Pearl Harbor Baskını – 7 Aralık 1941 ve Yeni Düzen
1 Eylül 1939′da Alman tümenlerinin Polonya’ya girmesi ile başlayan İkinci Dünya Savaşı’nın Okyanus ötesine taşıyan gelişme Pearl Harbor baskınıdır. 2000′li yılların başında sinema filmine ve belgeseline konu olan Pearl Harbor baskını ile ilgili Türkçe ’ye çevrilmiş birçok kitaptan bilgi derlemek mümkün. Bu malzeme bolluğunda tetkik ederken birazdan aktarmak istediğimiz husus baskının sonuçlarının sadece askeri verilerle açıklanamayacak kadar derin olduğudur.
İkinci Dünya Savaşı’na Polonya işgali ile başlayan Almanya, İtalya ile oluşturduğu Berlin Roma Ekseni’ne (Mihver olarak ta bilinir) Anti-komitern pakt adını verdi. Bu pakta kısa bir süre sonra Japonya dahil oldu. 19. yüzyılda Meiji Restorasyonu ile hızla modernleşen ve aslında köklü bir militarizme uzandı. Japonya 1904-1905 Rus Japon harbinde Porth Arthur limanına yaptığı baskın ve Amerikan uzmanların yeniden oluşturduğu kara ordusunun kabiliyetleri ile dikkat çekti. Birinci Dünya Savaşı’nda dönemin en güçlü donanmasına sahip olan İngiltere’yi karşısına almaktansa onunla müttefik olmayı seçen Japonya hakkında ciddi ilk uyarıyı Rusya yaptı. Rus diplomatlar İngilizlere ileride Japon yayılmacılığının durdurulması için silaha sarılması mecburiyetinde kalınacağı ikazında bulundu. Ancak İngiliz Japon ittifakı kuruldu ve Japonya Çin’deki tek Alman sömürge bölgesi olan Xing Tao’yu ele geçirdi. 1920lerde büyüyen sanayisine karşın ada ülkesi olan Japonya’da ham madde sıkıntısı baş gösterdi. Çin’in hantal yapıda olmasıyla gözüne Mançurya bölgesini kestiren Japonya, Çin’i işgale başladı. 1937 yılı sona ererken, Pekin, Boading, Nankin gibi Çin’in en önemli şehirleri Japon işgaline girdi. Amerika, öteden beri bulunduğu bu coğrafyada Japonya’nın Çin’i boşaltması için ambargo uygulayacağını belirtti. Amerika ile çıkar çatışmasına giren Japonya, böylece o dönem Avrupa’da esmeye başlayan Nazi rüzgarının tesirine girdi. Japonya imparatorluktu. İmparatorunu tanrı olarak kabul ediyordu. Militarist devlet yapısı Avrupa’daki Faşist rejim ile kıyaslandığında teorik olarak farklıydı. Ama özellikle işgal bölgelerindeki uygulamalar -Çin’deki vahşet- pratikte bir ayrımı ortadan kaldırıyordu. Japonya 28 Eylül 1940′ta Mihver’e katılıp Berlin Roma Tokyo ekseni kurulduğunda Dünya cidden bu oluşumdan endişe duymakta idi. 10 Mayıs 1940 taarruzu ile Almanya, Fransa’yı savaş dışı bırakmış, öncesinde Danimarka, Norveç, Belçika, Hollanda işgal edilmişti. Henüz SSCB ile ters düşülmemiş Polonya’nın paylaşılma maddelerinin de olduğu saldırmazlık paktı yürürlükte idi. Almanya, deniz aslanı harekatı ile İngiltere’yi uçaklarıyla boğmaya kalkmış ama İngiliz Hava Kuvvetleri (Royal Air Force) Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) karşısında başarılı olunca İngiltere tek başına tutunma imkanı bulmuştu. İngiltere Başbakanı Winston Churchill ‘size kandan ve göz yaşından başka bir şey vadedemiyorum’ çıkışını yaparken Hitler, Japon ittifakı ile Amerika Birleşik Devletleri’ni bağladığını düşünüyordu. ABD’yi neden Japonya ile bağlamak istediği kısmını açalım.
ABD, 2 Aralık 1823 tarihinde dönemin başkanının adı ile tarihe geçen Monroe Doktrinini kabul ederek bir izolasyon dönemine girdi. Avrupa’nın meselelerine karşı uzak durulacak bununla beraber Amerika kıtasında Avrupa unsuruna karşı Güney Amerika işe iş birliği yapıyordu. Monroe Doktrini 1914′te patlak veren Birinci Dünya Savaşı’na (Büyük Harp) kadar sıkı uygulandı. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın ABD’yi kendi yanında savaşa sokma çabalarına rağmen İngiliz Propaganda bürosunun faaliyetleri daha etkili oluyordu. Bu esnada ABD’deki bazı kuruluşların gemilerle İngiltere’ye gıda ve cephane sevkiyatı yaptığı yolundaki bilgilerin artması üstüne Almanlar denizaltı saldırılarına sınırsız devam etme kararı aldı. Bugün komplo tartışmalarının yapıldığı Lusitania yolcu gemisinin Alman denizaltısı tarafından batırılması ve 1400′ü aşkın ABDli sivilin hayatını kaybetmesi ABD’yi savaşa sokan temel etken oldu. (Komplo iddiası şöyledir; ABD kamuoyunun Monroe doktrininden vazgeçmesi için ciddi bir saldırı olması gerektiğini düşünenler tarafından Lusitania’nın elektrik düzeneğinde bir arıza çıkarıldı ve gece karanlığında yolcu gemisi yerine yük gemisi sanılmasına yol açıldı) ABD, Büyük Savaş sonrası malum Wilson Prensipleri ile barışı dizayn etmek istedi ama İngiltere’nin titiz politik müdahaleleri ile yine kendi kıtasına çekildi. ABD 1930′lu yıllarda üstelik büyük 29 bunalımının etkisi ile devam ettiği için Avrupa’da yükselen Totalitarizm’e karşı konumunu belirleyemedi. 1939′da başlayan savaşın kısa sürede biteceği fikrinde iken 1940 yılında peş peşe Alman zaferleri gelmesi üzerine İngiltere’ye günden güne yaklaşan bir politika içerisine girdi. Başkan Roosevelt, kamuoyundaki savaş karşıtlığının farkında idi, aslında kendisi de savaşa girmeden İngiltere’nin desteklenmesinden yana idi. Bu amaçla Öde ve Kirala yasası (Ödünç Al ve Kirala olarak ta bilinir) çıkarıldı. İngiltere’ye karşılığında gıda, silah ve tıbbi malzeme sevkiyatı başladı. Bu noktada bir başka büyük gelişme İngiltere’nin bazı adaları karşılığında ABD donanmasında belli yaşa sahip tam 50 destroyer İngiltere’ye verildi. Destroyerlerin önemini vurgulamamızda yarar var. Denizaltıları ile ciddi tehlike olan Almanlar için destroyer adeta bir fare kapanı gibi idi. Çünkü denizaltıların imhasında kullanılan gemiler destroyerlerdir. Bu son gelişme sonrası Almanya, Japonya ile yakınlaştı. 1941 yılında ise önce Balkanları sonra da Barbarossa harekatı ile Rus topraklarını istilaya başladı. Ancak 1941 yılının Eylül’ü geldiğinde Moskova düşmedi ve SSCB direnmeye devam etti. Bu tarihlerde Japonlar, Alman Dış İşleri Bakanı Ribbentrop’a ABD’ye saldıracaklarına dair açıkça iletiler verseler de Hitler bunu ciddiye almadı. Hitler Japonların sadece SSCB’ye harbe girmesini istiyordu ama ABD’ye yapacakları saldırıyı da illa durdurma refleksi göstermedi. Özellikle Pearl Harbor baskınından dört gün sonra 11 Aralık 1941′de Reichstag’ta yaptığı konuşma ile ABD’ye savaş açan taraf ta kendisi oldu. Göring, Himmler ve Grand Amiral Raeder gibi isimler ABD’nin askeri gücünü hafife alıyor, Hitler de endüstriyel gücü göremiyordu. Şimdi tekrar Pearl Harbor’a giden sürece dönelim.
Japonya’nın ABD ambargosu karşısında önemli ham madde kaynakları azalmaya başladı. Petrolü 1941 temmuzu itibariyle 18 aylık stoku bulunuyordu. Petrolün haricinde kauçuk sıkıntısı da yaşıyordu. Japonya bu noktada bazı tarihçilere göre affedilmeyecek bir hata yaptı ve ABD endüstrisi ile savaşa tutuşma kararını aldı. 4 Eylül 1941 günü toplanan savaş konseyi Pearl Harbor’a baskın saldırısı kararı aldı. Bu arada ABD Dış İşleri Bakanı Japonya ile barışın sürdürülmesinden yana idi. Roosevelt’in politikalarıyla çelişen Dış İşleri Bakanı’nın en önemli desteği kamuoyunda anti-savaş taraftarlarıydı. Aralık ayına gelirken Japonya ve ABD arasında müzakerelerin onuncu ayına girilirken ABD ültimatom vererek artık Japonya’dan net bir cevap istedi. 6 Aralık günü Japon Büyükelçiliğinin iç mesajı ele geçirildi. Mesajda ‘Japonya artık ABD ile diplomatik görüşmelerden yarar sağlanamayacağı görüşündedir’ ifadesi yer alıyordu. ABD istihbaratı bunun bir blöf mü yoksa savaş ilanına giden yol mu olduğunu tam ortaya koyamadı. Ancak Japonya yaz ayında savaş kararını almış ve baskın saldırısını nereden yapacağını araştırmaya çoktan başlamıştı.
Japon imparatorluk filosunun amirali Yamamoto, hedef olarak Hawai adalarındaki Pearl Harbor’u seçti. Burası Pasifik Okyanusu’nda ABD donanmasının ana üssü idi. Amiral Kimmel komutasındaki donanmada 8 büyük zırhlı, 11 muhrip, 3 uçak gemisi ile birçok destroyer denizaltı bulunuyordu. Honolulu civarında bulunan hava alanları ile ada ve donanma üssü 400′den fazla uçak tarafından korunuyordu. Pearl Harbor’da su torpido saldırısı için çok sığ olduğu için donanma kendini güvende hissediyordu. Ama Yamamoto yeni bir torpito geliştirerek sığ su sorununu çoktan çözmüştü. 1 Aralık günü ana kıtadan hareket eden Japon filosu önce doğuya gitti. Dördüncü günün sonunda güneye çark ederek Hawai’nin kuzeyinden gelecek şekilde hizalandı ve hedefe doğru gizli seyrini sürdürdü.
ABD donanmasında son haftaya girilirken bir Japon saldırısı beklentisine girildi. Ama bunun Filipinler veya Guam üssüne olacağını düşünüyorlardı. Pearl Harbor’a saldırı olacağı belirtisinin sezilmesi çok geç oldu. 6 Aralık gecesi gelen ikinci bir Japon Büyükelçiliği mesajı da ele geçirildi ve bu mesajda 7 Aralık günü Washington’da saat 13.00′da Japon Büyükelçisi’nin barış görüşmelerinin son verildiğini ilan etmesi isteniyordu. Telsiz irtibat subayları bu mesajı çözdüklerinde Washington’da saat 9 sularıydı. Yerel saat dilimi incelendiğinde söz konusu ilan saatinde Pearl Harbor’da saat sabah 07.30 olacaktı. Her ne kadar BBC’nin hazırladığı Dünyayı Sarsan Günler belgeselinde, bu yerel saat unsuru ile saldırının Pearl Harbor’da yapılacağı yolunda kuşku uyandığı aktarılsa da diğer kaynaklarda bu bilgiye rastlanılmamaktadır.
7 Aralık günü Hawai yerel saatiyle 06.53′de beş Japon cep denizaltısının liman girişindeki torpido saldırısı ile taarruz başladı. Ancak bu saldırının etkisi o kadar küçük oldu ki adadaki diğer birimler tarafından fark edilmedi. Pearl Harbor’daki genel kanı ‘burada saldırı olmaz’ şeklinde olduğu için bütün personelde bir rehavet bulunuyordu. 0755 civarında ilk bombanın hedefini bulması ile Pearl Harbor baskını başlamış oldu. 350 uçak iki ayrı dalga halinde limana saldırırken 91 uçak, Japon uçak gemilerinin savunması için kullanıldı. Kaga, Akagi, Siryü, Şökaku, Hiryu,ve Zuikaku uçak gemilerinden havalanan uçaklar bir buçuk saat boyunca Pearl Habor’u dövdü. 3017 ABD vatandaşı yaşamını yitirdi. Donanma sancak gemisi olan Arizona zırhlısıyla beraber 8 zırhlıdan 4’ü batırıldı biri ağır hasarla savaş dışı kaldı. Kruvazör ve muhriplerden 11 tanesi batırıldı. 188 ABD savaş uçağı imha edildi. İlk iki taarruzdan sonra harekatın başında olan Amiral Nagumo, inisiyatif alarak Yamamoto’nun bilgisi dahilinde üçüncü saldırı dalgasını başlatmadı. Bunun en önemli nedeni ikinci dalgada ABD savunmasının çetinleşmeye başlaması, Japon uçak kaybının 29′u bulmasıdır. Ayrıca üçüncü saldırı öncesi uçakların hazırlanması için zamana ihtiyaç vardı ve baskın vasfı iyice kaybolacağı için daha çok kayıp verilmesi muhtemeldi. Zırhlılara verilen hasar dolayısıyla da üçüncü taarruzdan vazgeçen Nagumo geri dönme emri verdi. Harekat başarıyla tamamlandığı izleniminde olsa da esas büyük ‘balık’ kaçırılmıştı. Enterprise, Lexington ve Saratoga uçak gemileri ABD donanmasının en önemli gücüydü ve genellikle Pearl Harbor’da bulunuyorlardı. Ancak 7 Aralık günü üçü de farklı limanlarda bulunduklarından batırılamadılar ve altı ay sonra Midway savaşına katılan bu gemiler Japon donanmasının yenilgiye uğratılmasında rol oynadılar.Pearl Harbor baskının son yarım saatine girilirken, aslında saldırıdan yarım saat önce savaş ilanı yapması tasarlanan Japon Büyükelçisi bir aksaklık nedeniyle saldırı başladıktan bir saat kadar sonra mesajı iletebildi. Bu hata aslında Japonya’da da hoş karşılanmadı. Yamamoto, ‘uyuyan devi uyandırdık’ derken ABD’nin kin duygusu ile ayakta durabilecek bir dinamizm kazanmasından çekindi. Esas trajedi Pearl Harbor’a yerel saat ile 11.00′de ‘Bir Japon saldırısı beklenmektedir’ mesajının iletilmesi oldu. Saldırı ile eş zamanlı olarak (daha küçük birlikler ile) Japonya, Malaya, Wake Adası, Tayland ve Filipinler’in kuzey limanlarına saldırdı. ABD’de saat ilerledikçe bilanço ortaya çıktı. Ertesi gün 8 Aralık’ta Roosevelt, Kongre’ye yaptığı konuşma ile Japonya’ya savaş ilan edilmesini istedi. Pearl Harbor baskınının sonucunda ABD, İngiltere ve SSCB ile müttefik olarak Üç Büyükler’i oluşturdu.
Sonuç Üzerine ve İddialar
Pearl Harbor baskını sonucunda ABD donanması 6 aylık bir mecburi toparlanmaya girmiş, taarruz gücü kırılmış ve Japonya’nın Güney Asya ile Pasifik Okyanusu’nda ilerleyişi bir müddet güvenli olmuş idi. Ancak Uzun vadede bakıldığında Pearl Harbor baskınının sonuçları askeri rakamlar ile açıklanamaz. Çünkü savaş endüstrisi çok çabuk teşekkül olarak kayıpları telafi etmiştir. Şöyle bir rakam verecek olursak bütün savaş boyunca ABD 90.000 tank üretebilmiştir. Uçak, denizaltı, muhrip sayıları da böyle bir oranda ilerlemiştir. Esas vurgulanması gereken sonuç kamuoyunun intikam ve şeref meselesi haline getirdiği savaşa giriştir. Öyle ki 1942 Nisan’ında Tokyo’ya yapılan bir ABD hava saldırısı (Doolittle Saldırısı) Pearl Harbor’un simgesel öcü olarak görülmüştür. Bir diğer sonuç en az üç kuşaktır ABD’de yaşayan Japonlar toplama kamplarına sevk edilmişlerdir. ABD toplama kampı yerine gözaltı tabiri kullanmayı tercih etse de nitelik bakımından çok farklılık olmadığı ortaya çıkmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’na giriş ile Monroe Doktrinini aştığı sanılan ABD özellikle 1919 Paris Barış Konferansında istediği rolü oynayamadığı ve 1929 bunalımını geçirdiği için tekrar kendini izole etmeye yönelir iken 7 Aralık 1941 kesin bir kırılma noktası oldu. ABD bu tarihten sonra diğer iki müttefiki ile (o tarihlerde Türk gazetelerinde üç büyükler buluşması olarak adlandırılıyordu) konferanslarda bir araya gelerek savaşı yönetti. Savaş sonu dünyanın şekillendirilmesinde İngiltere’yi ekarte etti, Almanya’dan kaçan bilim adamlarının da yadsınamaz katkısı ile geliştirdiği Atom bombası ile sadece Pearl Harbor’un öcünü almadı. SSCB’ye aba altından sopa göstererek dünya liderliğini pekiştirmek istedi. İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ABD ve onun yeni politikasının aslında başladığı gün 7 Aralık 1941 olarak söylenmesi tarih metodolojisine aykırı düşmeyecek bir tespittir. Nitekim o tarihe kadar kamyon motoru, buzdolabı gibi üretimlerde bulunan fabrikalar askeri sanayinin ihtiyacına göre şekillenmiş, ciddi savaş zenginliği ortaya çıkmıştır. Bütün endüstri savaşa dönük olması büyük sermaye sahibi ailelerin gücüne güç katarken ‘toplumun dizayn edilmesinde bir araç olan savaş gerçeği’ bundan sonraki yıllarda devam etmiştir. Nitekim bu yazının kapsamı dışında kalan Soğuk Savaşın ortaya çıkışında ve ilerleyişinde temel unsur ABD ve SSCB’nin süper güç olarak sahneye çıkmasıdır.
Peki Pearl Harbor ile nasıl bir iddialar var? En temel iki iddia şu yöndedir. Japonya’nın saldırısından zaten aylar öncesinden ABD sermaye gruplarının seçkin isimleri ve ordu üst kadroları haberdardı. Meşruiyet oluşması ve savaşa girişte halkın kenetlenmesi için saldırıya uğrayan ABD resminin daha etkileyici olduğu görüşünde idiler. Bu görüşü destekleyen delillerden biri uçak gemilerinin saldırı sırasında olağandışı görevlendirmelerle (sonuçta o sırada harbe girilmemiş) üsten uzaklaştırılmış olmalarıdır. Ayrıca donanma haber alma birimlerinin haftalarca Japon donanmasının hareketlerini takip etmesi, saldırıdan bir hafta önce izi kaybetmesi ve buna rağmen Pearl Harbor’da alarm durumuna geçilmemesi ayrıca sorulan soruların başında geliyor. Toparlayacak olursak ABD gerçekten bile bile bu tokadı beklemiş midir bilemiyoruz. Diğer iddia ise düşmanın Japonya seçilmesi üzerinedir. Aslında Japonya modernleşme sürecinde ABD’ye yakınlaşmış ve Çin işgali öncesinde iki ülke arasındaki ilişkiler kötü bir noktada olmamıştı. Ancak ABD arkasındaki okyanusu güvence altına almak ve Japonya’nın İngiltere’ye olan düşmanca tutumunu cezalandırmak için bilerek onu Anti-Komitern pakta itmiş ve karşısında yer almasını istemiştir. Çünkü petrol gibi hayati bir maddede bile Japonya %80 oranında ABD’ye bağlı idi. ABD, Japonya’yı küçük görüyordu. Aynı hatayı Japonya’da ABD’ye karşı yaptı nitekim Pearl Harbor saldırısına rağmen ABD savaş dışı kalmadı.
ABD’nin bugün hala sürdürmekte ısrarcı olduğu rolünün başlama noktasını dikkatinize sunmaya çalıştık.
Çağhan SARI
KAYNAKÇA
Allan Nevins & Henry Steele Commager, ABD Tarihi, çev. Halil İnalcık, Doğu Batı, Ankara 2008.
Kenneth John Macksey, II. Dünya Savaşı’nda Askeri Hatalar, çev. Tanju Akad, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012
Levon Panos Dabağyan, Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya, Kum Saati İstanbul 2004.
Türkkaya Ataöv, Amerikan Belgeleriyle Amerikan Emperyalizminin Doğuşu, Doğan Yayınevi, Ankara 1968.
Milton W. Meyer, Japonya Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2014.
Mehmet Turgut, Japon Mucizesi ve Türkiye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.
Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye : 3 – Savaş 1939-1945, Tekin Yayınevi, İstanbul 2000.
William Shirer, Nazi İmparatorluğu, c.III, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2003.
Walter Lord, Pearl Harbour, Kastaş Yayınları, İstanbul 2001.
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, c.I, çev. Kerim Bağrıaçık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998.
Belgesel: Dünyayı Sarsan Günler – Pearl Harbor Baskını, BBC, 2003.