BİR OLMAK, BİZ OLMAK
Aydın kelimesi, Batı’da entelektüel olarak fikir dünyasına akın ettiğinde, sorgulayan, topluma kayıtsız kalmayan, aklı ön planda tutan, donanımlı ve özellikli kimse olarak, toplumdaki yerini aldı.
Osmanlı, Batı ile iletişime geçince bu evrensel değerlere kayıtsız kalamazdı. Kalmadı da... Münevver ismiyle yenileşme hareketleri ile birlikte bu yeni insan tipi ile tanıştı. Onlar; Uhuvvet, müsavat, hürriyet (kardeşlik, eşitlik, hürriyet) kelimeleriyle, Batıya benzeyişler ile düşüncesini slogan haline getirdi ve sloganı fikir dünyamıza soktu.
Osmanlıda başlayan Cumhuriyetle de birlikte yönünü yine Batı’ya çeviren okumuş sınıf, kah münevver kah aydın adıyla, insana ve topluma saygıyı ve onların önceliğini rehber edindiğini, yine Batı’da ki gibi aklı ön planda tutup, aklın üstünlüğünü ilan etti.
Batı Toplumunda fikir adamları ve aydınlar bugünkü şekliyle bilinen evrensel değerlere ulaşabilmek için halk ile birlikte çok büyük ve kanlı mücadeleler vererek bunu elde ettiler. Çünkü orta çağlar boyunca krallar, derebeyleri ve özellikle de kilise, halkı baskı ve zülüm altında tutmuşlardı. Ve bu kazanılan mücadelede halkın üstünlüğü kabul ediliyor, kişinin kendi de en üstte tutularak, bireycilik baş tacı oluyordu. Batı düşüncesinin ana hatlarına uygun olan ve yeni bir şekle giren biçimde, artık fertler her şeyin üzerindeydi, dilediğini yapmaya yetkili olarak, bütün tasarım fertler üzerine inşa edildi.
Bizim toplumumuzda insana saygı esas olduğu için, daha farklı olarak, yenileşme ve haklar, üst kademeden ve yönetici sınıfın iradesiyle meydana gelmekteydi. Hatta ilk aydınlar, devlet tarafından Avrupa’ya gönderilmişti. Kendini daha muhafazakâr olarak tanımlayan kesimler “münevver” daha ilerici olarak tanımlayan kesim ise “aydın” kavramını kullansalar da aynı mefhum üzende durduğumuzu belirtmek isteriz.
Düşünce sistemimizin yükselme ve güçlü olduğu devirlerinde ise aklı ve ilmi hep ön planda tutmuş fakat bunun yanında onun kadar da, içimize ve gönlümüze bakmasını bilmiştik. Bunun neticesinde insanı ön planda tutarak sınıflara ayırmadan, toplumun bütün kesimlerini de işlemiş bulunan biz olma, bir olma anlayışını yakalayabilmiştik. Birden, bize ulaşmak, dışarıya karşı olduğu gibi, toplumun içinde de kazanılan zaferlerin anahtarı olmuştu.
Bir olma ve birliği yakalama düşüncesi yalnız sözde kalmamış, hayatın her alanında geçerli olmuştu. Bunun nice misalleri vardı. İbadethanelerimiz parça parça ve karanlık olmayıp, aydınlık ve tek kubbe altında herkesi birleştirmişti. Müziğimiz Batı’da ki gibi çok sesli olmamış, tek seslilikte o ilahi nağmeleri yakalanmıştı. Toplumda sosyal hizmet sunan, aşevleri ve kervansaraylar gibi nice kurumlar meydana getirilmişti. Kuşlar için bile kuş sarayları yapılmıştı. Cemiyette herkesin, acısı dertleri, hissedilmiş onun derdi ve acısı paylaşılmış, komşusu açken tok yatmamak düstur haline gelmişti. Bu fikri uygulayış yalnız ülke içinde değildi. Aynı zamanda Dünyaya huzur, adalet, birlik getirmek için de fetihler ve mücahedeler yapılmıştı.
Zaferler bozguna dönmeye başlayınca, tabii olarak çareler aranmıştır, İlimde ve teknikte önde olan Batı’ya yöneliş ve yenileşmeler, üç yüz seneye yakındır devam etmektedir. Osmanlının son dönemlerinden başlayıp halen devam eden yenileşme ve batılılaşma çabaları, üzerinde çok çok şeyler yazılıp söylenmesine rağmen halen bitmemiştir.
Aydın’ın aklı ön planda tutması, ilme, hür düşünceye önem vermesi, farklı fikirler ortaya koyması elbette güzel şeylerdir. Fakat hadiselere onların gözünden bakıp, o gözle yorumlayanlar, bunlar, aydın veya münevver herkimse, kendine, bulunduğu topluma ve medeniyetine ait bazı önceliklerinin olması lazımdır. Bunlara sahip olmayan okumuş, yazmış çizmiş dahi olsa bizim aydınımız olarak nitelendirilemez.
Bugün, kitaplar yazan, birçok üniversitede, gazetede, medyada boy gösteren, çeşit çeşit unvanlarla ortaya çıkıp fikirler söyleyen, yazılar yazan, nice anlı sanlı, ünvanlı, unvansız kişiler ne derece bizimdir ve bizi anlatmaktadır?
Bu Ülkede, Aydın’ın bizim aydınımız olması için, memleket sevdasını ve menfaatini ön tutması, tarihine, kültürüne sahip çıkması, onun meşalesi olan Türkçe’yi ayaklar altında ezdirmemesi, akla önem vererek, ilme değer vermesi, kendini ve medeniyetini tanıması, bizim gözümüzle bakması, elzemdir. Çevrenize baktığınızda ise aydın geçinip yazıp çizen, söyleyen, bu özelliklere sahip olmayan birçok kimsenin sesi kuvvetli çıkmakta gibi görünmektedir.
Hâlbuki bizim semalarımızda bu konuda fikir beyan etmiş kökü mazide olan nice rehberlerimiz de mevcut iken…
İşte kendi ufkumuzdan, bütün âleme, her dem, biz olarak bakabilen, bizim aydınlarımıza ne mutlu.
celil altınbilek 29.04.2015