Türkiye Devleti'nin şekli Cumhuriyet'tir ilanından 15 dakika sonra devletin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oy birliği ile seçilmişti. İlk cumhurbaşkanının seçiminde bir demagoji, tartışma olması beklenemezdi. Nitekim tıpkı devlet fiilen cumhuriyet olarak yürümekte olduğu gibi meclis başkanı Mustafa Kemal de fiilen devlet başkanlığında idi. Ancak bu yıl on ikincisi seçilecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri, ilkinden sonra daima hep tartışma ile geçti. Bazen bir darbe döneminin sona erişi olarak gerçekleşti. Bazense darbecilerin meşruiyet kazandırma nedeni, cumhurbaşkanlığı seçilmeyişi oldu. Şimdi biz bu yazıda ikinci cumhurbaşkanından başlayıp Sunay'ın seçimine kadar geleceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ikinci cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü'nün seçimler sırasında adı tartışma odağı olmadı.. Atatürk'ün uzun yıllar mesai arkadaşlığı yapmış olan İnönü, son bir buçuk yılını evinde geçirmişti. Atatürk, İnönü ile, kalkınma, Hatay, devlet çiftlikleri , Nyon Konferansı vs konularındaki görüş ayrılığı 1937 yılında zirveye ulaşmış ve yolları ayrılmıştı. Kısaca Atatürk vefat ettiğinde artık İnönü yanında yoktu. Başvekil Celal Bayar idi. Bu yol ayrılığı ise cumhurbaşkanlığı seçimini etkilemedi. 11 Kasım 1938′te yapılacak seçimlerde mecliste aday olmayacak, vekiller oy pusulalarına oy vermek istedikleri namzetin ismini yazacaklardı. Meclis bu usûl ile İnönü'yü seçti. Ancak o günler konuşulmayan bir iddia yıllar sonra ortaya atıldı. İddianın kaynağı Atatürk'ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak'tı. Soyak'ın hatıratına göre Atatürk, vasiyetnamesini yazdırdıktan sonra konu yerine seçilecek isime gelmiş, Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak'ı yerine düşündüğünü ifade etmişti. Ancak bu husus, ne Bayar'ın ne de Atatürk'ün çevresindeki ikinci bir isim tarafından doğrulanmadı. Hasan Rıza Soyak ve Tevfik Rüştü Aras'ın İnönü'ye karşı tavrı malum olduğu için iddiaya şüphe ile yaklaşıldı. İnönü'nün son cumhurbaşkanlığı ise ilginç bir olayla başladı. 1961 Anayasası'ndan önce cumhurbaşkanı her milletvekili seçiminden sonra tekrar yapılmakta idi. 1946 seçimlerinden sonra İnönü meclise girerken DP grubu ayağa kalkmadı. O zamana kadar cumhurbaşkanı genel kurula girişinde vekiller ayağa kalkıyorlardı ve DP, meclis hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz prensibini belirterek ayağa kalkmadı. Birazdan bu prensiplerinin Bayar'ın seçilmesinden sonra ki uygulanışını ele alacağız.
14 Mayıs 1950′de Türkiye'de seçim yoluyla iktidar değişip DP iktidar olunca, bu defa cumhurbaşkanlığı ilk kez CHP dışından bir isme geçecekti. Tartışmalar da DP içerisinde oldu. O zamana kadar Atatürk ve İnönü aynı zaman da partilerinde genel başkanlık yapmışlardı. DP ise seçimler sırasında partisiz cumhurbaşkanı sloganını benimsemişti. Şimdi kamuoyunun genel kanaati o sıra DP 'nin başında olan isim Celal Bayar'ın cumhurbaşkanı seçileceği şeklinde idi. Siyasetin teamülünde bu vardı. Ancak DP içerisinde bir grup Bayar'ın genel başkanlıktan ayrılmamasını, parti içindeki en tecrübeli isim olarak yeni dönemde Başbakanlık görevini almasını istiyordu. Bayar ise bu tezi düşünmedi ve cumhurbaşkanlığı seçiminde aday oldu. 387 oy Bayar'a, 36 oy Halil Özyürek'e, 66 oy da İnönü'ye çıktı. Yani DP oy birliği ile seçimlere yaklaşmadı. 1954′te de Bayar partisinin grubundan tam oy almadı. Ancak 1957′de DP grubunun tamamı Bayar'a oy verdi. Bugün neticeyi değiştirmeyen bir anekdot olan bu hadise, o günler içinde önemli bir husus olması gerekir. 1955 yılındaki DP grubunun kaynaması ve literatüre 'Sarol Formülü' olarak geçen Başbakan'ın şahsi itimatla kabineyi yenilemesini de düşünürsek, o dönem ki iktidar partisi vekillerinin her şeyi sorgusuz sualsiz oylayan vekiller görünümünde olmadığı sonucuna ulaşılabilir mi bu da başka bir yazıda ele alınmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Bayar seçildikten sonra meclise girdiğinde DP grubu, yıllar önce İnönü'ye takındıkları tavır ile çelişmemek için ayağa kalkmadı. Ama Bayar'ı çılgınca alkışladı. CHP grubu ise ayağa kalktı tek bir alkış sesi bile işitilmedi.
1961 yılının Ekim ayına geldiğimizde ise cumhurbaşkanlığı seçimi olası bir müdahalenin durdurulmasında bir koz oldu. Darbeden sonra Milli Birlik Komitesi yönetimi ele almış komite başkanı Cemal Gürsel, devlet başkanı sanıyla görev yapmıştı. Süreç ilerledikçe MBK bölündü ve 14ler olayı meydana geldi. Ardından içerisinde Talat Aydemir'inde bulunduğu Silahlı Kuvvetler Birliği kuruldu ve MBK ile açıktan olmayan bir iktidar mücadelesi başladı. Bu şartlarda gerçekleşen seçimlerde CHP birinci parti olmayı umuyordu. İnönü cumhurbaşkanı olmayı, Başbakanlığa da CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal'ı planlıyordu. Ancak CHP seçimlerde %36 ile birinci çıktı. 173 vekilde kaldı. DP'nin devamı olan Adalet Partisi %34 alarak 158 vekil çıkardı. Bu sonuçla İnönü'nün tekrar Çankaya'ya çıkma planı suya düştü. Planı boşa çıkan sadece İnönü değildi. 15 Ekim akşamı alınan sonuçlar 27 Mayıs'ın devam ettirilmesini savunan ordu mensuplarını memnun etmedi. Seçim sonuçlarını geçersiz saymayı, mevcut idareyi sürdürmeyi düşündüler. 21 Ekim protokolü olarak bilinen plana göre meclisin açılmadan seçimlerin iptal edilmesini planladılar. Ama plandan Gürsel'in de İnönü'nün de haberi oldu ve 21 Ekim protokolüne karşı açıktan tavır aldılar. 24 Ekim'de Çankaya'da Silahlı Kuvvetler Birliği'nin temsilcileri ile AP, CHP, YTP, CKMP Genel Başkanları Cemal Gürsel'in başkanlığında bir araya geldi. Tartışmalar sonunda demokrasinin 'güdümlü' olarak hayata dönmesi kararı çıktı. Buna göre partiler, Gürsel'in cumhurbaşkanı, İnönü'nün de başbakan olmasını sağlayacak, askerler de geri adım atacaktı. 25 Ekim'de TBMM açıldı ve resmen 27 Mayıs dönemi sona erdi. Ancak bu kararlardan habersiz olanlar vardı. DP idare kadrosunun kıymet verdiği Anayasa Hukuku'nda önde gelen bir isim olan Prof. Dr. Ali Fuat Başgil birden bire aday olmak için çıkageldi. AP ve YTP 'nin desteğini umuyordu. Şüphesiz 24 Ekim'de partiler, askerleri durdurmak için bir teminat vermeselerdi Başgil'e destek verecekleri malum idi. Basına 24 Ekim kararları sızınca (Mete Akyol'un anıları ve 12 Mart Belgeseli'nden) Başgil'e bu durumu sormuşlar, Başgil de geri adım atmamıştı. Ancak Başgil ile Başbakanlık'ta görüşen Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay, adaylığını geri almasını, aksi takdirde Silahlı Kuvvetler Birliği'nin durdurduğu harekete devam edeceğini, hatta Başgil'e hayat güvencesi veremeyeceklerini belirtince adaylıktan çekildi. Türkiye'nin dördüncü cumhurbaşkanı, darbe yönetimini sürdürmek isteyen kesim ile yapılan pazarlık ile belirlendiğini söylersek sosyal bilimlerdeki kavramların kullanımı ve ifadelerin tespiti hassaslığını çiğnemiş olmayız. İkinci yazımızda Sunay'ın seçimiyle başlayan Genelkurmay geleneğini, Gürler olayı ile Korutürk'ün seçilişini ve 1980′in Mart'ından Eylül'üne geçen süreyi ele alacağız.
24.06.2014 Tarihinde www.sozkonusu.net te yayınlanmıştır
FACEBOOK YORUMLAR