Celil ALTINBİLEK

Celil ALTINBİLEK

[email protected]

Ahmed Yesevi ve Şarkiyatçılar

19 Mayıs 2016 - 11:38 - Güncelleme: 19 Mayıs 2016 - 12:28

 

Ahmed Yesevi ve Şarkiyatçılar

Fuad Köprülü 1918 yılında Türk Tarihinde ilk mutasavvıfları neşrettiğinde, Ahmet Yesevi ve Yunus’dan bahsetti. Uzun yıllar aradan sonra ilmi bir şekilde tekrar hatırlanan Yesevi, hem kendi vatanımızda hem de batı dünyasında ses getirdi. Onun görüşleri temel kaide oldu. Ö.Lütfü Barkan yazdığı yazılarla onu tamamladı.

Daha sonraları Köprülü’nün izinden giden çeşitli yazılar yayınlandı. Türklerin İslam'a geçişinden sonra, Hem kendine has  inanç anlayışları hem Ahmed Yesevi’nin Türk imanında üstlendiği vazife hem de Anadolu’nun Türkleşmesi, İslamlaşması konularında son yüzyılda kabullenilmiş bir sentez oluştu. Bu sentezin üzerine A. Gölpınarlı ve Ahmet Yaşar Ocak bu temel üzerinden bazı geliştirmeler ve yeni bir bakış açısı dile getirdiler.

İslam araştırmalarında olduğu gibi, Türklerin iman anlayışında da fikir yürüten Şarkiyatçılar pek çoktur. Bu şarkiyatçılar çok çalışkan, yeni fikirler sunan, yeni yorumlar üreten kimselerdir. Bunlardan biri olan Tasavvuf konusunda uzman Amerikalı bir ilim adamı Ahmet T. Mustafa’dır. Bu kişi Yesevilik, Kalenderilik, Vefailik isimli makalesinde konuya hâkim olduğunu belli etmekte ve önemli tespitlerde bulunmaktadır. Ancak, bizim kabul edemeyeceğimiz, yerleşmiş, genel kabul gören birçok fikri ise silmek gerektiğini yazmaktadır.

Özetle fikirlerinden bazılarını belirtelim:

-Yazısında önce usul konusunda bir açıklama yapmaktadır. Tarih anlayışında köktenci ve işlevci olmak üzere iki yaklaşım olduğunu belirtir. Köktenci yaklaşımı anlatırken, meyveyi tanımak için meyvenin çekirdeğine inmek gerektiğini,  bu eylemde köklere kadar inildiği için bu yaklaşımın köktenciliği ifade ettiğini yazar. İşlevci yaklaşımda ise o mevcut meyve için fikir yürütmek, onun özelliklerini, tesir alanını ve ulaştığı sonuçları değerlendirmeyi gerektirir, der. Buna da işlevci yaklaşım denir. Dünyada artık köktenci yaklaşım terk edilmekte olup, işlevci yaklaşımın uygulamaya geçtiğini belirtir.

-Bundan sonra diğer bir Amerikalı Tarihçi D. DeWeese’den bahseder. Yeni kitabını kaynak göstererek, Köprülü’nün Yesevi’yi yazarken, yararlandığı Hazini’nin eserinden başka, onun görmediği, yeni ortaya çıkan altı adet kitabın ismini sıralar. Bu kitaplar çoğunlukla Farsça ve Çağatay Türkçesi iledir.

-Yesevi’nin hayatını orta Sirderya Havzasında geçirdiği, bilinenden elli sene gibi bir zaman sonra yaşadığı, Hemedani(ö.1240) ve Gucdüvani ile silsile ve bağlılığın bulunmadığını, Sühreverdi(ö:1168), Hacı Bektaş(ö:1271) ve Necmettin Kübra(ö.1221) ile irtibatlı ve münasebet içinde olduğunu,

- Yesevi’nin tasavvufi etkinliklerinde Türkleri muhatap almadığını ve birçok Türkçe Hikmetler okunduğuna dair bir kanıt olmadığını. Türkleri hidayete erdirmek gibi bir hedef belirlemediğini, Divan-ı Hikmet’in Ahmet Yesevinin eseri olmadığını, Orta Asya’dan Anadolu’ya az sayıda bile olsa Yesevi dervişinin geldiğini gösterir sağlam kanıtlar bulunmadığını ve Köprülü’den kaynaklanan bu efsaneyi yıkma vaktinin geldiğini.

-Türk tasavvufunun tesir eden Türk Erenleri, Horasan kökenli olsalar bile tasavvufa Irak Suriye ve Anadolu’da girdiklerini, Tasavvufu Asya’da öğrenmediklerini.

-Yeseviliğin, Anadolu tasavvufunda ve halk İslam’ının gelişmesinde belirleyici bir rol oynadığı görüşü artık bütünüyle terk edilmesi gerektiğini yazmaktadır. (1)

Şarkiyatçı yaklaşımla aykırı fikirler üreten bu kişileri dikkate almak, incelemek gerekmektedir. Onlar çok çalışmakta ve yeni bir şeyler üretmektedirler. Bu tarihçilerden Deweese’in bazı kitaplarının(2)  Türkçe baskıları hala yapılmamıştır. Ancak bizim rastladığımız, kitabına ait bir makalesi Necdet Tosun tarafından çevrilmiş olup, bazı makalelerinde ona atıflar yapılmaktadır.

Diğer bir bakış açısı da Yesevi’liğin Sünni düşünce boyutlarında yorumlanmasıdır. Şii düşüncenin, Sünni inanca ve özellikle Türk İmanına yaptığı ağır hücumlar tarihi belgeleri ile mevcuttur. İranlı Tüccar ve Âlimlerin, Türklerin İslam’la tanışmalarında ve propagandalarıyla yaptıkları etkileşim bilinmektedir. Daha sonra özellikle Türklerin batıya doğru göçlerinde ve yerleşimlerinde -o zaman ortak mücadele alanı olan-  bugünkü İran coğrafyasında Türklerin yerleşmeleri ve oraları yurt edinmeleri, İran tarafından, Türklere büyük kin ve düşmanlık duymalarını sağlamıştır. Bu sebeple suni İslam inancında da bir savunma fikri hep olagelmiştir. Sünni düşünce Türk inancına matuf deruni ve birazda aykırı görünen düşünceleri, inançları - bilhassa on yedinci asırda itibaren- hiç kendine ait görmemiş, sabit ve mevcut olana da itiraz etmiş, kabullenmemiştir. Bu yine de ayrı bir yazı konusudur.

Oysa: konunun birçok uzmanı ve tarihçinin Yesevi’nin Türklerle irtibatı konusunda görüş birliği bulunmaktadır.”Tschudi’ye göre Türklerce oluşturulan tarikatların karakteristik özelliklerini belirleyen Yesevilik olmuştur (Tschudi, 1961: 61). Trimingham da benzeri bir düşünceyi savunarak Yeseviliğin başlangıçtan itibaren Türklere özgü karakterinin ağırlıkta olduğunu ifade etmektedir (Trimingham, 1971: 54). Bu yönde uzmanlar arasında bir düşünce birliği vardır. Yeseviliğin kurum ve kuralları bazı tarikatlarda daha belirleyici olurken, bazılarında da onun nüfuzundan yararlanma yoluna gidildiği görülmektedir.  Yesevilik, Türkistan (Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk toplulukların yaşadıkları alanlara yayıldı. Anadolu ve Balkanlara kadar ulaştı. Rus Alimi Gordlevski’nin belirttiği üzere “...Küçük Asya halkının düşünce yapısına, Orta Asya Türk mistikleri “Atalar” da büyük etkide bulunmuşlardır. Bunlar, Küçük Asya’ya , Ahmet Yesevi’nin mezhebini ve hikmetlerini taşıyorlardı...” (Gordlevski, 1988: 319). Demek ki Yesevi Yolu zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa devam ederek, Kırgızistan’a da Anadolu’ya da bu şekilde ulaşmıştır.”(3)

Her şeyden önce Ahmed Yesevi, Türk Yurdu olan Türkistan’da yaşamıştır. Başka bölgelere çeşitli ziyaretler yapsa da seslendiği yörelerde yaşayanlar Türklerdir. Kendisine Arap coğrafyasından gelen büyük bir yabancı kütleye de rastlanmamaktadır. Bugün bile çeşitli lehçelerde yazılmış olan Hikmetler bir kutsi kitap gibi Orta Asya’dave diğer topraklarda hürmet görmekte ve okunmaktadır. Anadolu’da ve Türk’ün yaşadığı diğer coğrafyalarda yeni belgeler ve mensubiyetler de ortaya çıkmaktadır.(4)

Bir ulu aydınlatıcının bulunduğu topraklarda yaşayanlara yani Türk’lere hitap etmesinden tabii ne olabilir. Divanı-ı Hikmetlerin tamamı ona ait olmasa bile, hikmetlere yapılan ilaveler aynı fikir birliğinin tamamlayıcısı ve devamı olması sebebiyle daha da kıymetlidir. Tıpkı Yunus’a ait şiirlere yapılan ilaveler gibi.

Anadolu’ya Yesevi dervişlerinin gelmediği iddiasına gelince, Anadolu’da birçok tarikat kendi silsilesini Ahmet Yesevi’ye bağlamaktadır. Yapılacak araştırmalarda da bu gibi yeni bağlantıların çıkması da muhtemeldir. Yesevilik bir zaman sonra Bektaşilik ve Nakşîlik içinde eridiği ifade edilmektedir. Hatta bizce Türk Coğrafyasında Yesevilik, Rıfailik, Kadirilik ve benzeri Tarikatlarla da iletişim içinde bulunup, onların içinde kaynaşmış olması muhtemeldir. Zira bazı tarikat şeyhleri ve büyüklerinin aynı anda iki tarikatın da şeyhi olduğu bilinmektedir. Onun görüşlerinin temsilcisi olan çok sayıdaki derviş, Türk’e has inançtaki temel özelliklere ve milli ruha sahip çıkmış ve yaşatmıştır. Daha geç zamanlarda Evliya Çelebi de soyunun ve mensubiyetinin Yesevi olduğunu belirtmektedir.

Horasan erenleri, Yesevi düşüncesinin takipçileridir. Erenlerin, tasavvufu Irak ve Suriye’de öğrendiklerine gelince: Zaten Türkistan veya Horasan’da Türk’e ait ve Türk’ün kurduğu bir tasavvuf mektebi mevcuttur. Temel esaslar elbet benzerlikler gösterecektir. Fakat özde aynı olsa da belirli ve farklı bir iman anlayışı bize aittir. Her ne kadar tasavvufun tarikatlarla çeşitli kolları varsa da, kesif olarak hepsinin birbirine hürmeti vardır. Bu hürmet birlik yani tevhid fikriyle kaynaşmıştır.

Köktenciliğin önemini inkâr etmeden, işlevci yaklaşımla meseleyi değerlendirelim. İç ve dış tesirlerle sahipsiz kalan ve ilerleme gücünü kaybeden İslam Medeniyetinin, yeni temsilcisi, ateşleyici gücü, Selçuklular ve Osmanlı Devletini kuran Türkler olmuştur. Arap devletleri veya İslami inanca sahip hiçbir devlet, İslam’ın ilk devirlerinden sonra, Türkler benzeri büyük bir medeniyet ve büyük devletler kuramamıştır. Durum bu açıdan ele alındığında her bir yeni toprak ve yerleşimde kendini gösteren, yöreyi şenlendiren, devlete destek veren erenlerin yaptığı icraat, yeni bir cihan devletinin kuruluşundaki rol malum olduğu için, niyet maksadına erişmiştir.

 Türk’ün tasavvuf düşüncesi ve Milli Şuur ile kurduğu medeniyet, dünyada söz hakkını elde tutar olmuştur.

Celil Altınbilek                                                                                                       17.05.2016

 

1-Ahmet T. Mustafa. Osmanlı toplumunda tasavvuf ve sufiler s,61-85. T. Tarih Kurumu 2005

2- Devin DEWeese. Islamization and Native Religion in the Golden Horde: Baba Tükles and Conversion to Islam in Histori

3- Ali Yaman. Yesevi Araştırmalarının Sorunları Üzerine bir Deneme Türkologya no.1 Kazan 2002

4-Lütfi Bergen Bu iki tarikat cihad karakterli tarikatler idi. Dünya Bizim Com 2012. http://www.dunyabizim.com/mercek-alti/11115/bu-iki-tarikat-cihad-karakterli-tarikatler-idi.

Ali Yaman Kırgızistan’da Bilinmeyen YESEVİ İzbasarları:“LAÇİLER” Hbv dergisi gazi.edu.tr. Sayı 29

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Reklam