ÇOK SESLİ MÜZİK
“Bu gürültüye nasıl tahammül ediyorsunuz?”
“Gürültü! diyor dünyanın en güzel müziğine.
“Alıştık” demiyorum. “Her işin bir zorluğu var, bu da bizim işin zorluğu” da demiyorum. Cevap vermekte acele etmiyorum.
Kulaklarımda kuş cıvıltılarını andıran çocuk sesleri, bilgisayar ekranında diploma kayıt örneği düzenliyorum.
Çocukluğum ve gençliğim sesler ve renkler arasında geçti. Tabiatın koynunda sere serpe büyüyenler seslere ve renklere meftun olur. Bilirim sesle gürültü arasındaki farkı. Gürültü, baş ağrısı, ömür törpüsü; ses, gönül neşesi, yaşama sevincidir.
Yağız yerle mavi gök arasında renklerin ve seslerin harman yerinde öğrendim düşe kalka yürümeyi. Kuş dili kadar, gönül ve hâl dili de biliriz. Söze kapı açmak için sorulan bu soruya felsefi bir cevap vermek muhatabımı incitebilir. Ağzımdan hissiyatımı anlatan basit bir cümle çıkıyor:
“Bana müzik gibi geliyor.”
“Rock mı, pop mu?”
“Hepsi. Rock, pop, hip hop. Aşk şarkısı, sevda türküsü. O sizin kulağınızın maharetine kalmış artık. Bana daha çok, çok sesli müzik gibi gelir. Bütün seslerin ve renklerin yüzlerce maharetli enstrüman tarafından çalınan olağanüstü melodisi.”
“İşinizi sevmeniz ne güzel!”
“Böyle güzel iş sevilmez mi?”
Allah’ın sevgili kuluyum ben. Şakır şakır yağan yağmurun neşesi doldu birden içime. İçimdeki müziğin ritmine dalıp gittim. Dağ başında uğuldayan deli rüzgârların sesine ses verdim. Deniz kenarına indim kapıldığım rüzgârı arkama alıp. Kıyıları öpüp koklar gibi okşayan aşk sarhoşu dalgaların billur sesiyle fısıldadığı müjdeye vâkıf oldum. Şırıl şırıl akan derenin güneş ışınları oynaşan sularına eğilip kana kana içtim, abdest tazeledim. Bana, ömre ömür katan bu müziği bahşeden Allah’a hamdettim.
Baktım kaşla göz arasında yedi iklim, dört bucağı dolaşmış, yunmuş yıkanmış, ağırlıklarımdan kurtulmuş, bilgisayardaki diploma kayıt örneğini çoktan hazırlamışım.
Hazırladığım diploma kayıt örneğinin çıktısını aldım. İmzaladım, mühürledim. “Buyrun!” diyerek uzattım. Mütebessim, teşekkür etti. Ayağa kalkıp kapıyı açtı.
Zil çalmış, öğrenciler teneffüse sığmayan oyunlarını almış neşeyle sınıflarına götürüyordu.
“Bu gürültü değil,” dedim. “Hayatın kabına sığmayan coşkusu, geleceğin çok sesli müziği. Bu müziğin melodisinde kavala olduğu kadar flüte, saza olduğu kadar gitara, davula olduğu kadar bateriye de yer var.”
Anladı mı bilmem? Öyle baktı. Ne söyleyeceğini bilemedi sanki.
“Allah kolaylık versin,” dedi kapıdan çıkarken.
Coşkun bir ırmağı andıran öğrenci seline karşı zar zor yürüyerek okuldan çıktı. İbrahim Gökçen Bulvarında büyük bir gürültüyle akan araç ve insan trafiğine karışıp gözden yitti.
“İşte,” dedim ardından, “içinde kaybolduğumuz bu vaveyladır gürültü.”