Bİ’ÇAY İÇELİM
Kış geldi. Dağın bayırın ayazından, çarşının pazarın soğuğundan ev sıcaklığına kaçıyoruz. Kaloriferli evlerde ocak başı, soba başı arıyoruz. Soba başı bulunca kendimizi dünyanın en şanslı kişisi addediyoruz. Kuzunesinde patates, üstünde kestane, yanında içli içli kaynayan çaydanlık. Kış güzelliği “Güzel ne güzel olmuşsun / Görülmeyi görülmeyi.”
İnsanız. Zevkimiz, eğlencemiz, damak tadımız, hayat felsefemiz birbirinden farklı. Kimi kar ister yaz günü, kimi kış günü karpuz. Ben dört mevsim çay isterim. Sıcak suyun gurbette faydası vardır, bilirim.
Bizden biridir çay. Amele, işçi, memur, esnaf, köylü. Derdin, tasanın, efkârın, sohbetin olmazsa olmazı. Gönlümüzde, soframızda, meclisimizde yeri vardır. Çay sevdiğimizdir. Biz sevdiğimizi bağrımıza basarız, elimizden, dilimizden düşürmeyiz.
İnce belli bardak kendini saran eli ısıtır önce. Sonra yudum yudum geçip gittiği yolları. Mideye vasıl olunca içi dışı ısınır insanın. Yakut kızılı renk göze; şekeri karıştıran kaşığın ritmi kulağa hitap eder. Aynı müzik bakarsın “Erzurum dağları kar ile boran” çalıyor, bakarsın “Asmam çardaktan suyu bardaktan.” Bir dost arar gözler iki lafın belini kırıp dertleşmek için. Çay dilimizden, gönlümüzden anlayandır. Gurbette kardeş, hastalıkta ilaç, bayramda şekerdir. Çay her derde devadır.
Çayla senli benliyiz. Aramızda teklif yok. Birbirimizin karşında el pençe divan durmayız. Hal hatır sormak için aracıya, huzura çıkmak için Ahmet’in Mehmet’in selamına ihtiyaç yoktur. Gelir oturur gönlümüzün başköşesine. Gariptir bizcileyin.
Kahve gibi bir ağırlığı yoktur. Keyfi değil hayatı çağrıştırır. Toz duman içinde doludizgin koştuğumuz dünya yolculuğunda soluklanmak için içilir. Sabah kahvaltısında, akşam oturmasında, yemekten önce, yemekten sonra, iş dönüşü, köşebaşında ayaküstü içilir. İçmek için bahanesi çok, ritüeli yoktur.
Şu isimlere bakın. Ne kadar sıcak, mütevazı ve bizden. Nane limon, ıhlamur, adaçayı, kış çayı, bitki çayı, yeşil çay, çaayyy! Hepsinin kökleri bu topraklarda. Mis gibi biz kokuyor.
Kahveyi keyif ehli beyler, çayı herkes içer. Kahvenin kırk yıllık hatırı buradan gelir. Her isteyen ulaşamazdı. Ağa, bey, paşa konaklarının ikramıydı. Seçkinciydi. Ayaktakımı diye ağız burun kıvrılan sana bana uzak. Hatırı sanıldığı gibi samimi sohbetlere kapı açmasından değil, ulaşılmaz olmasındandı.
Kahve dediğin iyi bir yemek üstüne içilir. Karnı tok, sırtı pek olanı sever. Bey gibi oturacaksın bir köşeye ya da paşa gibi kurulacaksın koltuğa. Gel keyfim gel.
Kahve içenlerin geçmişte bir çalımı vardı. Üstten bakarlardı dünyanın kahrını çeken çoğunluğa.
Şimdi eski çamları bardak ettiler. Tahtından indirilmiş devrik kral gibi halkın arasına düştü. Çoluk çocuk kahve içiyor. Adamdan sayılmak, adam yerine konmak için belki. Bir ağırlığı, afra tafrası kalmadı. Keyif ehlini taklit etmede herkes, sabah akşam kahve içiyor. Fincanlar yetmedi imdada kupalar yetişti. İkisi bir arada, üçü bir arada. Dök sıcak suya, bak işine.
Nescafe, filtre kahve, sade kahve, espresso, americano, cafe latte, cappuccino…. İsimlere bak hizaya gel. Bir Türk kahvesinin adı âli yanımızda. Hatrı mı? Kırk yılda bir içilirse vardır elbette.
Kahve herkes tarafından erişilebilir olunca eski ağırlığı yerle yeksan oldu. Say ki marabalar ağa oldu. Kahvenin yüksek hatrını korumak, düştüğü yerden tutup kaldırmak için yeni uygulamalar icat edildi. Kahve takımları mücevher alımlığına özendi. Ocaklar cazibesini yitirince cezve köze, küle sürüldü. Yanında lokum demoda oldu, çikolata kıymete bindi. Kahvehaneler çay tafarından fethedilince seçkin mekânlar açıldı keyfine düşkün beylere. İsmiyle müsemma cafe.
Çayda aynı mütevazı hâl. “Gel bi’çay içelim,” samimiyeti. Kahveden sonra girse de hayatımıza gurur, kipir yoktur mayasında. Su gibi içilir, aziz bilinir. Misafir ağırlamanın, sohbete oturmanın güzelliği ışır renginde. Kaynarken başında beklemene gerek yok. Sevmez başında dönülmesine, abartılı ilgi gösterilmesine, iltifat edilmesine. Sudur aslı, bilir bunu.
Kahve seçkin mekân, asude zaman arar. Koltuk döşek arar. Sedirde başköşe gözetir. Çay zaman, mekân aramaz, ayırmaz. Çayocağında, evde, pinikte, tarlada, yolda yanımızdadır. Ekmeğimize, sohbetimize katık; tasamıza, sevincimize ortakdır.
Bi’çay içelim. Varsın rengi göz almasın, odun ateşinde kaynamasın, demliği bakır, çinko, porselen olmasın. Yeterki sıcak olsun. İnce belli bardakta gelsin. Sıcacık saralım, yalnız olmadığımızı bilelim.
Çay Rize’den; kahve dün Yemen’den, bugün Brezilya’dan gelir.
Haydi, siz söyleyin!
Bizim dilimizden, gönlümüzden hangisi anlar?
Ergül ALTAŞ
FACEBOOK YORUMLAR