HINZIR ÇAVUŞ
Eski Hazin Bir Masal
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, dünya neler görmedi ki, bu devran içinde. Bir zamanlar Eylemiş Diyarı diye bir memleket varmış. Burada insanlar mesut bahtiyar yaşarlarmış. Bir ektiğinde bin aldığın bereketli toprakları varmış. Dağlar ovalara nispet yaparmış. Denizler bu ülkede zümrüt gibi parlarmış. O güzelim denizlerin kenarında da güzel mi güzel başşehirleri varmış.
Bu memleket onlara çalışkan, fedakâr, hoşgörülü, güçlü atalarından kalmış. Buranın insanları da geçmişle övünür, zevki-sefa içinde günlerini geçirirlermiş.
Bu millet Kılıçlarının keskinliğine, bir de atlarının bacaklarına çok güvenirmiş. Eski zaferlerin coşkunluğuyla avunurlar, eğlenmeye, zevke, pek vakit ayırırlar, düzenlerini bozmak istemezlermiş. Gel zaman git zaman, işler ters gitmeye başlamış. Cephelerden zafer sesleri gelmez olmuş. Çeşitli zümrelerin sesleri de bozuk çıkmaya başlamış, sınırlar da küçülür olmuş.
O devrin iyi yürekli Kayser’i, zevki sefayı çok severmiş. Saz çalar, sanatçıları kollarmış. Yalnız bu iyi yürekli Hükümdar, fikirlerini uygulama kararlılığı ve becerisinden ve bir de çalıştığı idarecileri seçme ve süzme kudretinden mahrummuş.
O zamanlarda memleketin kaderine etki eder iki zümre varmış. İnanç sahipleri ve silah sahipleri-askerler.
Bu ülke öyle hadiselere şahit olmuş ki, mesela; İncik adlı adamın birinin malı mülkü ve rahatı yerindeymiş, lakin dünya nimetlerine doyamamış, daha uzun bir hayat sürmek istemiş. Boncuk adlı bir adamı bulmuş ve para karşılığı onunla anlaşarak, onun hayatından yedi seneyi alarak kendi ömrünü uzatmak istemiş. Şehrin ruhban adamına giderek bu anlaşmayı onaylatmış ve bu anlaşmanın ondan senedini almış.
Sabit Askerin de keyfi pek yerindeymiş. Artık askerlikten çok, başka işlerle meşgul olur. Esnaflık yapar, ticaret yapar, siyaset yapar, ordudan da parasını alır, vazifeye çağrılınca savaşa gider, düşmanı görünce çarpışmaz, gerisin geriye kaçarmış.
Bizim sazende Kayser, düşünmüş taşınmış bu iş böyle olmaz, yeni mektepler açmak lazım, ilim ve fenne önem vermek, orduya yeni bir ruh katmak lazım, hatta yeni bir ordu kurmak lazım demiş ve başlamış icraata.
Bazı insanların karnı doyar. Servetler, makamlar edinir lakin gözleri doymazmış. Şehrin askeri valisi Kel Köse, ikiyüzlü yani münafık, hırslı, zenginliği her şey sayan, makam hırsı olan, vatan sevgisi olmayan birisiymiş ve Kayser’in hemen yanı başında dururmuş. Hükümdar onu sever ve ona güvenirmiş.
Menfaat ve düzenbazlıkla hareket edenler yalnız yürümezler. Kader bazen, bahtı açık hainin yanına bir yardımcı çıkarırmış. Memleketin âlim, okumuş yazmış lakin çıkarını ilminden önde tutan düzenbaz ruhban başı Aksak Abdül, Kel Köse’nin işbirlikçisi olmuş. Hâlbuki o Hükümdarın’ın en yakını ve tastikçisi olarak senelerce münafıklık yapmış ve güvenini kazanmış.
Ordu bu zamanda uzak diyarlarda seferde, düşmanla harp ediyormuş.
Daha çok menfaat, para, mevki için harekete geçilmiş. Tabii ki bu iş için bir maşa lazım olmuş. Sonunda Hınzır Çavuş adıyla meşhur biri uygun bulunmuş. Hınzır, cesareti, zorbalığı ve Tabakçı’ lığıyla tanınan bir askermiş. Aynı zamanda zeki ve kurnaz olduğu söylenirmiş. Cahil ve çıkarcı topluluğa önderlik yaparak, hemen Fitne ve fesata başlamış. Bu yolda akıl hocaları Kel Köse ile Aksak Abdül olduğu bilen tarafından bilinirmiş.
Hınzır Çavuş başta elde ettiği üç beş yüz askerle yürüyüşe geçmiş, Yürüyüş ilerledikçe, bundan menfaat elde etmek isteyen tellak, hamal, sarhoş ve benzerleri onlara katılmış, birleşerek çoğalmışlar. Bir de her türlü yalan dolanla, memleket, din elden gidiyor naralarıyla ve cahillerle birlikte kalabalık arttıkça artmış. Bu başkaldırış sırasında Kayser, tertipçi ikili tarafından oyalanmış, olaya vaktinde müdahale edilmemiş, isyan, önemsenmeyecek küçük bir durum olarak gösterilmiş. Durum kontrol edilemez boyutlara ulaşınca ve Hınzır duruma hâkim olunca, talepler, istekler ardı ardınca söylenmeye başlanmış.
İlk önce memleketini seven, namuslu, ancak isyanın tertipçilerine rakip olan devlet adamları meydanlarda paralanmış, idam edilmiş. İşin hazin tarafı ise halk büyük bir zevk içinde bu katliamları seyretmiş.
Yağma, yakma, yıkma devam etmiş, iş bununla da kalmamış gereken basireti gösteremeyen hükümdar hal edilip yerine kardeşi geçirilmiş ve sonra onun sonu da çok hazin olmuş.
Servet ve itibar içinde bir çiftliğe çekilen Hınzır Çavuş’un kudreti, gücü her tarafı sarmış. Her türlü dert ve çare için ona başvurulur olunmuş.
Güçlünün yanında, onun gücünden yararlanmak isteyen, ona dalkavukluk yapan lar her devirde olduğu gibi bu devirde de ortaya çıkmış. Çıkarını vatan duygusunun önünde tutan, o devrin devlet görevlilerinden olan, mevkiini ve gelirini, arttırmak isteyen Mahlûk isimli adamın biri, Hınzır Çavuş’ u bilen var mıdır diye sormuş? Aşçısının onun yeğeni olduğunu öğrenince, Hınzır oğlumuza selamımız olsun, ben etliye sütlüye karışmadım. Beni himaye etmelerini rica ederim deyip, keselerle altını eşkıya Hınzır’a göndermiş.
Bu güzelim memleketteki bunca zulme ve vahşete, bu ülkenin iyi insanların hatırına, âlemi dar eden Ölüm Meleğinin gönlü razı olmamış.
Bu ülkeye bir fırsat daha vermek üzere bu isyanın tertipçilerinin ve Hınzır Çavuş’un kafasını o meşum vücudundan ayırmış.
Masallardaki mutlu sonlar gibi bu toprakların, menfaatçilerden uzak, vatan ve millet aşkıyla, insanların kardeşçe yaşaması için, gökten üç elma düşmüş biri sizin başınıza…
Celil Altınbilek
Hınzır:1-Domuz, 2- Gaddar, inatçı, 3- Muzip, yaramaz