İster İbrahimî gelenekten olsun ister Uzakdoğu dinlerinden ya da antik zaman inançlarından, bütün metafizik inanışlar îmana dayanır. Müminlerinin açısından bütün dinler önemli ve kutsaldır. İnanışları anlamaya çalışırken onlardan önceki inanç manzumeleriyle olan ilişkilerini abartmamak gerekir. Bütün dinlerin şu veya bu miktarda önceki dinlerle benzerlikleri mevcuttur. Metafizik saha bir tek dinin inhisarında olamaz. Sosyolojik bağlamda hiçbir din uydurma değildir. Vecd ve vecdin objektif görüntülere bürünmesi, yani namaz, oruç, semâ, semah, âyin, günah çıkarma dua gibi faaliyetlerle görünür hâle gelmesi dinin varlığı için şarttır. Bir metafizik hâl olan vecd bütün inanışların temelidir. Peygamber, nebi, velî, kam, dede, baba; her kimse bu sırlı başlangıçla metafizik dünyayı anlatmaya başlar.
Biz din sosyologları ne vecdi yaşamış ne de mahiyetini tecrübe etmiş kişileriz. Vecdin gerçekleşişine inanmaktan ziyâde bu hâli anlamak suretiyle bilgiye dönüştürme peşindeyizdir. Bu bağlamda bütün kutsallar, tezahürleriyle iman sahasında bilgi alanına aktarılıp bilinebilir. Genelde tasavvuf, özelde çalışma alanım olan Bektaşîlik veya Alevî-Bektaşî geleneği de bu çerçevede incelenebilir, anlaşılabilir ve anlatılabilir. Hanefilik ne kadar mâkulsa/aklîyse, Mevlevîlik ya da Kızılbaşlık da o kadar mâkuldur. İnançların mensekleri/ritüelleri kendi bağlılarınca değerli ve önemlidir.
Vecdin başlangıç safhasında yani trans öncesinde bir ayetin, bir şiirin, bir güzel manzaranın ve görüntünün olmasıyla şarabın olması arasında uyarıcılık bakımından fark yoktur. Günah ve sevap kavramları inançların kendi çevrelerince değerlidir. Bektaşi muhabbet sofrasındaki dem de bu şarap tanrısı Dionysos ya da İran geleneğindeki Cem/Cemşid‘in vecdi ya da en hafif nitelendirmeyle esrimeyi insanlığa hediye edişinin simgesidir. Bu sözü söylerken Bektaşiler, demi bu iki gelenekten aldılar demek istemiyorum. Sadece bu ritüeli anlayabilmek için iki kadîm başlatıcının hallerine gönderme yapıyor ve onlardan örnek veriyorum. Yalnız Bektaşî şirine değil diğer klasik Osmanlı şiirine baktığımızda bu izah tarzını derinliğine görebiliriz.
Nâylar virür fenâ-yı bezm-i ‘âlemden haber
Câmdan sorsaŋ virür keyfiyet-i Cem’den haber
Bursalı Rahmi
Sadece bu şiir bile metafizik âlemle Cemşid arasındaki ilişkiyi anlatmaya yeter.
Kimi inançların uygulamalarında gülün, şiirin ya da sema’ın başlattığı vecdi değerli kabul etmek Bektaşî vecdinin sembolik başlangıcını değersiz kabul etmeyi beraberinde getirmemelidir.
Fıkhın helal-haram ya da günah sevap ikilemiyle metafizik kaynaklı inanç çevrelerine bakıldığında ya tamamını dışlama ya da çeşitli tevillerle bu yapıları “temize çıkarma!” yolu seçilmektedir. Bu şeklide bakıldığında en az şarap kadar fıkhın kabul edemediği bir anlayış olan vahdet-i vücudu da haram ya da günah dairesinde saymak gerekecektir. Fıkıh çok fazla zorlanarak bu yapıların itikatlarını meşru saymaktadır. Bunda biraz da mutasavvıf Nakşibendilerin fıkıhla iştigal etmelerinin ve fıkhın açıklarını bulabilmelerinin rolü vardır.
Sonuç olarak inançları insan aklıyla ele alarak yeniden anlamaya çalışmak bir zaruret biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Metafiziği anlamanın temel basamaklarından biri de bu sır toplumları hâlinde görülen Bektaşilik veya Kızılbaşlığı anlayarak görünür hâle getirmektir. Bu görünür duruma getirme insanlara ifşa etmekten ziyâde kendimizin anlaması şeklinde olmalıdır. İnançlar inananlarının ifade ettiği sınırlar içerisinde değerlendirilmelidir. Hiçbir inanç başkalarının, özellikle de sevmeyenlerinin aktarmasıyla ele alınamaz.
FACEBOOK YORUMLAR