Türk Düşüncesinde Değişim 4
Taassup ehli Kadızadeler
Bir zamandır, Ayasofya camisinin büyük mermer direklerine yaslanan bir adam, Din ve İman’ dan bahsederek, güzel sözlerle etrafına toplanan kalabalığa vaaz veriyor ve nasihat ediyordu, halk da onları pür dikkat dinliyordu. Kalabalık arttıkça şöhreti de artıyor, bu adamın vaazları ve dersleri, sarayın ve yöneticilerinin de dikkatini çekiyordu. Saraya mensup yöneticilerden baltacı, kapıcı, helvacılardan okuryazar olanlar onun derslerine devam etmişler, şöhretini saraya duyurmuşlardı. Padişah hocası Reyhan Ağa, bu adamı himaye etmiş hatta kanuna aykırı olarak has odada ders verdirtmişti.
Üstüvani Mehmet diye bilinen bu Kadızade, İstanbul’da, Padişah Hocası diye de anılır olmuştu. Hâlbuki bu güzel sözler söyleyen, ikna kabiliyeti yüksek olan adam, birini öldürerek Şam ilinden kaçıp gelen ikiyüzlü birisi idi.(1)
Kadızadeler; Osmanlı’da uzunca zaman etkisini hissettiren, hoca nüfuzu, vaiz saltanatı olarak değerlendirilen düşünce hareketidir. İsmini kurucusu olan Kadızade Mehmet Efendi’(ö.1635)den alır ve üç aşamalı olarak devam eder. Kadızadeler, geleneğe ve tasavvuf ehline yönelik eleştiri ve hücumlarını yaptıklarında, karşılarında, Halveti Şeyhleri ve diğer sufiler vardır. Yönetimi, toplumu ve düşünce sistemini etkiyen bu mücadele, Kadızade Mehmet - Sivasi Abdülmecid ile başlar, Üstüvani Mehmet - Sivasi Nuri ile ikinci bir aşamaya gelir, sonra da Vani Mehmet ile Niyazi Misri arasında devam eder.
Kadızade Mehmet, Balıkesir doğumlu olup, gençliğinde, bu hareketin fikir babası olarak kabul edilen Birgivi’nin kitaplarını okumuş talebelerinden ders almıştı. Bu fikirler ömrü boyunca ona rehberlik eder. Din adamı olarak Onun en büyük özelliği etkileyici bir hitabete sahip olmasıdır. Vaiz olarak görev yapar, geniş halk kitlelerini coşturur, III Murat şehzadeliğinden tanıdığı Kadızade’yi İstanbul’a getirtir. Saraydaki bazı yöneticilerden de destek bulur. Ayasofya camisinde de vaizlik yapar, devletin, ülkenin durumundaki bozukluklardan dem vurur. Lakin asıl hedefi, fikirlerinin ve çıkarlarının karşısında olduklarını düşündükleri tasavvuf ehli olmuştur. Hâlbuki medrese ve tekke uzun bir zaman bir zaman birlikte hareket etmiş ve birbirini tamamlamıştır. Zaten Hoca-Müderrislerin büyük kısmı tasavvuf ehli, tasavvuf ehlinin bir kısmı da Hoca- Müderristir. Bu devirde Kadızade Mehmet ile Halveti şeyhi Sivasi arasında mücadele sözlü ve yazılı olarak devam eder. Yine bu zamanlarda saray tarafından hoca-sufi dengesi korunmuştur. Kadızade, IV Murat’a risale yazar, tütün, kahve, içki yasağı için fetva verir. Bu dönemde birçok kahvehane ve meyhane basılmış haksız yere birçok insan öldürülmüştür. Bu durum için halk arasında yayılmış şöyle beyit söylenmiştir.
Halkı men eylemeden sana ne girer, ne çıkar Vaiza yoksa duman ile kıyamet mi kopar
On yedinci asır Osmanlı ülkesinde uzun zaman aralıklarla devam eden birçok yangın ve deprem olmuş, aşırı soğuklarla, küçük buzul çağı yaşanmıştır. Ülkede üretimin azalmasıyla birlikte kıtlık meydana gelir, paranın değeri düşer. Avrupa ise, keşifler yoluyla yeni gelir kaynakları ile güçlenmekte ve maddeye hâkim olmak ve ilmi ve sanatı geliştirmek için çalışmalar yapılmaktadır. Bu sıralar şehirler de aşırı göç alır hale gelir, memlekette güvenlik sorunu başlar, Celali isyanları da rahat huzur bırakmaz. Cephelerden zafer sesleri ve ganimetler de öyle kolay gelmez olur, artık kuvvetli sultanlar da zor bulunmaktadır, üç padişah, çocuk yaşta tahta geçmiş, Yönetim ise, sultan hanımları, valide sultanlar ve saray ağaların hâkimiyetine düşmüştür. Hem askeri alandaki düzende hem de idari teşkilatlarda bozulmalar olur, birçok mevkii rüşvetle satılır hale gelir. İlim tarafının en acıklı tarafı ise hoca ve müderrislerin makamları da parayla satılıp, onların çocukları küçük yaşlarda hiçbir ilim tahsil etmeden, oyun oynadıkları yaşlarında hoca ve müderris olmalarıdır. Hal böyle olunca özgün eserler yazılamaz olur ve ilim dar çemberi içinde hareket eder. Bozulan, aksayan kurumlar yenilenmez. Halk da tutunacak bir dal arar, birilerinden medet umar.
Düşünce dünyasındaki mücadele İkinci aşamada Üstüvani Mehmet ile Sivasi Nuri arasında görülecektir. Kadızade inandırıcı söz söyleme kabiliyeti ve yöneticilerin desteğiyle sarayda yer edinir söz sahibi olur. Zamanında devlet güçlendikçe, ulema sınıfı da güçlenmiştir. “Vaizi Nasih efendilerin makul gördüğü işi hatadır demeye kimin kudreti vardır? (2) Onların gücü arttıkça dünya nimetlerini daha fazla talep eder olmuşlardır. Bu dönemin özelliği, daha önce sözlü ve kitaplarda olan vaiz- sufi çatışmasının fiili bir mücadeleye dönüşmesidir. Onlar, sufiler hakkında fetva çıkartırlar, inançlarını yaşamalarına engel olunur. Erenlere evliyalara, milletin manevi kahramanlarına şiddet uygulanır. Hatta tayinler bile bazen hatır, bazen rüşvetle onlar tarafından dağıtılır. “bir tayin ve azil başlamadan daha, Efendilere, ihsan olarak, altın keseleri peşin gider” Aslında bu mücadeleyi yürüten, bu ikiyüzlü, Kadızadeler için, mevki, güç ve servet öncelik gösteren işlerdi ve bunun için de, hırslarını tatmin etmenin ve hedefe en kolay ulaşmanın yolu “zühdü takva suretinde görünmekten” inanç ve imandan geçiyordu. Oysaki Naima’nın dediği gibi, tarikat ehli olanların çoğu dünya malına karşı hırslı değillerdi. İnançları gereği, tasavvuf ehlinin en önemli özelliği hırsını ve benliğini yenip, faydalı insan olmaktı.
Büyük şair ve din adamı olan Şeyhülislam Yahya, bu gibi durumlardan o kadar rahatsız olmuş ki o meşhur beytini yazmıştı. Kadızadeler bu beyiti okuyanı bile kâfirlikle suçladılar.
Mescidde riya pişeler etsin ko riyayı Meyhaneye gel kim, ne riya var ne mürayi
Hoca nüfuzu, vakayi vakvakiye denen çınar vakasına(1656) kadar devam eder, bu isyanın görünen sebebi, askere eksik, bozuk akçe verilmesi veya hiç verilmemesidir. Bu olayda Kadızadelerin hamilerinin ve saray ağalarının birçoğu öldürülür. Bu onların bir zaman sinmesine sebep olur. İsyandan sonra sadrazamlığa gelen Boynueğri Mehmet Paşa onların niyetlerini anlar, artık tayinlerde ulema ve vaizleri dinlemez ve tayinleri kendisi yapar. Bu durum Kadızadeleri üzer, memleketin kötü durumundan kendilerine pay çıkarır ve bir sürü fitne yayarlar. Üstüvani, vaazlarında tasavvuf ehlinin kâfir olduğunu, halk içinde yaygın bir uygulama olan tekke ziyaretlerini yapanlar için, tekkeleri ziyaret edenlerin bile kâfir olacağını söyler. Ayrıca sema devran ve zikir yapılan tekkelerin yıkılıp, temeli bir arşın kazılarak, toprağının denize dökülmedikçe orada ibadet yapılamayacağını beyan eder.
Kadızadeler, Köprülü Mehmet’in, Sadrazamlığının ilk günlerinde toplanıp, tekkeleri yıkmaya, dervişleri tecdidi imana, imanın tazelenmesi, yenilenmesine, padişahtan bidatları kaldırmaya, minareleri yıkmaya karar verip silahlandılar ve isyan ettiler. Köprülü, ulemayı toplayıp bunların katli için fetva aldı. Fakat ceza uygulanmadı Kadızade elebaşları Üstüvani, Ahmet ve Divane Mustafa sürgüne yollandı ve mücadelede ikinci safha da sona erdi.
Daha sonraki dönemde ise mücadele, Vani Mehmet ile Türk tasavvuf şiirinin dahi isimlerinden Niyazi Mısri arasında olacaktır.
Yine Naima’nın dediği gibi verdikleri hükümlerle milleti birbirine düşüren Kadızadeler, düşüncede ve toplumda ikilik yaratan görüşleriyle, Osmanlının hoşgörüsü, birleştiriciliği etkilenmiş, yön değiştirmiş, aksi yöne meyletmiştir.
Tarih boyunca hiç bir felsefe ve düşünce hareketi, hayatla iç içe geçmemiş ve halkın yaşayışıyla bir bütünlük oluşturmamıştır. Bunun bir istisnası Türk tarihinde görülmüştür. Tasavvuf bir düşünce sistemi olduğu kadar, bilerek ve inanarak düşünüş, derin bir tefekkür ve arayış cereyanı olarak cemiyetin temeli olmuş, hayatla düşünceyi birleştirmiştir.(3)
Bu devrideki bütün olumsuzluklarına rağmen hala Türk Devleti, dünyanın en büyük devletlerindendir. Nefi, Nabi, Itri, Karacaoğlan gibi birçok sanatkâr yetişmiş, Kâtip Çelebi, Naima, Koçi Bey, Evliya Çelebi bu devirde yaşamışlardır. Halk içinde, insanı ve onun kıymetini esas alan düşünce ve yaşayış, hatırı sayılır bir kesim tarafından, imparatorluğun yıkılışına kadar devam etmiştir.
celil altınbilek altınbilek 23.08.2015
(1) İ.H. Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi c3.1 s. 359 TTK.ank 1983
(2) Naima tarihi VI cilt s. 1708 TTK. Ank. 2014
(3) Samiha Ayverdi. Türk Tarihinde Osmanlı Asırları cilt2, s.120 amla yayınevi İst.1975
(4) “ “ Tırnak içindeki ifadeler Naima'nındır.
.