DİL YARASI
Bilenler bilir; dil yarası başka yaraya benzemez.
Dostun bir sözü şad ederken bir sözü yıkıp viran eder gönül evini. Ağzınla kuş tutsan kâr etmez, yapılmaz yıkılan gönül. Ağırlığı vardır sözün. Kuyumcu terazisi hassasiyetiyle tartıp söylemeli ki zülfü yâre dokunmasın.
Ya hayır söyle, ya sus; söz gümüşse sukut altındır; bin düşün bir söyle. Ataların dile verdiği ehemmiyet bu. Hepsi dile, söze, Türkçe’ye dâhil. Ağızdan çıkanı kulak duymalı, Allah korusun kaş yapayım derken göz çıkarmak var. Dilin, sözün vebali büyüktür.
Dil bu. Nelere kadir: “Sözü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz. Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı. Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz”
Bir milleti millet yapan unsurların ilki dildir. Türk’üz biz. Türkçe dertlenir, sevdalanır, düşünür, hayal kurarız. Türkçedir dünya ve ötelere dair tasavvurlarımız. “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür. İnsan sözünü dil ile söyler, sözün iyi olursa, yüzün de parlar.”
Tarihi vesikalarla sabittir. Dilini kaybeden kendini kaybeder. Kendini kaybedenin ne dini ne milleti vardır. Rüzgârın önünde bir gazeldir savrulur onun bunun ikliminde derbeder. Dili lâl olanın içinde sakladığı hazineler dünyaya değse neye yarar? Sevdasını da davasını da anlatamaz. İçinde kopan fırtına da olsa âleme sütliman görünür.
Hâl böyleyken diline, Türkçe’ye sahip çıkması gereken yönetici makamında oturan yetkili ve etkili kişilerin tutumları şaşırtmıyor bizi. İkiyüzlü tutumları kanıksadık. Küp içindekini sızdırıyor. Dil, tarih, vatan, millet deyince mangalda kül bırakmayan, iş icraata gelince sus pus olan özünden uzağa düşmüş yönetiçilere sahip olduğumuz için hayıflanıyoruz sadece. Öyle cadde ve sokaklarımız var ki, ne idüğü belli olmayan dillerle yazılmış tabelaların işgaline uğrayan, başı dik dolaşamaz kendini bilen vatan evladı.
Böyle gelmiş böyle gitmez demek için kültüründen, birikiminden, devlet millet sevdasından emin olduğumuz insanlarla bir olmak, birlik olmak için çabalıyoruz. Umudu ayakta tutmak için hac yolundaki karınca misali yol yürüyoruz. Hiç olmazsa safımız belli olsun. Bu milletten başkasının değirmenine su taşımadığımız görülsün istiyoruz.
Gün geliyor bin bir çaba ile yeşerttiğimiz umut ağacının o narin, kırılgan gövdesine güveler musallat oluyor. Kültürlerine güvendiğimiz, yan yana olmaktan kıvanç duyduğumuz insanlar orda burda, sosyal medyada bir resmin, yazının altına emojinli yorumlar ekliyor. Beğen, alkış, muhteşem, üzgün, kızgın, gözkırpma; daha neler neler. Adam duygu ve düşüncesini bir cümle ile ifade edemiyor ya da buna üşeniyor. Birileri onun için her şeyi düşünmüş nasıl olsa!
Sözümüzü muhatabımız yanlış anlar, beğenmez, istediğim gibi ifade edemem diye endişelerimiz varsa beğenmekle yetinelim. Dallanıp budaklanıp hayatımızı çepeçevre sarmasın bu kısır işaret dili. Üzgün, muhteşem, kızgın emojinlerle başlayan düşünce ifade etmeye alışmanın sonucu whatsappta kurulan bir kültür sohbet grubunda emojimlerle paylaşımda bulunmak, paylaşımlara emojinli yorum yapmaktır.
Dil bir düşünme, tasavvur etme aracıdır. Görsel çağda dile ne hacet diyenlerden olmadığım için yüksek sesle haykırıyorum: Bari bunu biz yapmayalım!
Umut biz miyiz, çare bizde mi? Kelin merhemi olsa kendi başına sürer. Önce kendimize bakalım. Eşimize, çocuğumuza, çevremize. Bir yabancı dil öğrensin diye çırpındığımız çocuğumuz kendi dilini biliyor mu, dil bilincine sahip mi? Değilse yarın “Türkçe bilim üretmek için yetersiz,” diyen, yetersizler kervanına katılmaya adaydır. Dilini beğenmemeğe, medeniyetine ağız burun kıvırmaya başlar. Çıktığı kabuğu beğenmeyen bir mankurt olup efendi edindiği, insanlığın kanını emen sülük taifesine hizmet eder.
İletişim çağındayız. Televizyon, gazete, radyo, telefon, sosyal medya. İletişim yolları hiç olmadığı kadar açık. Öyleyse bu asab bozukluğu neyin nesi? Kimse kimseyi anlamıyor ya da yanlış anlıyor. “Kimse beni anlamıyor,” ya da “Ay, sen beni yanlış anladın!” diye açığa vuruyoruz bunu. Okuma yok, yazma yok. Duygu ve düşüncelerimizi anca tarzanca anlatmaya çalışıyoruz yarım yamalak, kör topal. Haliyle bu sonuç kaçınılmaz.
Sözlü ve sözsüz iletişım; yazılı ve görsel iletişim. Derken emojinli iletişim. İletişimde geldiğimiz ve kördüğüm olduğumuz nokta. .
Dil deyince yazılı, sözlü, hâl ve beden dili de geliyor aklımıza. Bundan böyle emojinler de gelmeli. Mağara duvarları …
Deveye sormuşlar ... Yok yok… En iyisi sormasınlar. Sorarlarsa cevap malum. Umutsuzluk denizinde yittiğimizin resmidir.