Doç.Dr. Faiq ELEKBERLİ

Doç.Dr. Faiq ELEKBERLİ

faikelekber@gmail.com

Azerbaycan Türk felsefesi: gelenekler ve çağdaş eğilimler (19.-20. yüzyıllar)

08 Nisan 2025 - 09:33

 

Faig ALEKBERLI,

 Azerbaycan Türk düşünürlerinin 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarından itibaren, önceki dönemlere kıyasla, dinî-felsefi konulardan çok, sosyo-politik sorunlara daha fazla eğilmeleri bir tesadüf değildir. Genel olarak bu dönemden itibaren felsefenin temel konularından ziyade sosyo-politik konulara daha fazla ilgi gösterilmesinin nedeni Müslüman milletlerin ve devletlerinin gerilemesiyle ilişkilendirilmiştir. Her halükarda, 19. yüzyıla kadar, belki bir yandan İslami Doğu halklarının ve devletlerinin gerilemesi pek belirgin değildi, aynı zamanda Batılı devletlerin gelişmesi de pek belirgin değildi. Ancak Müslüman ülkeler arasında büyük güç olarak kabul edilen Osmanlı ve Kaçar hanedanlarının ve diğer Müslüman devletlerin gerilemesine karşılık Batılı devletlerin her alanda (askeri, ekonomik, teknolojik vb.) ilerleme kaydetmeleri, sosyo-politik veya sosyo-felsefi içerikli eserleri daha da önemli hale getirmeye başlamıştır. Bu açıdan Bakıhanov, Zakir, Vazeh, Nigari, Nevvab ve diğer düşünürlerin eserlerinde felsefenin temel konularının yanı sıra sosyo-politik veya toplumsal felsefeyle ilgili konular da önemli yer tutmaktadır.
Sosyo-politik veya toplumsal felsefeyle ilgili konularda Azerbaycan Türk düşünürlerinden hangisinin muhafazakârlık ve katılıkla, hangisinin yenilik ve reformculukla öne çıktığı ayrı bir konudur. Elbette burada sosyo-politik ya da toplumsal felsefeyle ilgili meselelere yaklaşımdaki çelişkilerin ve farklılıkların çeşitliliğini de hesaba katmak gerekir. Her halükarda Azerbaycan’da Doğu-İslam-Türk kültür ve felsefesinin takipçileri arasında skolastik felsefeden laik felsefeye, dini düşünceden laik düşünceye kadar belirli farklılıkların olduğu inkâr edilemez (AA Bakıkhanov, HZ Şirvani, G. Zakir, MM Nevvab, S.A. Nabati, A. Akhundoglu, Nigari ve diğerleri). Aslında 19. yüzyılda Azerbaycan Türk kültür ve felsefesinin oluşumunda skolastik felsefi düşünceden laik felsefi düşünceye doğru ortaya çıkan çelişkiler ve farklılıklar, onun yeni bir aşamaya geçişinin temelini oluşturmuştur. Başka bir deyişle, Bakıhanovlar, Zakirler, Nigariler ve Nebatiler’in dinî ve tasavvufî görüşlerinin yanı sıra sosyo-politik ve toplumsal felsefeye daha fazla önem vermeleri, ayrıca yerel otoriter-muhafazakâr güçleri eleştirmeleri, gerçekten de yeni bir aşamaya geçişte önemli bir ivme kazandırmıştır. Kanaatimizce bunların hepsi Azerbaycan Türk felsefi ve toplumsal düşüncesinde skolastik felsefi düşünceden laik felsefi düşünceye geçişin ilk gelişme yolu olup, yerel-yargısal-muhafazakâr dünya görüşüne bir ölçüde muhalefetleri ve Batı kültürüne karşı aşırı temkinli yaklaşımlarıyla ayırt ediliyorlardı.
Önemli olan, felsefi gelişimin bu yolunun, bir bütün olarak, iki felsefi çizginin daha doğmasına yol açmış olmasıdır. Bu felsefi gelişim yollarından biri de Azerbaycan'da Batı Avrupa kültür ve felsefesinin oluşmasıyla ilişkili olup, Avrupacılığın etkisi altında radikal-devrimci felsefenin ortaya çıkmasıyla birlikte gerçekleşmiştir. Kanaatimizce Azerbaycan-Türk felsefi ve sosyal düşünce tarihinde bu felsefi gelişme yolunu izleyenler (Mirza Şafi Vazeh, Tahira (Zarintac) Gurratul-Eyn, Mirza Muhammed Ali Kazım bey, Mirza Feteli Ahundzade, Necef bey Vezirov, Zeynalabdin Marağali vb.) bir yandan Doğu-İslam-Türk kültür ve felsefesine karşı son derece eleştirel görüşlerinden, diğer yandan da Batı kültürüne aşırı bağlılıklarından dolayı seçilmişlerdir. Zaten bunların bir kısmı (Vazeh, Vezirov, Maraghali vb.) İslam dinine ve milli kültüre karşı nispeten eleştirel bir tutum sergilerken, diğerleri (Akhundzadeh, Kazımbay) esas olarak İslam felsefesini, kısmen de aşırı bir biçimde Türk kültür-felsefesini açıkça eleştirmişler ve karşılığında Batı kültürünü ve onun bir bileşeni olarak Hint-Aryan kültürünü öne çıkarmışlardır.
Özellikle Ahundzade, Kazımbey ve Meragali'nin millî-dini değerler konusunda takındıkları radikal tavırların ve Batı kültürüne aşırı bağımlılıklarının, millî felsefemizin bu aşaması için pek de başarılı bir gelişme yolu olmadığını düşünüyoruz. Elbette, bir bütün olarak ele alındığında onların dünya görüşleri de Azerbaycan-Türk felsefi ve toplumsal düşünce tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu anlamda, bir dereceye kadar, milli felsefi düşünce tarihimizde de belli bir paya sahiptirler. Ancak, Akhundzade ve Marağali’nin Türk olmalarına rağmen, İranizm de dahil olmak üzere Batı kültürüne aşırı bağımlılıkları sonucu kendilerini Farsça konuşan Müslüman ilan ettikleri, Kazımbay ve Gurretul-Ayn’ın ise İslam’ı terk ederek Hıristiyanlığa ve Babil’e yöneldikleri de bir gerçektir. Elbette, etnik kökenleri veya yeni bir dinsel kimliği benimsemeleri konusunda sonradan ortaya çıkan farklı görüşlerin felsefi açıdan veya kamuoyu tarihi açısından tartışılmaması gerektiği de ileri sürülebilir. Bizce mesele bu kadar basit değil. Her halükarda, her felsefi ve toplumsal dünya görüşünün temelinde milli benlik bilinci ve dini benlik bilinci de önemli bir rol oynar. Bu anlamda Ahundzâde, Kazımbay, Meragali ve Gurratül-Eyn gibi düşünürlerimizin daha sonraları millî kimlik ve dinî kimlik konusunda ulaştıkları sonuçlar da, az veya çok, onların dünya görüşlerindeki çelişkilerin ürünüydü. Özellikle Batı kültürünün (Rus-Slav ve Hint-İran kültürleri de dahil) dünya görüşleri üzerindeki etkisi, ulusal ve dinsel kimlik meselesinde açıkça görülmektedir.
Bu, Batı kültürünün ve Batı felsefesinin etkisi altında, bizim millî-dinî, felsefî ve toplumsal düşüncemizin yerine, başka bir kültürün veya felsefi düşüncenin tarihine dalmaya çalıştıkları anlamına gelir. Sonuç olarak Kazımbeylerin, Ahundzâdelerin ve Marağalıların dünya görüşleri yabancı ideolojilerin propaganda aracı haline gelmiştir. Örneğin Sovyetler Birliği döneminde Ahundzade ve Kazımbey'in felsefi ve sosyal mirası Marksizm-Leninizm teorisine uyarlanırken, Marağali'nin İrancı fanatizmi Pehlevilere hizmet etmiştir. Başka bir deyişle, bütün bunlar ortadayken, Ahundzade, Kazımbey ve Meragali’yi idealize etmek ve onları Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi, şimdi farklı bir biçimde (milli kültür ve milli felsefeye uygun olarak) felsefi ve toplumsal düşüncemizin en büyük rehber filozofları olarak sunmak doğru değildir. Bu, Ahundzâde, Kazımbay, Merağalı ve diğer düşünürlerin millî felsefe ve kültürden ziyade yabancı kültürlere yöneldikleri için onları terk etmemiz veya onların ilmî ve felsefî yaratılarını gölgede bırakmamız anlamına gelmez. Asla! Basitçe söylemek gerekirse, burada dile getirdiğimiz asıl nokta, Çarlık Rusyası, Sovyetler Birliği ve Pehlevi dönemlerinde esas itibariyle gayri milli fikirlerin yayılması için ön plana çıkarılan bu düşünürlerimizi, birçok hususu dikkate almadan, körü körüne veya kasıtlı olarak idealize etmenin bir çözüm olamayacağıdır. Biz bugün, milli felsefemizin, milli kültürümüzün, milli fikirlerimizin özüne uygun olarak, onların felsefi ve sosyo-politik görüşlerinin değerlendirilmesini ve objektif değere kavuşturulmasını öneriyoruz. Kanaatimizce, Çarlık Rusyası, Sovyetler Birliği ve Pehlevi dönemlerinde mümkün olduğunca karanlıkta bırakılan bazı düşünürlerimizin (Bakihanov, Zerdabi, Afgani vb.) milli felsefe ve milli kültürdeki daha büyük rolünün ortaya çıkarılması da önemlidir.
19. yüzyılda Azerbaycan-Türk felsefi ve sosyal düşüncesini, kendisinden önceki iki gelişme çizgisinden daha kapsamlı bir biçimde yansıtan düşünürlerimiz (C. Afgani, Hasan bey Zerdabi, Seyid Azim Şirvani, Mirza Abdurrahim Talibzade, A. Gorani ve diğerleri) olmuştur. Bunlar, Doğu-İslam-Türk kültürü ile Batı-Avrupa kültürü arasında ortak noktalar bularak ve bunları "sentezleyerek" bu sorunu çözmeye çalışmışlardır. Her halükarda Afganiler, Zerdabiler ve Talibzadeler, birinci ve ikinci kalkınma yollarından farklı olarak, bazı konularda orta ve daha akılcı bir yol izlemeyi başardılar. Bu felsefi gelişim yolunda "ılımlı" veya "ılımlılık"tan anladığımız, hem İslam-Doğu kültürüne hem de Batı kültürüne ilişkin idealizasyonlardan ve aşırılıklardan kaçınmaktır. Aynı zamanda burada asıl amaç, iki farklı kültür arasında çelişkilerden ziyade benzerlikleri bulmak, millî-dinî özelliklere aykırı olmayan olumlu yönleri kabul etmektir. Ayrıca bu felsefi gelişim yolunda "rasyonel" olarak gördüğümüz şey, her iki kültür açısından da her şeyi siyah-beyaz olarak görmeyi bırakıp, dönemin koşullarını da göz önünde bulundurarak Müslüman halklara daha inandırıcı ve objektif bir çizgi sunmaktı.
Bu konuda, yani felsefi gelişme yolunda "ortalama" ve "rasyonel" düşünceye en büyük katkıyı yapanlar J. Afgani ve H. Zardabi olmuştur. Zira o dönemde de, bugün de, Müslüman ülkelerin halklarının İslam düşmanı, insanlık düşmanı güçlere karşı kullanabileceği iki temel silahı vardı: 1) İslam felsefesi ve 2) Milliyetçilik bilinci. Ancak her iki konuda da İslam düşmanı, insanlık düşmanı güçlerin kendi hesaplarının olduğunu çok iyi biliyoruz. Mesela İslam düşmanı, insanlık düşmanı güçler İslam konusunda özellikle Türkler, Farslar ve Araplar arasında bambaşka propagandalar yürütmüşlerdir.

 

ANAS Felsefe ve Sosyoloji Enstitüsü

"Türk Halklarının Felsefi Düşünce Tarihi ve Çağdaş Felsefesi" Anabilim Dalı Başkanı

, Felsefe Doktoru, Doçent

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum