SİMİT
Pazar günlerini sevdiğim doğrudur. Kim sevmez ki. Bütün aile bireylerinin birlikte kahvaltı yapabildiği müstesna bir gündür o. Kıymetini bilmeli, hakkını vermeli, tadını çıkarmalı.
Haftanın altı günü sabahtan akşama kadar kapalı mekânlarda gün görmeden, hava almadan, kuş sesi, çiçek kokusu duymadan, ağaç dallarına salıncak kurup yapraklarla söyleşen rüzgârın anlattıklarından bihaber çalışır da çalışırız. Bir gün çalışmasak, aç kalacağız sanki. Kapitalizmin kulağımıza fısıldadığı vesvese bu.
Az olan tatlı ve güzel olur. Değerlidir, kıymeti bilinir. Pazar günleri böyledir. Ben de bu günü gönlümce yaşarım. Gönlüm mütevazıdır. Boyundan büyük işlere kalkışmaz. Yemesi, içmesi, eğlenmesi, işi gücü hep kendine göredir.
Saban erken kalkarım. İnsan bir nevi alışkanlıklarının esiridir. Neredeyse bir ömür haftanın altı günü, gün ağarmadan iş için evden çıkan adam istese de öyle öğlelere kadar yatamaz. Yatak batar, uyku kaçar.
Mutat olduğu üzre gözler vakti saati geldiğinde fal taşı gibi açılır. Yataktan çıkmama, sağa sola dönme, hayal kurma çözüm olmaz. Açılan gözler yumulmaz. Uykunun tatlı kollarında mışıl mışıl uyuyan ev halkını uyandırmaktan çekinerek bir gölge gibi hareket ederim. Lambayı yakmadan el yordamıyla giyinirim, parmak uçlarıma basarak geçerim salona. Yaz kış demeden balkona çıkarım. Mis gibi hava, çekerim ciğerlerime; ciğerlerim beni alır delikanlı çağıma götürür.
Alışmışım ya bağlasalar duramam bu saatte dört duvar arasında. Kapıyı çekip çıkarım. İşe gider gibi değil, işten güçten azade bir çocuk gibi yürürüm sokaklarda. Çöpleri dolaşan kedi köpeklerle selamlaşırım. Fırınların önünden geçerim acele etmeden. Derin derin nefes alırım. Fırından taşan buram buram ekmek kokusunu içime çekerim. İçim içime sığmaz. Haftanın yorgunluğu kuş olup uçar omuzlarımdan. Yaşamanın tadını ta kılcal damarlarımda duyarım. Tenha sokakların sessizliğini besteleyen ayaklarımın musikisine uyup türkü bile mırıldanırım. Sanki dağ başındayım. On altı yaşındayım.
Böyle bir zaman, aklım başımdan bir karış havada, sokakları arşınlayıp paşa gönlümün hatrını hoş ettikten sonra simitçi fırınına yürürüm. Bu benim müptelası olduğum en güzel yürüyüşümdür. Duyarım, arkadaşlar serpme kahvaltıya giderler, ya da yeni keşfettikleri bir çorbacıya. Bu rota zaman zaman komşu ilçe ve illere kadar uzar. Lezzet durakları adını verdikleri listeleri vardır ballandıra ballandıra anlatmaya bayıldıkları.
Benim yolum simitçi fırınıdır, değişmez. Fırın yoluna giren ayaklarım bu ezbere bildiği yolda küheylan gibi şahlanır. Simit deyip geçmemek lazım. Ayaküstü yapılan kahvaltıların şahıdır o. Yanında peynir ve çay olursa ne ala, olmazsa canı sağolsun. Nane, kekik kokula zeytinyağına dalıp çıkarsa ballanır, yemede yanında yat olur. Vazgeçilmez ziyneti susamdır. Bir başına bir dünyadır. Allı gelinlerin yüz görümlüğü bileziklere benzeyen simit, dişler arasında çıtır çıtır türkü söylemeye başlayınca damağa bıraktığı tat insanın aklını başından alır.
Günümüzde simitin farklı damak tatlarına hitap eden onlarca çeşidi olsa da benim tercihim bellidir. Yüz vermem tereyağlısına, tatlı mayalısına, İstanbullusuna, çıtırına, kıtırına. Beni benden alıp eski dinç, esrik, başı bulutlarda günlerime götüren adıyla sanıyla nohut mayalı taban simididir. Adına ister simit deyin ister gevrek, bendeki karşılığı hep aynıdır: Taban simidi. Kokusu ve tadı, insanı bulunduğu zaman ve mekânın dışına çıkarma kudretine sahiptir.
Çocukluğumda, her istediğini erişemediğin, eriştiğinde bitmesin diye gıdım gıdım tükettiğin yıllarda pazardan beşi altısı bir yerde taban simidi alırdı annem. Taze olmasına bakmaz, mevsim yaz baharsa ekmek pişirilen, yemek yapılan ocakta közün üstüne; kışsa sobanın üstüne yatırılan maşanın ayakları üzerine konularak ısıtılırdı. Bu işlem tadına tat kadardı taban simidinin. Kuru beynir ufalanmış zeytinyağına bana bana yenirdi. Nasıl bir tatsa öyle yer etmiştir ki damağımda şimdi her pazar bu lezzet için şehrin bir ucundan diğer uzuna yürürüm. Bu yürüyüş bir hafta boyunca üstüme karabasan gibi çöken şehrin, işin, trafiğin, gürültünün, hayatın hayhuyunun ağırlığını alır. Beni ben yapar. Yaşadığımı anlar, şükrederim.
Sevdiklerimle simit kokulu kahvaltı sofrasına oturmak, benim sevdiğim tatları onların da sevdiğini görmek mutluluk için yeter bana. Böyle güzel başlayan bir gün nasıl kötü devam eder?
Yelkenlerimi dolduran yaşanmış güzel günlerin tatlı rüzgârları oldukça bu deli gönlümde yeise yer yok. Yaşamaktan bıkmam, gelecekten ümidi kesmem; vazgeçmem çiçekleri, kuşları ve insanları sevmekten.