Zulüm
Meltem sırtına aldığı battaniyeyle koltukta oturuyordu. Kim bilir hangi hayâlin içinde kalmış, oradan ayrılmak istemiyor, sadece düşüncelerinde yarattığı dünyada mutlu olabiliyordu. Fatih’in yanına geldiğini hissetmedi. Fatih öfkeliydi, söze bu öfkesini belli ederek başladı.
-Kaç gündür sende bir hâller var, yanıma gelmiyor, benimle uyumuyorsun. Aynı evin içinde yaşıyoruz fakat ayrı dünyalarda yaşayan insanlar kadar birbirimize uzağız. Ne oluyor böyle, anlayamıyorum. Ne yapmak istiyorsun, amacın ne senin? dedi.
Meltem uzun zamandır neler düşündüğünü saklamayacaktı. Fatih’e düşüncelerinden daha öce de bahsetmişti, şimdi de aynı sözleri ardı ardına sıraladı.
-Ayrılmak istiyorum, dedi. Bunu sana daha önce de söylemiştim. Beni serbest bırak.
Fatih öfkelenmişti, çalışıp çırpınıyor evin her ihtiyacını karşılıyor ama yine de bu şımarık kadına yaranamıyordu. Karısına sadık değildi gerçi, her bahar âşık olmayı bir marifet sayar, hayatına giren kadınlara bol para yedirir. Gününü gün eder, eğlenir, gezer tozardı. Erkek adamlar yapardı böyle şeyler. Yapmayan kılıbıklar varsa da onlar Fatih’i ilgilendirmezdi. Sonuçta Fatih varlıklı adamdı, evine; çoluğuna çocuğuna en güzel şekilde bakabiliyordu.
-Yaptığın şımarıklık, dedi Fatih. Meltem’in kendisiyle evlenmeden önce iğrenç bir hayatı olduğunu, hiçbir şeyinin olmadığını, kitaplarını, dolaplara sığamayan kıyafetlerini kendisinin aldığını söyledi. Meltem’e kendine gel diyor, evliliğimizin bittiği anda beş kuruşsuz ortada kalırsın diye tehdit ediyordu. Fatih çocukları da Meltem’e bırakacak değildi elbet. Hem hangi parayla bakacaktı ki onlara? Çocuklar varlığa alışmışlardı, kolejde okuyorlardı. Aklı başında hangi çocuk baldırı çıplak annesiyle gitmeyi tercih ederdi?
Meltem, bu kadar basit değil işte diye haykırdı. Yıllardır keyfine göre bir hayat yaşadın. Gezdin, dolaştın…. Beni hiçe saydın… Şimdi yanıma geldin… Baba olmak istediğini, koca olmak istediğini söylüyorsun. İstemiyorum tamam mı…Kitaplar diyorsun öyle mi? Kitap aldım diyorsun, duyan da doğru söylüyor diye alkış tutacak, onları alan benim. Evet parasını sen ödüyordun doğru ama bilmeden. Kitap aldığımı bilsen buna engel olurdun. Asla almama müsaade etmezdin. Okumamı istemezsin çünkü.
- Ulan kızım üç kitap okudun da başımıza âlim mi kesildin! Biz kitap düşmanı mıyız? Değiliz elbet. Zaten sapkın supkun şeyleri okuduğun için bu haldesin. Kafan karışıyor, aklını başını topla. Döndüm diyorum. Bu yuvayı tekrar kuracaksın!
Meltem sürekli aynı sorunlar üstüne tartışıyor olmaktan öylesine yorulmuştu ki, Fatih’i ne zaman evin içinde görse ondan kaçmak, saklanmak istiyordu. Anlamıyordu Fatih onu, ya da anlamak istemiyordu. Bu ilişkinin çok daha önceden bittiğinin farkında değildi. Nasıl olurdu da hoyratça yaşadığı yılların ardından Meltem’le normal bir hayat yaşama ihtimalini düşünür, bunu talep ederdi. Uzun zamandır yoktu zaten, Fatih’in hayatına sayısız kadın girmişti, kim bilir kaç kadınla yatmıştır diye düşündü, midesi bulandı. Fatih’in yıllardır birlikte yaşadığı bir de uzatmalı sevgilisi vardı. Sevgilisiyle yaşayabilmek için bir ara da evden ayrılmıştı. Beş yıl gibi bir zaman aralığında yoktu. Sadece çocuklarını göreceği vakitlerde eve uğruyor, bankaya para yatırıyor, Meltem’le hiç muhatap olmuyordu. Beş yılın sonunda ne olduysa olmuş bir anda Fatih fikir değiştirmiş, Meltem’in yanına gelmişti. Meltem onun karısıydı demek, adam ne zaman isterse gidiyor ne zaman isterse geliyordu. Meltem sesini çıkarmadan kocasını beklemeliydi. Meltem’in söz hakkı yok muydu? İstemiyorum diyemez miydi? Evet çalışamamıştı Meltem, çocuk bakmış, büyütmüştü. Yapayalnız geçirdiği günleri düşündü. Yıllarca Fatih’in gelmesini beklediğini sanıyordu; fakat yalnızlığa, bir başına çocuklarıyla olmaya öylesine alışmıştı ki şimdi onunla aynı evde yaşamak istemiyor; hatta Fatih'ten nefret ediyordu. Gideceği bir yer olsa ya da bir mesleği olsa bu evde asla kalmayacaktı, basıp gidecekti. Her ne varsa Fatih’in olsundu, istemiyordu.
***
Fatih bir elinde telefon bir elinde mavi gömlek, mutfak kapısına tekmeyi bastı. Mavi gömleğinin neden ütüsüz olduğunu sordu, gözlerinden ateş gibi kıvılcımlar çıkıyordu. Meltem’in cevabı da bir o kadar sert oldu. ‘‘Babanın uşağı yok senin’’ dedi. Meltem bu türden çıkışları yapardı yapmasına ama her defasında bunun bedelini ödeyen yine kendisi olurdu. Elbette böyle sert bir cevabı Fatih cezasız bırakamazdı, nevri dönmüştü bir kez. Mutfak tezgahına yakın olan Meltem’i kolundan yakaladı, elindeki mavi gömleği Meltem’in boynuna doladı, onu boğmaya çalışıyordu. Fatih; küfrediyor, Meltem’in insan olmadığını söylüyor, döndüğünü, mücadele ettiğini, fakat Meltem’in geçinmeye gönlü olmadığını haykırıyordu. Geber şırfıntı diye son kez bağırdı, elindeki telefonu tüm gücüyle Meltem’in kafasına indirdi. Aldığı darbeden sonra fenalaşan Meltem, Fatih’in kollarına doğru yığıldı kaldı. Fatih, hışımla yere fırlattı kollarına yığılan kadın vücudunu. ‘‘Pislik kadın,’’ diye höykürdü. Mutfağın ortasına külçe gibi yığılan kadının görüntüsü onu memnun etmişti. Yatak odasına doğru yürüdü. Elindeki mavi gömlek kan lekesi olduğundan çamaşır sepetine fırlattı onu. Dolaptan başka bir gömlek bulup giydi. Ceketini de üzerine geçirdikten sonra, losyonunu, parfümünü süründü. Telefonuna gelen bip sesini duymuştu. İşyerinden olabilirdi, ya da Handan’dı. Şu yüzsüz kadından da kurtulamadım, para istiyordur kesin, diye söylendi. Çıkmak üzere daire kapısına doğru yürüdü. Dışarı çıkmadan önce mutfağa doğru baktı, Meltem’in inleme seslerini duyunca gülmeye başladı. Bu kadardı işte, sesi kesilmişti kadının. ‘‘İyi ders verdim, akşama gelince dört dörtlük sofra kurulu olur, kendi de süslenir, püslenir geçer karşıma.’’ diye düşündü.
Meltem ne kadar kalmıştı yerde hatırlamıyordu. Saate baktı on bir sıralarıydı. Çocuklar okula gitmek için evden ayrıldığında o da mutfağa geçmişti, masayı toplayacaktı. O sırada Fatih geldi. Saat dokuz sırasıydı, demek iki saattir yerde yatıyordu. Başına elledi, saçlarının arasından sızan kanın eline bulaşması, ortalığa yayılan koku onu iğrendirdi. Yavaş yavaş yürüyerek banyoya girdi. Aynada yüzüne baktı, gözlerinin altı morarmıştı; gudubet, çirkin bir kadındı o. Ağlamaya başladı, terk edecekti evi, ağabeyine gidebilirdi, Meltem’i kovacak değildi ya. Başına saplanan ağrı keşke şu dakika öldürseydi onu. Hemen şimdi Allah’ım öldür beni ne olur öldür beni, diyordu. Ama ölmüyordu işte. Yavaşça küvetin içine çıktı, duşunu aldı.
Üzerine pardösüsünü giymiş, örtüsünü henüz takmıştı ki, gözlerinin altındaki morluğun geçmediğinin farkına vardı. Örtüyü başından alıp yüzünü pudraladı, hiç canı istemese de biraz süs yaptı. Tekrar örtüsünü kurarak evden ayrıldı. Ağabeyinin iş yerine geldiğinde saat 13.00 sıralarıydı. Sinan, kardeşi Meltem’i görünce bir terslik olabileceğini sezinlemişti ama hiç belli etmedi.
- Hoş geldin Meltemciğim.
- Hoş bulduk ağabey.
- Ben de öğle yemeğine çıkacağım. İstersen birlikte çıkalım.
İki kardeş sanayi içindeki Ciğerci Şaban Usta’nın dükkânına gittiler. Sinan’ın gözünden Meltem’in vaziyetinde bir tuhaflık olduğu kaçmıyordu, muhakkak Fatih’le ilgili bir sorun vardı. Allah vere de boşanacağım diye tutturmasa diye düşündü. Fatih’le birlikte girdiği araba işinden çok tatlı para kaldırıyorlardı. Şu aralar eniştesiyle arasının bozulmasını hiç arzu etmiyordu. Bu Meltem de çocukluğundan beridir, pek bir huysuzdu canım, adamın oluruna gitse biraz ne olurdu ki sanki? Kardeşi boşanacağım diye tutturmaya başlamadan uyanıklık edip söze girdi Sinan. İşlerin iyi gittiğinden, Fatih’in kendisine çok yardım ettiğinden, bu sayede ev kredisini kapattığından, karısı Yıldız’ın mutluluğundan bahsetti. Meltem, ağabeyini dinliyor onun tatlı heyecanını gördükçe anlatmak istediği fakat bir türlü ağabeyinin mutluluğuna gölge düşürmek istemediğinden söyleyemediği kelimelerini içine akıtıyordu. Dışarıya çıkamayan bu kelimelerin her birinin etkisi bir zehir kadar tehlikeliydi. İçinin acıdığını hissediyor, onurunun ayaklar altına alındığının, çaresiz olduğunun ayırdına varıyordu.
Meltem daha fazla dayanamadı, her bir şeyi ağabeyine anlatacaktı. Hem öyle bir his kaplamıştı ki içini, Fatih’in yediği haltlardan haberdar olan Sinan, eniştesinin yaptıklarını hasır altı yapmak istiyor olabilirdi. Meltem yaşadığı sorunları zaman zaman anlatmıştı ağabeyine, üstelik adamın sürekli sevgili edindiğini bilmeyen yoktu. Meltem anlıyordu ki Sinan mahsus böyle yapıyor, Fatih'i methederek Meltem’in konuşmasına mâni olmak istiyordu. Meltem, masaya konmuş olan ıslak mendili eline aldı, yüzünü sildi, sabah yaptığı makyaj yüzünden aktığında gözlerinin altındaki karalık olduğu gibi ortaya çıktı. Hoş silinmeden önce de yüze vurulan pudranın altından sarı sarı kusan lekeler Meltem’i hasta gibi gösteriyordu. Sinan kardeşinin yüzüne bakamadığından başını eğdi. Meltem işin peşini bırakmayacaktı. Sinan ağabeyi de en az kocası Fatih kadar suçluydu. Hâli vakti yerinde diye Meltem’i Fatih’le evlendirirken kız kardeşine istiyor musun demek aklına bile gelmemiş, sadece zengin bir enişteye sahip olduğunda yapacağı ticari hamleleri düşünmüştü. Meltem’in anne babası birkaç yıl önce ölmüştü o vakitlerde, Sinan da Yıldız’la yeni evlenmişti. Gırtlağa kadar borçları vardı. İki kadının arası da çok iyi sayılmazdı, Fatih’in Meltem’i istemesi başlarına konan talih kuşu gibi bir şeydi. Bu nedenle Meltem’in sevdiği oğlan askerden gelmeden çarçabuk nişan düğün bir arada yapılmıştı. Bu zengin kısmet, tuhafiyede babasıyla çalışan Tarık için tepilmemişti. Sinan bakışlarını masadaki içi ciğer dolu olan tabağa dikmiş, kız kardeşine bakamaz olmuştu. Meltem, biliyorsun değil mi? dedi. Sinan hiç sesini çıkarmıyor, Meltem’e cevap vermiyordu. Meltem devam etti, ağabey demek Fatih sana işlerini büyütmek için yardım ediyor ha, dedi. Sinan başını sallamakla yetindi. Meltem oturduğu yerde rahatsız olmuş bir insan gibi sandalyenin ucuna doğru kaydı. Sinan ağabey gideyim ben, akşam için yemek hazırlığı yapacağım, ancak hallolur, dedi. Yarın akşama Yıldız’ı, çocukları al da bize gelin yemeğe diye de sözünü bitirdi, ayaklanırken hadi iyi günler demeyi ihmal etmeyecekti.
***
Okuldan eve gelen çocuklar kapıyı açtıklarında nefis yemek kokularıyla karşılaştı. Salondaki masanın üzeri doğum günlerinde olduğu gibi türlü yemek, mezelerle donatılmıştı. Meltem üzerine kırmızı elbisesini giymiş, yüzüne; kıyafetine uygun bir makyaj yapmıştı. Salona geçeceği sırada zil çaldı, kapıyı açtı. Gelen; Fatih, ağabeyi Sinan ve çocuklarıydı. Fatih Sinan’la otoparkta karşılaşmış hep birlikte asansörle çıkmışlardı.
-Kaç gündür sende bir hâller var, yanıma gelmiyor, benimle uyumuyorsun. Aynı evin içinde yaşıyoruz fakat ayrı dünyalarda yaşayan insanlar kadar birbirimize uzağız. Ne oluyor böyle, anlayamıyorum. Ne yapmak istiyorsun, amacın ne senin? dedi.
Meltem uzun zamandır neler düşündüğünü saklamayacaktı. Fatih’e düşüncelerinden daha öce de bahsetmişti, şimdi de aynı sözleri ardı ardına sıraladı.
-Ayrılmak istiyorum, dedi. Bunu sana daha önce de söylemiştim. Beni serbest bırak.
Fatih öfkelenmişti, çalışıp çırpınıyor evin her ihtiyacını karşılıyor ama yine de bu şımarık kadına yaranamıyordu. Karısına sadık değildi gerçi, her bahar âşık olmayı bir marifet sayar, hayatına giren kadınlara bol para yedirir. Gününü gün eder, eğlenir, gezer tozardı. Erkek adamlar yapardı böyle şeyler. Yapmayan kılıbıklar varsa da onlar Fatih’i ilgilendirmezdi. Sonuçta Fatih varlıklı adamdı, evine; çoluğuna çocuğuna en güzel şekilde bakabiliyordu.
-Yaptığın şımarıklık, dedi Fatih. Meltem’in kendisiyle evlenmeden önce iğrenç bir hayatı olduğunu, hiçbir şeyinin olmadığını, kitaplarını, dolaplara sığamayan kıyafetlerini kendisinin aldığını söyledi. Meltem’e kendine gel diyor, evliliğimizin bittiği anda beş kuruşsuz ortada kalırsın diye tehdit ediyordu. Fatih çocukları da Meltem’e bırakacak değildi elbet. Hem hangi parayla bakacaktı ki onlara? Çocuklar varlığa alışmışlardı, kolejde okuyorlardı. Aklı başında hangi çocuk baldırı çıplak annesiyle gitmeyi tercih ederdi?
Meltem, bu kadar basit değil işte diye haykırdı. Yıllardır keyfine göre bir hayat yaşadın. Gezdin, dolaştın…. Beni hiçe saydın… Şimdi yanıma geldin… Baba olmak istediğini, koca olmak istediğini söylüyorsun. İstemiyorum tamam mı…Kitaplar diyorsun öyle mi? Kitap aldım diyorsun, duyan da doğru söylüyor diye alkış tutacak, onları alan benim. Evet parasını sen ödüyordun doğru ama bilmeden. Kitap aldığımı bilsen buna engel olurdun. Asla almama müsaade etmezdin. Okumamı istemezsin çünkü.
- Ulan kızım üç kitap okudun da başımıza âlim mi kesildin! Biz kitap düşmanı mıyız? Değiliz elbet. Zaten sapkın supkun şeyleri okuduğun için bu haldesin. Kafan karışıyor, aklını başını topla. Döndüm diyorum. Bu yuvayı tekrar kuracaksın!
Meltem sürekli aynı sorunlar üstüne tartışıyor olmaktan öylesine yorulmuştu ki, Fatih’i ne zaman evin içinde görse ondan kaçmak, saklanmak istiyordu. Anlamıyordu Fatih onu, ya da anlamak istemiyordu. Bu ilişkinin çok daha önceden bittiğinin farkında değildi. Nasıl olurdu da hoyratça yaşadığı yılların ardından Meltem’le normal bir hayat yaşama ihtimalini düşünür, bunu talep ederdi. Uzun zamandır yoktu zaten, Fatih’in hayatına sayısız kadın girmişti, kim bilir kaç kadınla yatmıştır diye düşündü, midesi bulandı. Fatih’in yıllardır birlikte yaşadığı bir de uzatmalı sevgilisi vardı. Sevgilisiyle yaşayabilmek için bir ara da evden ayrılmıştı. Beş yıl gibi bir zaman aralığında yoktu. Sadece çocuklarını göreceği vakitlerde eve uğruyor, bankaya para yatırıyor, Meltem’le hiç muhatap olmuyordu. Beş yılın sonunda ne olduysa olmuş bir anda Fatih fikir değiştirmiş, Meltem’in yanına gelmişti. Meltem onun karısıydı demek, adam ne zaman isterse gidiyor ne zaman isterse geliyordu. Meltem sesini çıkarmadan kocasını beklemeliydi. Meltem’in söz hakkı yok muydu? İstemiyorum diyemez miydi? Evet çalışamamıştı Meltem, çocuk bakmış, büyütmüştü. Yapayalnız geçirdiği günleri düşündü. Yıllarca Fatih’in gelmesini beklediğini sanıyordu; fakat yalnızlığa, bir başına çocuklarıyla olmaya öylesine alışmıştı ki şimdi onunla aynı evde yaşamak istemiyor; hatta Fatih'ten nefret ediyordu. Gideceği bir yer olsa ya da bir mesleği olsa bu evde asla kalmayacaktı, basıp gidecekti. Her ne varsa Fatih’in olsundu, istemiyordu.
***
Fatih bir elinde telefon bir elinde mavi gömlek, mutfak kapısına tekmeyi bastı. Mavi gömleğinin neden ütüsüz olduğunu sordu, gözlerinden ateş gibi kıvılcımlar çıkıyordu. Meltem’in cevabı da bir o kadar sert oldu. ‘‘Babanın uşağı yok senin’’ dedi. Meltem bu türden çıkışları yapardı yapmasına ama her defasında bunun bedelini ödeyen yine kendisi olurdu. Elbette böyle sert bir cevabı Fatih cezasız bırakamazdı, nevri dönmüştü bir kez. Mutfak tezgahına yakın olan Meltem’i kolundan yakaladı, elindeki mavi gömleği Meltem’in boynuna doladı, onu boğmaya çalışıyordu. Fatih; küfrediyor, Meltem’in insan olmadığını söylüyor, döndüğünü, mücadele ettiğini, fakat Meltem’in geçinmeye gönlü olmadığını haykırıyordu. Geber şırfıntı diye son kez bağırdı, elindeki telefonu tüm gücüyle Meltem’in kafasına indirdi. Aldığı darbeden sonra fenalaşan Meltem, Fatih’in kollarına doğru yığıldı kaldı. Fatih, hışımla yere fırlattı kollarına yığılan kadın vücudunu. ‘‘Pislik kadın,’’ diye höykürdü. Mutfağın ortasına külçe gibi yığılan kadının görüntüsü onu memnun etmişti. Yatak odasına doğru yürüdü. Elindeki mavi gömlek kan lekesi olduğundan çamaşır sepetine fırlattı onu. Dolaptan başka bir gömlek bulup giydi. Ceketini de üzerine geçirdikten sonra, losyonunu, parfümünü süründü. Telefonuna gelen bip sesini duymuştu. İşyerinden olabilirdi, ya da Handan’dı. Şu yüzsüz kadından da kurtulamadım, para istiyordur kesin, diye söylendi. Çıkmak üzere daire kapısına doğru yürüdü. Dışarı çıkmadan önce mutfağa doğru baktı, Meltem’in inleme seslerini duyunca gülmeye başladı. Bu kadardı işte, sesi kesilmişti kadının. ‘‘İyi ders verdim, akşama gelince dört dörtlük sofra kurulu olur, kendi de süslenir, püslenir geçer karşıma.’’ diye düşündü.
Meltem ne kadar kalmıştı yerde hatırlamıyordu. Saate baktı on bir sıralarıydı. Çocuklar okula gitmek için evden ayrıldığında o da mutfağa geçmişti, masayı toplayacaktı. O sırada Fatih geldi. Saat dokuz sırasıydı, demek iki saattir yerde yatıyordu. Başına elledi, saçlarının arasından sızan kanın eline bulaşması, ortalığa yayılan koku onu iğrendirdi. Yavaş yavaş yürüyerek banyoya girdi. Aynada yüzüne baktı, gözlerinin altı morarmıştı; gudubet, çirkin bir kadındı o. Ağlamaya başladı, terk edecekti evi, ağabeyine gidebilirdi, Meltem’i kovacak değildi ya. Başına saplanan ağrı keşke şu dakika öldürseydi onu. Hemen şimdi Allah’ım öldür beni ne olur öldür beni, diyordu. Ama ölmüyordu işte. Yavaşça küvetin içine çıktı, duşunu aldı.
Üzerine pardösüsünü giymiş, örtüsünü henüz takmıştı ki, gözlerinin altındaki morluğun geçmediğinin farkına vardı. Örtüyü başından alıp yüzünü pudraladı, hiç canı istemese de biraz süs yaptı. Tekrar örtüsünü kurarak evden ayrıldı. Ağabeyinin iş yerine geldiğinde saat 13.00 sıralarıydı. Sinan, kardeşi Meltem’i görünce bir terslik olabileceğini sezinlemişti ama hiç belli etmedi.
- Hoş geldin Meltemciğim.
- Hoş bulduk ağabey.
- Ben de öğle yemeğine çıkacağım. İstersen birlikte çıkalım.
İki kardeş sanayi içindeki Ciğerci Şaban Usta’nın dükkânına gittiler. Sinan’ın gözünden Meltem’in vaziyetinde bir tuhaflık olduğu kaçmıyordu, muhakkak Fatih’le ilgili bir sorun vardı. Allah vere de boşanacağım diye tutturmasa diye düşündü. Fatih’le birlikte girdiği araba işinden çok tatlı para kaldırıyorlardı. Şu aralar eniştesiyle arasının bozulmasını hiç arzu etmiyordu. Bu Meltem de çocukluğundan beridir, pek bir huysuzdu canım, adamın oluruna gitse biraz ne olurdu ki sanki? Kardeşi boşanacağım diye tutturmaya başlamadan uyanıklık edip söze girdi Sinan. İşlerin iyi gittiğinden, Fatih’in kendisine çok yardım ettiğinden, bu sayede ev kredisini kapattığından, karısı Yıldız’ın mutluluğundan bahsetti. Meltem, ağabeyini dinliyor onun tatlı heyecanını gördükçe anlatmak istediği fakat bir türlü ağabeyinin mutluluğuna gölge düşürmek istemediğinden söyleyemediği kelimelerini içine akıtıyordu. Dışarıya çıkamayan bu kelimelerin her birinin etkisi bir zehir kadar tehlikeliydi. İçinin acıdığını hissediyor, onurunun ayaklar altına alındığının, çaresiz olduğunun ayırdına varıyordu.
Meltem daha fazla dayanamadı, her bir şeyi ağabeyine anlatacaktı. Hem öyle bir his kaplamıştı ki içini, Fatih’in yediği haltlardan haberdar olan Sinan, eniştesinin yaptıklarını hasır altı yapmak istiyor olabilirdi. Meltem yaşadığı sorunları zaman zaman anlatmıştı ağabeyine, üstelik adamın sürekli sevgili edindiğini bilmeyen yoktu. Meltem anlıyordu ki Sinan mahsus böyle yapıyor, Fatih'i methederek Meltem’in konuşmasına mâni olmak istiyordu. Meltem, masaya konmuş olan ıslak mendili eline aldı, yüzünü sildi, sabah yaptığı makyaj yüzünden aktığında gözlerinin altındaki karalık olduğu gibi ortaya çıktı. Hoş silinmeden önce de yüze vurulan pudranın altından sarı sarı kusan lekeler Meltem’i hasta gibi gösteriyordu. Sinan kardeşinin yüzüne bakamadığından başını eğdi. Meltem işin peşini bırakmayacaktı. Sinan ağabeyi de en az kocası Fatih kadar suçluydu. Hâli vakti yerinde diye Meltem’i Fatih’le evlendirirken kız kardeşine istiyor musun demek aklına bile gelmemiş, sadece zengin bir enişteye sahip olduğunda yapacağı ticari hamleleri düşünmüştü. Meltem’in anne babası birkaç yıl önce ölmüştü o vakitlerde, Sinan da Yıldız’la yeni evlenmişti. Gırtlağa kadar borçları vardı. İki kadının arası da çok iyi sayılmazdı, Fatih’in Meltem’i istemesi başlarına konan talih kuşu gibi bir şeydi. Bu nedenle Meltem’in sevdiği oğlan askerden gelmeden çarçabuk nişan düğün bir arada yapılmıştı. Bu zengin kısmet, tuhafiyede babasıyla çalışan Tarık için tepilmemişti. Sinan bakışlarını masadaki içi ciğer dolu olan tabağa dikmiş, kız kardeşine bakamaz olmuştu. Meltem, biliyorsun değil mi? dedi. Sinan hiç sesini çıkarmıyor, Meltem’e cevap vermiyordu. Meltem devam etti, ağabey demek Fatih sana işlerini büyütmek için yardım ediyor ha, dedi. Sinan başını sallamakla yetindi. Meltem oturduğu yerde rahatsız olmuş bir insan gibi sandalyenin ucuna doğru kaydı. Sinan ağabey gideyim ben, akşam için yemek hazırlığı yapacağım, ancak hallolur, dedi. Yarın akşama Yıldız’ı, çocukları al da bize gelin yemeğe diye de sözünü bitirdi, ayaklanırken hadi iyi günler demeyi ihmal etmeyecekti.
***
Okuldan eve gelen çocuklar kapıyı açtıklarında nefis yemek kokularıyla karşılaştı. Salondaki masanın üzeri doğum günlerinde olduğu gibi türlü yemek, mezelerle donatılmıştı. Meltem üzerine kırmızı elbisesini giymiş, yüzüne; kıyafetine uygun bir makyaj yapmıştı. Salona geçeceği sırada zil çaldı, kapıyı açtı. Gelen; Fatih, ağabeyi Sinan ve çocuklarıydı. Fatih Sinan’la otoparkta karşılaşmış hep birlikte asansörle çıkmışlardı.