GÜVENDİĞİMİZ DAĞLARA BAHAR GELSİN
Kimse kimseye güvenmiyor. Baba oğluna, kardeş kardeşine, pardon işçiye, amir memura; millet televizyonda boy gösteren yetkililere ve uzmanlara. Güvendiğimiz dağlara kar yağmış. Yalnız ve kimsesiz yürüyoruz.
Aramızdaki güven duygusuna ne oldu? Deprem mi yıktı, ateş mi yaktı; sel mi aldı, yel mi? Biz ne ara bu hale geldik?
Bülbülün çektiği dili belasıdır. Ağzı olan konuşuyor. Torba değil ki büzesin. Söze değil, lafa düşkünüz. Konuşmadan duramıyoruz. Laf olsun, torba dolsun. Havadan sudan, uçan kuştan bahisle dakikalar geçiriyoruz. Lafın arkasına düşüp gidiyoruz da sözün hakikatini sorgulamıyoruz. İftira, dedikodu, yalan dolan hakikat muamelesi görüyor.
Laf lafı açıp söz uzayınca dilin ayarı, ipin ucu kaçıyor. Malum, dilin kemiği yok. Araya ayrık otları gibi istenmeyen sözler giriyor. Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz, diyen ataların bir bildiği olmalı. Söz yoldan çıkınca olmayacak yerlere varıyor. Ne gönül bırakıyor ne hatır. Yıkılıyor gönül köprüleri. Yüzümüz birbirine duvar. Herkesin tasası, sevinci, düşüncesi kendisine kalıyor. Görmüyor, duymuyor, bilmiyoruz. Oysa biz bir ormanın ağaçlarıyız, dallarımız birbirine değmeli. Yağmurda birlikte ıslanmalı, rüzgârın şarkısına birlikte eşlik etmeliyiz.
İnsan sözüne sadık olmalı. Kalubelada Allah’a verdiği söze, nikâh masasında eşine verdiği söze, anne babaya, arkadaşa verdiği söze… Verilen bir sözün yerine getirilememesine ancak ölüm ya da ona eşdeğer bir sebep mani olabilir istiklal şairimize göre. Yalan söylemek, sözünde durmamak münafıklık alametlerindendir. Söz namuzdur. Yere düşerse ayakaltında kalır. Güven duygusu, güvelerin için için yiyip bitirdiği çınar gibi devrilir. Sözün senet olduğu günler mazi olur.
Adalet olmayınca rahmet de olmuyor. Onun için doymuyor gözümüz. Eline yetkiyi geçiren, geçer akçeyi bulan, kızı kızanı, yedi göbek sülalesini ihya ediyor. Karun’a özeniyor mübarek. Sorunca haktan yola çıkıyor adalete varıyor. Yüzü kızarmıyor. Yüzü kızarmayana ne söylesen boş. Yaptığı yanına kâr kalıyor, olan güven duygusuna oluyor.
Kötünün, çirkinin peşine düşmekte, bulup yaymakta çok istekliyiz. Ama iyi ve güzeli arayıp bulmaya, takdir etmeye hiç hevesimiz yok. Kusur arıyoruz. Gözünün üstünde kaşın var. Kadı kızında olan kusur bizde olmaz mı? “Hatasız kul olmaz.” Ne güzel şarkıdır o. Şarkılarımız, türkülerimiz değişince huyumuz suyumuz değişti.
Rabbena hep bana. Bize yakışan bu mu? Bölüşmeyi bilirsek herkes hakkına razı olacaktır. “İki kişinin yiyeceği üç kiyiye de yeter. Üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter.” Zekât hala Müslümanlara farz. Sadaka ne güne duruyor. Rızkı veren Allah. Ya nasip!
Tezgâh yapmayı sanat olarak görür pazarcı esnafı. İri, taze ve olgunlar müşterinin gözüne sokulur; torbasına çürük çarık dolar. El çabukluğu marifet olarak görülür. Ulu orta tezgâh kurar kimi. Bul karayı, al parayı. Ali cengiz oyunlarıyla canlar yanar, ocaklar söner. Güven yalan olur, barınamaz aramızda. Alır başını gider dağlara dağlara.
Çarşı pazar esnafı, ticaret erbabı yalansız iş yapamıyorsa, helale haram karıştırmak adet haline geldiyse yandı gülüm keten helva. Artık doğru ve dürüst insanların doğrucu davut olarak kınanması şaşırtmaz bizi.
Gazetelerin kitap eklerinde, dergi sayfalarında öve öve bitirilemeyen bir kitabı alırız. Boş çıkar. Yiyerek zayıflatan diyetlere inanırız. Hayalkırıklığı. Bitkisel karışımları ballandırır birileri. O birilerine inanırız, böbreklerimiz iflas eder. Birileri illa minarel vitamin takviyesi önerir başımıza musallat olan salgına karşı. Biri ebegümeci tohumu, biri kozalak reçeli. Covid aşısına ülkenin yüzde kırkı, ellisi karşı çıkar. Yanetkileri yararından çokmuş. Küresel güçlerin oyununa gelmemek lazımmış. Kime, neye inanacağımızı şaşırırız. Çare? Bilen yok. Ya ne yapalım? Bilir bilmez, yalan yanlış, konuşmaya devam edelim.
Aramızda saygı ve sevginin olması, kardeşlik duygularının serpilip gelişmesi için güven duygusu tesis edilmeli. Güven duygusunun tesisine bilimsel gerçeklik, doğru söz, ahde vefa, paylaşmak, nasibe rıza, kadere iman kâfidir.
İnsan duvara, ağaca, taşa değil, insana yaslanır. Günü karardığında yüzüne bakacak, ayağı sürçtüğünde elini tutacak birini arar. Bulursa ne ala! Bahar gittiği gibi tez gelir. Ya bulamazsa! Güzü kışa döner, bahar yitik bir kuşa.
Uzatılan el boşta kalmasın. El ele yürümek yalnız yürümekten daha kolay ve güzeldir.
Kendimize yazık etmeyelim.
Güvendiğimiz dağlara kar yağmasın, bahar gelsin.
FACEBOOK YORUMLAR