Türk Müslümanlığın Temelleri:IV
“Ahmed Yesevî’nîn Türk-İslâm Dünyasına en büyük hizmeti eski Türk töre, yasa ve ahlâk değerleriyle, İslâmî ahlâk esaslarını yakınlaştırıp, bağdaştırması olmuştur.”(4)
Orta Asya Türk devletlerinde, fedakâr ve cesareti ile tanınan Alp olarak da anılan kahraman kişiler İslam’ı kabul ettikten sonra Gazi diye isimlendirilmişlerdir. Bunlar Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan “Alp Erenler”, “Âhîler”, “Bâciyân-ı Rûm” Abdalan-ı Rûm ile birlikte yer alan sosyal zümredirler. Daha sonraki yüzyıllarda bütün bu sınıflar birçok Tarikatın içine karışmış zaman zaman da Kalenderî ve Hayderî zümrelerine mensup dervişler “abdal” olarak anılmışlardır.
Orta Asya’da Nakşibendîliğin güçlenip yaygın hale gelmesi, sosyal ve siyasi şartlar, Yeseviliğin yaygınlığını ve etkisini azaltmaya başlamış, zamanla Yesevi mensupları Nakşibendîliği de bağlanmıştır. Anadolu, Azerbaycan ve Balkanlarda ise Bektaşilik ve diğer yakın tasavvufi inançlar içinde yer bulmuştur.
Yesevilik, daha sonra bütün tarikatların üstünde ortak bir misyon, yaşayış olarak varlığını sürdürmüştür.
Fütüvvet’ Yesevi’likte önemli bir yer edinmiştir. Fütüvvet: Yiğitlik, gençlik, cömertlik manâlarını taşır. Halkı dünya ve ahrette kendi nefsine tercih etmek olarak yorumlanır.Ahilik bir fütüvet teşkilatıdır Fütüvvet teşkilatının kurucusu veya ideal kişi Hz Ali olduğuna inanılır “La feta illa Ali, la Seyfe illa Zülfikar” Ali’den başka yiğit, zülfikârdan başka kılıç yoktur. O putları yıkandır, yiğittir. Hz. Peygamberin varisidir. Bu düşünceler etrafında kurumsal olarak ahilik fütüvvet teşkilatını tesis etmiştir. Ahilik, Horasan mektebinin prensipleriyle teşkilatlanmıştır, Anadolu Selçuklu devri sonlarında merkezi hâkimiyetin kaybolduğu zamanlarda o karışık devirlerde Anadolu’da fütüvvet ehli en parlak devrini yaşamıştır. Sosyal ve iktisadi tarihte önemli bir yeri vardır. Fütüvvet yolunun Seyfi-savaşçı- kolu Alperenler ve Gaziyan-ı Rum’dur. Sultan Orhan’ın merasimle Ahilik kuşağı takındığı bilinmektedir.
Batıya doğru istikamet alan Türk devletlerinin askeri olarak yaptığı fetihlerle birlikte, devlet idarecilerince kollanan ve birliktelik arz eden dervişlerin, Hakanlar tarafından bir merkezden yönlendirilmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca Selçuklu Sultanlarının ilme verdikleri desteğin yanında tasavvuf büyüklerine büyük hürmette bulunmaları, onları yanlarına davet etmeleri, onlar için tekkeler inşa etmeleri, zamanla tasavvufun ilgili topraklarda hem kurumlaşmasını hem de mevcut birikimlerin ileri zamanlara aktarılmasını sağlamıştır. “Selçuklular döneminde medreselerde ders veren fakihlerin-ilim adamlarının- en bariz özellikleri sûfî hayatla iç içe olmalarıdır. Bu dönemde meşruiyet kazanan tasavvuf ilmi, tarikatlarla kurumsallaşmış, teşekkül eden tarikatlar medreselerle yakın ilişki içerisinde olmuşlardır.”(5)
Yesevîliğin asırlar boyunca yaşadığı gelişim dikkate alındığında görülecektir ki, bu kavram sadece bir tarikat adı olmanın ötesinde edebiyata, inanca ve topluma ait birçok unsuru yapısında bulunduran, diğer sufi düşüncelerle de bağdaşmış, bir büyük değerler bütünlüğü- yaşama felsefesi olmuştur.
Ahmed Yesevi’nin 99.000 dervişi olduğu birçok eserde zikredilmektedir. Bu fikir her ne kadar menkıbe veya efsane dahi olsa yine de bazı gerçekleri ifade etmektedir. Ferdilikten, milli olana ulaşan ve onu birleştiren inanç ve görüş Türk Tasavvufunun esaslı özelliğidir.
Bizce: Yesevi bir timsaldir. O Türkçe ile başlayan Türk şahlanışının hazırlayıcısı ve hareket noktasıdır. Türk milletinin dimağında ve imânında, Horasan Erenleri ile özleşmiştir. Bu genel kabul ve inanış ile Onun fikirlerini alan Horasan Erenleri diye de anılan, asil ve cesur ruhlu birçok derviş ile Azerbaycan, Kafkasya, Anadolu ve Rumeli’de kurdukları, katkı sağladıkları ve dâhil oldukları teşkilatlara bir ruh ve heyecan vermişler, bu suretle bir medeniyetin temel taşı olmuşlardır. Türk ruhunu ve birikimini sahip oldukları yeni topraklara taşımışlar, yeni bir medeniyet inşa etmişlerdir.
“Biz de artık bir Orta Asya Milleti olmadığımızı ve bin şu kadar sene evvel kendimize vatan seçip göç ettiğimiz toprakların çocuğu olduğumuzu bilmeliyiz. En üstün tarafımız Orta Asya’dan Türk gelip Türk kalmamız ve bu göçle de bir Akdeniz medeniyeti vücuda getirmiş olmamızdır.”(6) Bir medeniyetin temelleri bu fikir adamları ve manevi kahramanlarının iradeleriyle Selçuklular ve Osmanlı Devletlerinde atılmış ve Cihan Devletleri kurulmuştur.
Bu medeniyette Türk’ün kendine has dünyası ve hayat anlayışı hep var olagelmiştir. Bu düşünce ve inanış bir zümrede asli özelliklerini hep korumuş ve günümüze kadar asgari derecede de olsa gelebilmiştir.
Ancak zamanla aslından ve mecrasından önemli kaymalar da olmuştur. Bu inanışın nüvesi- özü, saf ve temizdir. Dünya her dem yenilenme ve değişim üzerine kuruludur. Merkez noktası sabit kalarak, zamanın şartlarına ilim, teknoloji ve çağın gereklerinden faydalanarak, milli şuur dâhilinde ancak akademik çerçeveyle bütünleşerek yeni bir hamle yeni bir şahlanış tesis edebilir.
Bu milletin kendine ait asil değerlerini bilmesi, yeni bir güç ve kuvvetin anahtarıdır. Tefekkür ile yaşayışın mutabakatı ise, değerlendirilmesi gereken ayrı bir mevzudur. Geçmişten gelen bereket, yeni bir geleceğin mayası ve hazırlayıcısıdır.
Celil Altınbilek 21.05.2016
4-DosayKenjetay, “Hoca Ahmet Yesevî: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırmalar Dergisi, Aralık 1999, yıl: 1, sayı: 2, s. 121.
5- Kadir Özköse Selçuklu Toplumunda Tasavvufî Hayatin Sosyo- Kültürel, Siyasal Ve Dinî Sahaya Tesiri II. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu Bildirileri 20116
6-Samiha Ayverdi Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız. S.14 Kültür Bakanlığı 1976