Ergül ALTAŞ

Ergül ALTAŞ

[email protected]

MÜSLÜMAN SOFRASI

31 Ocak 2022 - 14:30 - Güncelleme: 31 Ocak 2022 - 18:26

             MÜSLÜMAN SOFRASI

            Bu son yüzyılda bizi biz yapan çok şeyimizi yitirdik.
            Ahmet Haşim ‘Müslüman Saati’nde zaman kavramının uğradığı anlam kaymasını bütün açıklığıyla gözler önüne serer.
            Belki herşey bununla başlamıştır. Arkası çorap söküğü gibi gelmiştir. Kendi kültür ve medeniyet inşanı devam ettiremezsen başkalarının değirmenine su taşıman kaçınılmazdır.
            “Önce ekmekler bozuldu.” Sonra bünyemiz, düşüncemiz, hayallerimiz. Pusulasını yitiren gemi istediği limana değil, istenilen limana yanaşır.
            Müslüman sofrasını ihya etmek, kendimize dönüş için iyi bir başlangıç olabilir.
            Yiyip içtiklerimiz sadece beden sağlığını değil, ruh ve düşünce sağlığımızı da etkiler. Helal lokma ruha şifadır, haram lokma bedene yük. GDO’lu, dondurulmuş, hazır gıdalar. Biz onları mı, onlar bizi mi; kim kimi yiyor?
            Uzmanlar hararetle dengeli beslenmeyi tavsiye ediyor. Dengeli beslenme ihtiyacın kadar yemektir. Toplumlardaki obezite oranı gelişmişlik düzeyine bağlı olarak artıyor. Birilerinin bir yerlerde açlıktan nefesi kokuyor, karnı sırtına yapışmış; birileri göbeğini taşıyamıyor. Taşıyamadığı göbeğinin çaresini diyette, spor salonlarında, ilaçlarda, olmadı ameliyatlarda arıyor. “Yeyom yeyom doyamıyom doktur bey!”
            Ye ye nereye kadar? Vücut bir yerden sonra bu yükü taşıyamıyor. Motor su kaynatıyor. Karın ağrısı, eklem ağrısı, iki adımda kabaran nefesimiz. Ah kalbim! Şeker, tansiyon tavan yapınca koşuyoruz doktora. Dert varsa çare de var. Dert satanlarla çare satanlar aynı işletmeler. Çarklar böyle dönüyor. Doktor, ilaç, ameliyat, diyet. İşte hapı yuttuğumuzun resmi.
            Ömür sermayesini mükellef sofra kurma, mükellef sofraya oturma hırsıyla tüketiyoruz. Bitmeyen savaşlar; kirlenen hava, su, toprak; güzelliğini ve sağlığını yitiren dünya; hayatın anlamını yiyip içmeye indirgemenin sonucudur. Önümüze cömertçe serilen dünya sofrasını görüp kıymetini anlamadıkça bizi ne GDO’lu gıdalar ne gübre ve ilaçlarla semirtilmiş sebze meyveler doyurur.
            İsraf gemi azıya almış ülke ülke, şehir şehir koşarken bitmek bilmeyen zenginlik olan kanaat, yoksulları avutmak için söylenen bir ninnidir bugün.
            Bir türlü ihtiyacımız kadar yemeği başaramıyoruz. Karnımız doyuyor, gözümüz doymuyor. Gözümüz doysun diye kuş sütünün eksik olmadığı sofralara oturuyoruz, işe yaramıyor. Birinin tadına bakmasak hatırı kalır. Arkamızdan ağlar. Görüldüğü üzre bir kabahat varsa bizde değil.
            Kaç öğün yiyoruz? Çoğumuza üç öğün yetmiyor. Ara öğünler ekliyoruz.
            Bizde namaz beş vakit, yemek iki öğündür. İki öğündü daha doğrusu. Kuşluk ve ikindiüzeri yenirdi yemek. Gün doğmadan kalkılır. Rızıkların dağıtıldığına ilanılan bir vakitte. Namazdan sonra esnaf dükkânını açar, zanaatkâr tezgâhının başına geçer, köylü hayvanını sağar, tarlaya salar. Eli işe değince acıkır insan. Acıkmadan sofraya oturulmaz. Dünün hayat meşgalesi bu denli karmaşık olmadığından evle işyeri yan yana, iç içedir. Çoluk çocuk hep birlikte oturulur kahvaltı değil kuşluk sofrasına. İkinci öğün ikindi sonrası, akşam namazının önü sıra yenir. Tok karna yatmak rahatsız eder insanı, sağlığa zararlı olduğunu modern tıp da kabul etmiştir. Yatsı ile yatılır. Yatsıdan sonra bir şeyler yenmezdi.
            Şimdi zevk için yiyoruz, stresten, cansıkıntısından yiyoruz. Yeni tatlar için yiyoruz. Daha çok yemek, tüketmek için daha çok çalışıyoruz. Yiyerek biz olmaktan çıkıyoruz.
            Televizyonlar yemek progranlarından geçilmiyor. Yetmiyor yarışmalar düzenleniyor. Yeme içmeyi hayatın tek amacı haline getirmek için çırpınıyor büyük bir güruh. Çok yemek sağlığı bozar, sağlığı bozulan insan sağlıklı düşünemez, yeterince çalışamaz, üretemez, kalbinin sesini duyamaz. Birilerimiz çok tükettikçe birilerimiz hep aç kalmaya devam edecek. Birileri kazanacak belli, ama o kazananın biz olmayacağı besbelli.
            Karnımız doysa gözümüz doymuyor, gözümüz doysa nefsimiz. Bire bin alma sevdası buğday tarlasında, bankada, borsada, kentsel dönüşümde; her yerde. Bunca meta ne olacak? Kefenin cebi yok. Keşke birileri hep mırıldansa “Ölüm var!” “İnsanın gözünü ancak toprak doyurur.” Korkarım ölmeden doymayacağız.
            “Az ye, az uyu, az konuş.” Kaçımız kulak veriyor bu hadise?
            Müslüman sofrasını bilmiyoruz. Bilsek de o sofraya oturmayı tercih etmiyoruz. Sofra dediğinde çesit bol, porsiyon büyük olur. Çorba, ara sıcak, börek, ana yemek, tatlı, meyve, çay-kahve … Daha neler neler. Tepsi tepsi tatlı, kazan kazan yemek. Yiyelim içelim kâm alalım hayattan. Niçin yaşıyoruz? Demi ya! Köy kahvaltısı; serpme kahvaltı; açık büfe tercihimiz. Hele bir düğün dernek kurulsun da görün siz çöpleri dolduran nimetleri. Yediğimiz önümüzde yemediğimiz ardımızda bu olsa gerek.
            Müslüman sofrasına besmeleyle oturulur, şükürle kalkılır: Elhamdülillah! Besmeleyi ve şükrü unutmanın sonucudur belki doymayan karınlarımız. Bir de şu var: Haram yiyen doymaz. Oysa ölçü belli. Midemizin üçte birini yemekle, üçte birini suyla doldurmalı, üçte birini ise boş bırakmalıyız.
            Sofrayı zenginleştiren çeşit sayısı değil oturan kişi sayısırdır. Sofraya fazladan kaşık koyarmış eskiler. Misafir her daim beklenenmiş.  “Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişininki üç kişiye, üç kişininki dört kişiye yeter.” Sofra gönle kurulmalı, gösteriş otağına değil. Bereket, gönle gönülden kurulan sofralardadır.
            Mevlana kurulan sofraya bakar, fazla bir şey yoksa şükredermiş; soframız peygamber sofrasına benzemiş diye. Çeşit çoksa üzülürmüş. Soframız ehli dünyanın sofrasına benzedi, dermiş.
            Müslüman sofrası Halil İbrahim sofrasıdır. Bereketi oradan gelir. Bir eksilir, bin dolar. Müslüman sofrası düğün sofrası gibi herkese açık, iftar sofrası gibi bereketli, Peygamber sofrası gibi mübarektir. Müslüman sofrasına oturan kendi rızkıyla oturur, bereket getirir; izzet ve ikram görür.
            “Yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
            Yemek için mi yaşıyoruz, yaşamak için mi yiyoruz? Bu soruya verdiğimiz cevap Müslüman sofrasına dönüş için umut olabilir.
            Padişah sofrası, ağa sofrası, paşa sofrası, kuş sütünün eksik olmadığı gösteriş sofrası. Gözümüz, gönlümüz hangisine oturmaktan yana? Cevabımız hiçbiriyse buyurun müslüman sofrasına.

           

 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum