SARAYDA HAYALİ GEZİNTİ
Osmanlı sarayından içeri girdim. Sizi de beklerim efendim.
Taşlar mı dile geldi? Rüzgâr mı haber verdi bilemem. Belki sizin haberiniz yoktur, ben söyliyeyim.
Zamanı biraz geri götürdüm. O zamanlar bizim memlekette kendini küçük görme, kendinden utanma yoktu, Her kafadan bir ses çıkmazdı. Dünyanın dört bir tarafı bizden sorulurdu. Rus Elçisi görüşmeye geldiğinde adamı pis, kaba görüp geri göndermişlerdi.
Bazı okumuş cahiller sonradan türedi. Şu an karşı çıktığın, farkı ayırt edemediğin ırkçılık da yoktu. Fransız devrimi, sonra da Tanzimat dengeleri değiştirdi. Bizim yerimize başkaları düşünür karar verir oldu. Olanlar da o zaman oldu. Bizim devlet Osmanlı tuh kaka oldu. Eh biraz da ihtiyarlık gözleri şaşırtmıştı.
Yeni bir çocuk doğdu, Bizim çocuk başta biraz büyüklerini dinlemez gibi oldu. Ancak nesebi kuvvetli, geçmişten gelen bilgisi görgüsü çoktu. İstikbal vadediyordu. Her zaman ki gibi o Aileyi çekemeyenlerde çoktu. Sen O’sun sen BU’sun tartışmaları aldı yürüdü.
Kimisi dedi ki bizim ihtiyar çok işler yaptı, kimi dedi yaptı da noldu boş ver onu dedi. Herkes Mevlana’nın körler hikâyesinde ki gibi, Filin bacağını tutan kör başka şey söyledi, Filin hortumunu tutan kör başka tarif verdi, fil hakkında.
Hâlbuki gidenler gelmezdi geriye, kalıcı olan milleti millet yapan unsurlar devlet geleneği, fikirleri, âlimleri, sanatkârları ve dahi icraatlarıydı. Bu durum yalnız bizim değil, yeryüzünde söz sahibi olmuş bütün milletlerde de aynıdır ve onlarda belli bir fikir ve devlet geleneğine sahiptirler.
Bir de unutulan en önemli konu, nasıl Cumhuriyet, Osmanlının devamıysa ve birçok kişi ve kurum yeniye devretmişse, Osmanlı da, Selçuklu ‘nun devamıydı.
Selçuklu da Osmanlı kadar önemliydi, Selçuklu da çeşit çeşit Türk devletlerinin uzantısıydı. İslam’dan önce olduğu gibi de sonra da Türkler de devlet geleneği ve devamlılık esastı. Kurduğu devletlerde, kendini aynı geleneğe ait hisseden herkes bizle birdi, ayrılık gayrılık olmazdı.
Millet inancını da aklıyla beraber süsler, akıl ve ilimden vazgeçmez, başka kavimlere ve taassuba özenmezdi. Veyahut ta kendini küçük görüp, geçmişini tanımadan, aydın taassubuyla kendini uzak diyar leyleklerin getirdiği yepyeni biri olarak görmezdi.
Kendi bildiği doğruları mutlak doğru olarak kabul eden, Özellikle bize ait olmayan çok zamanlar başımıza çok dertler açan akıl ve ilimden uzak, inanç taassubu, tutuculuğu ile ayrıca kendini aydın sınıfına dâhil edip belli bir mürekkep aşinalığı da bulunmasına rağmen kendini, geleneğinden, bizden ayrı tutan veya biz şuurundan uzak olanlar, aldı yürüdü. Ülkemiz ne çektiyse bu yabancılaşmadan çekti.
Çareyi başka yerde aramak yerine, bizim inancımız tamdır ki, bize ait olan geçmişten gelen bizi ileriye götürecek, saf değerler, âlim ve sanatkârlar hala mevcuttur ve canlılığını korumaktadır.
Celil altınbilek
26.01.2015