Türk siyasetinde yirmi dört saatin uzun süre olduğu tespitini ilk dile getiren dokuzuncu cumhurbaşkanımızdır. Şüphesiz basın arşivine girsek benzeri bir cümleyi Türkiye’nin ilk elli senesinde aktif rol almış İnönü’den yahut Türk siyasetinin nüktedan isimlerinden Kasım Gülek, İhsan Sabri Çağlayangil’den de görebiliriz. Gündemin süratle değiştiği, medyanın bir zamanlar yönlendirdiği siyaset kurumunun hızına olanca teknolojik imkana rağmen anca yetiştiği bu evrede açılan bir kapıdan yine tarih koridoruna uzanacağız. Gencay’ın bu sayısında sizlerle ANAP’ın 1991′de genel başkanlık değişimine uzanırken esas maksadımız tarih ekseninde bilgi nakletmek değil sadece dönemi hatırlatmaktır. Evvela bu ayki yazımızın konusunu belirleyen hadiseyi vurgulamamız gerekiyor ama yazının kaleme alındığı tarih henüz 9 Mayıs olduğu için buna değinemiyoruz. Bildiğiniz üzere Cumhurbaşkanı, ülke politikaları bağlamındaki bir anlaşmazlıktan çok öte, son kertede parti içerisindeki yapılanma ve parti yönetimi ile ilgili meseleler sonunda -öncesinde elbette ülke politikalarındaki ayrım da var- Başbakan ile yolları ayırma kararı aldı. Anayasa’da izah edilen hususların sınırları dışına çıkılıp çıkılmadığı bambaşka bir yazı konusu ama Başbakan’ın istifa süreci ve iktidar partisinin yeni genel başkanını seçme sürecinin başladığı şu günlerde tarih son sözü söyleyecektir. Şimdi ANAP’lı yıllara dönelim.
1983 yılında kuruluşun ardından girdiği 6 Kasım seçimleri ile iktidar olan Anavatan Partisi, lideri Özal’ın deyimi ile dört eğilimi birleştirme iddiasındaydı. 1980 öncesi siyasilerinin yasaklı olması nedeniyle merkez sağda oluşan boşluğu iyi değerlendiren Özal, 1987 yılında siyasi yasakların kaldırılmasını oylayan referandumun sonuçları açıklanmadan erken seçim kararını açıklamıştı. Referandum sonucu yasaklar kalktı ve eski liderler, pek de eskimediklerini gösterircesine tekrar seçim meydanlarına döndüler. 1987 seçimlerinde ciddi oy kaybına rağmen, seçim sistemindeki bazı uygulamaların avantajıyla bir kez daha tek başına iktidar olan Özal, 1989 yerel seçimlerindeki sert düşüşten sonra karşısına beliren cumhurbaşkanlığı şansını tepmedi ve ciddi eleştirilere rağmen ANAP’ın oylarıyla Cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanlığı yemin törenine giderken dönemin TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut’a Başbakanlık müjdesini veren Özal, kendisinden sonraki dönemde ANAP’ın dümenine geçecek ismi de belirliyordu.
Yıldırım Akbulut Başbakan olduktan kısa bir süre sonra Özal’la ilişkilerindeki ahenk kaybolmaya başladı. Özal’ın gündelik sorunlara dahil olması, basındaki görüntüsünü arka plana almaması ikilinin ilk aylarında esaslı bir mesele olmadı. Ancak Körfez Savaşı’nda ciddi kırılmalar başladı.Özal’ın haftada bir kaç kez ABD Devlet Başkanı ile telefon diplomasisi gerçekleştirmesi, CNN kanalına bağlanarak demeç vermesi, icranın başı Başbakan mı Cumhurbaşkanı mı sorularını akla getirdi. Özal’ın Körfez harekatına dahil olmayı istemesi, Başbakan Akbulut’un tarafsız kalınmasındaki ısrarı sadece bir hükümet krizini doğurmadı. Özal’ın aksi görüşünde olan Genelkurmay Başkanı Torumtay istifa etti ve cumhuriyet tarihinde istifa eden ilk genelkurmay başkanı oldu. Irak’a hava saldırısı başladığı gece, Londra’dan kalkan B52 ağır bombardıman uçaklarına hava koridoru açılması talebi Türkiye’ye iletildiğinde Özal, bir koridor açılıp uçakların buradan geçmesini istedi ama icranın başı Akbulut buna mani oldu ve gelen talebi reddetti. Körfez Savaşı boyunca zıt düşen ikilinin bir başka ayrı düştüğü yer de Paris Şartı görüşmelerinde oldu. 19-21 Kasım 1990 tarihlerinde düzenlenen görüşmelerde Türkiye’nin kimin temsil edeceği meselesi, görüşmelere her iki ismin de katılmak istemesinden ortaya çıktı. Neticede hem Akbulut hem Özal görüşmelerde bulundular ama imzalar gerektiğinde Türkiye adına imzayı Özal koydu. Özal, Akbulut ile yolun sonuna geldiği düşüncesinde iken ailesinden de geldiği iddia edilen telkinlerle 1991 ANAP Kongresi’nde Mesut Yılmaz’ın önünü açma kararı aldı. Akbulut’a herhangi bir destek vermedi, ailesinden bazı isimler ise Mesut Yılmaz ile beraber görüntü vererek, Özal’ın sempatisinin Yılmaz’a yönelik olduğu mesajının çıkmasını sağladı. Gerçekleşen kongrede Mesut Yılmaz ANAP’ın üçüncü genel başkanı olurken Akbulut, kısa bir süre sonra ANAP’tan istifa etti.
Tarihin bir cilvesi midir bilinmez ama Mesut Yılmaz ve Özal’ın da yolun başında birlikte olan yıldızları, Başbakan ve Cumhurbaşkanı unvanları altında barışmadı. Mesut Yılmaz, parti içerisinde kendi teşkilatlanmasına hız verirken, aileden ”nankör” diye anılacaktı. Özal, 17 Nisan 1993′te ani vefatıyla ebediyete intikal etmeden önce cumhurbaşkanlığını bırakarak yeni bir parti kurma hazırlıklarına giriştiği iddiası da yıllarca dillendirildi.
ANAP içerisinde eski ve yeni lider anlaşmazlığında tabi ki Çankaya’ya çıkanın, icrada kalmak istemesinin yanında muhalefetin ciddi kıskacının da etkisi bulunmaktaydı. Nitekim Mesut Yılmaz yönetiminde 1991 seçimlerine giren ANAP ancak üçüncü olabilmiş, 1980 öncesinin siyaset figürleri kaybettikleri mevzilere dönmüş, Demirel’in DYP’si %27′lik bir oyla seçimlerin kazananı olmuştu. Özal, bugün bir çok ilkle anılmakta iken Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendi partisinin genel başkanıyla kavga eden ilk isim olma payesini de kazanmış oldu. ANAP, ilerleyen dönemde DYP ile ciddi bir program farkı olmaksızın, aynı siyasetin dilini konuştuğu halde, bir birleşimin önünü açmayacak ve 1990′ların koalisyonlar dönemi olmasında başlıca sorumlu kurumlardan biri olacaktı.
(Gencay Dergisi Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır.)
FACEBOOK YORUMLAR