayaklar altına alan muamele benim içimi acıtıyor.

Keyif ehli Berber Hüseyn’de bir saç sakal traşı olmak için boşuna bekledim bir süre. Berber deyip hafife almayın. Başı, dişi ağrıyan, kolu, bacağı kırılan, çıkan hep onun kapısında. Kafası azıcık iyiyse kime ne bundan. Bir köşede otururken Berber Hüseyn’in meydanı döner koltuklu, boy aynalı, eli traş makineli renksiz ruhsuz yeni yetmelere bıraktığını gördüm, kaybolan güzelliklere hayıflandım.

Köse Hafız’ın sergüzeştine şahitlik edip Deli Bekir’le eğlenmeye kalkınca aldım ağzımın payını. “Evinin başköşesinde televizyon, elinde telefon, altında araba; sen hangi çağın kaçkınısın be şaşkın!” dedi. Şaştım kaldım halime.

Arzuhalci Hacı’ya bir arzuhal yazdırayım dedim, derdimi anlamadı. Kartlı su sayacının ne olduğunu anlatabilseydim, her ay karta su yükletirken dört beş kalemde değişik adlarla kesilen paraların haksızlığını yetkililere anlatacak bir arzuhal yazardı elbet bana.

Kuyucu Kör Hafız’la karşılaşınca anladım nerede, ne zamanda olduğumu. Antep’te Kuyucu Kör Hafız vardı. Su sayacı, su parası, soyguncu belediye yoktu. Devir başka, dert bambaşkaydı.

Bodur’un dönen kaderi Emi Kız’ın yüzünü de güldürdü mü acaba? Cevabını bilmeyi ne çok isterdim bu sorunun.

Eşek Kasabı Ali Bayramlar yüzyıl sonra hala aynı arsızlık ve yüzsüzlükle at, eşek eti yediriyor müslüman millete. Allah’tan korkmaz, milletten utanmazlar değişmese de testisi suyolunda kırılan Kız Ali’nin çalıştığı eğlence sektörünün nereden nereye evrildiğini görecek kadar uzak bir zamanda yaşıyorum.

Bir Malûl ve Bir Gazi. Derin bir ah! “Neler yapmadık şu vatan için!/ Kimimiz öldük; kimimiz nutuk söyledik.” Bu vatan Topal Ahmetlere çok şey borçlu.

 Her defasında keleğe getiren feleğe inat deli gönlüne söz geçiremeyen Gelin Emine. Ayyaş, çapkın koca elinden nedir bu kadınların çektiği? İki Candan Komşu’nun haddi aşan rekabetlerinin başlarına açtığı işler. Okuyan neler öğreniyor, neler geliyor sağ olan başa!

Çek senet mafyasına bulunan alternatif Fotinli Memet Efendi. Yaptığı için erbabı, tuttuğunu koparmadan bırakmayan sülük. Dört gözle beklenen Ramazanlar. Ramazan ayının insanı ötelere alıp götüren uhrevi havasının çarşı pazarı sarması. Modern zamanların bizden koparıp aldığı güzellikler. Hacivatçı Vakkas’ların bir bir aramızdan çekilmesi. İnsanın içini burkan Uzun Çarşı’nın daha nice içli hikâyesine şahitlik ettim bu okuma yolculuğunda.

Kendini Arayan Adam’lar her devirde aynı. Olduğu ve olmak istediği arasında yalpalamaktan hayat denen bu yolda doğru dürüst bir yürüyüş tutturamadan, gönüllerince bir türkü söyleyemeden varıyorlar yolun sonuna.

Apartmanlara, sitelere, gökdelenlere feda edilen Asiye Teyzenin Evi’yle çıktım Uzun Çarşı’dan. Her yer beton, geniş caddeler, alışveriş merkezleri, apartmanlar, apartmanlar; vızır vızır işleyen arabalar. Konforlu hayatın albenisi aklımızı başımızdan almış. Bahçe içinde müstakil ev düşü, benim gibi iflah olmaz köylülerin hayali olarak çok komik duruyor günümüzde.

Dünden bugüne değişen mesleklere, çarşı pazara, yaşam tarzlarına Uzun Çarşının Uluları’nda kâh hüzünlenerek, kâh hayıflanarak yakınen şahit oldum. Hayat akıyor. Hiç bir şey bir önceki gün bıraktığın yerde durmuyor.

Her şehrin Mitat Enç gibi insanını, insanlarının yaşam tarzını, çarşı pazarını, eğlencesini, tutulan işlerini böyle ustalıkla anlatan yazarları olmalı tarihe kayıt düşmek, gelecek nesillere hoş bir seda bırakmak için. Gaziantep’i kıskandığımı saklamayacağım. Günün birinde Gaziantep’e yolum düşerse arayıp soracağım ilk şey fıstıklı baklava yiyebileceğim bir dükkân değil Uzun Çarşı olacak.

Ergül ALTAŞ

 

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

Reklam