Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Unutulan Sevgili

10 Haziran 2024 - 20:57 - Güncelleme: 11 Haziran 2024 - 09:01

Unutulan Sevgili
 
Apartman kapısını açtığında aynı iğrenç kokuyu aldı. Son birkaç gündür artan kötü kokunun nereden geldiğini anlayamamıştı. Birinci kata vardığında zili bastı, on gündür kiracı Salim’in ortalarda göründüğü yoktu. O iğrenç koku birinci katın kapısına vardığında daha fazla duyumsanır olmuştu. ‘‘Koku Kiracı Salim’in evinden geliyor,’’ dedi söylenerek. Nasıl oldu da anlayamamıştı ki. Bekâr adamdı kim bilir nerelerde sürtüyordu, belki evi fareler basmıştı, içeride birkaçı ölmüştü. Olur mu olurdu. İkinci kata çıkan merdivenleri kiracıyla aynı merdivenden akışmasınlar diye duvar örüp kapatmışlardı. Zuriye Hanımlar oturdukları ikinci kata çıkmak için dış cepheden evlerine yükselen merdiveni kullanıyorlardı. Birkaç kez daha zile bastı, açan olmadı. Apartmanın kapısından çıkıp evin bahçesine dolandı. Zuriye Hanım bahçedeki tavuklarını yemledikten sonra bahçedeki yangın merdivenini kullanarak ikinci kata çıktı. Yola çıkıp evin ön sol tarafındaki dış cephesinden ikinci kata yükselen merdivene yürümektense buradaki yangın merdivenini tehlikeli olsa da kullanmak daha kolayına gelivermişti. Pazardan aldığı birkaç sebzeyi mutfak tezgâhına bırakıp abdestini almak üzere lavaboya girdi.

Salim yirmi gündür salonun ortasında ipin ucunda sallanıyordu. Salim kendini asmadan önce telefonunu kanepenin üzerine bırakmıştı, telefon açıktı. Cep telefonunun şarjı ancak bir gün dayanabilmiş sonrasında o da kapanmıştı. İşyerinden dört kez aradılar, ulaşamadılar. Salim’in çalıştığı işyerinin patronu usta başına Salim’in iş sözleşmesini feshetmesini söyledi. Usta başı kendisine verilen emrin gereğini yapmıştı. İki kez de Dırazali Köyü’nde yaşayan ağabeyi aramıştı, telefon açılmayınca Salim’in konuşmak istemediğini düşünmüş, bir daha aramamıştı. Böyleydi Salim, kopup gitmişti, o kadar fazlaydı ki bu kopup gitmeler. Kaç kez karşısına alıp konuşmuştu Salim’le. Kaç kez demişti ki ‘‘Böyle yapma, görüşelim, edelim.’’ Salim ağabeyinin sözlerini duyuyor, hafifçe gülümsüyor sonra yeniden kaybolup gidiyordu. Salim’in köydeki evini, tarlasını ağabeyi kullanıyordu. Anne babadan kalma dört katın yarısı Salim’in olmasına rağmen iki katında Mümin’in iki oğlu oturur, Salim’e de bunun karşılığında kira ödemezlerdi. Tarlalara gelince zaten kendi mallarıymış gibi kullanıyorlardı Salim’in hakkını. Anne baba sağken başlamıştı bu ayrım, annesi büyük oğlu Mümin’i daha çok severdi. Salim’in konuşmayan içine kapanık hâllerinden kimse bir şey anlamaz onu sadece işlerini gördürmek için kullanırlardı. Eve bir şey alınacağı zaman Mümin’den izin alırlardı, bir yere gidileceği zaman Mümin’e danışırlardı. Mümin evlenince kısa bir süre sonra evin tüm hâkimiyetini ele geçirmişti. Karısıyla birlikte dümenin başına geçmişlerdi. Salim’i evlendirmek işlerine gelmedi. Birkaç yerden kız aradılar, olmadı, Salim giderek daha da içine kapandı. Bir müddet sonra da ‘‘Kız arayıp yorulmayın evlenmeyeceğim,’’ demişti. Salim’in evlenmemesi Mümin’i mutlu etmişti. Salim evlense eve bir gelin daha gelecekti. Salim’in çocukları olacaktı. Babadan kalan mallara konacak bir sürü ortakçı. Evlenmezse evlenmesin diye düşündüler. Böylesi daha iyiydi. Hem evlenip de ne olacak ki? Sanki Mümin çok mu mutluydu? Vakti zamanı gelince bulurlar bir kız evlenirsin, kendin seversen kız da seni sevip evlenirsen belki daha iyi olurdu. O da bir süre iyi, sonra ondaki büyü de bozulmaz mıydı ki? Köy yerinde oturmak hiç kolay değildi. Mümin’le karısı sabah namazını üstlerine okutmazlardı. Kalkar kalkmaz yüzlerine suyu vurdukları gibi tarlada, bağda bahçede alırlardı soluğu. Çalış bakalım çalış, çapala bakalım çapala tarlayı. Üstelik kendileri de artık kocamışlardı, iki oğlanın ikisi de evlenmişti. Konmuştu birer kata. Gelinlerin, torunların istekleri bitecek gibi değildi. Oğlanlar fabrikalarda çalıştıkları için tarlaya uğramak istemezlerdi. Gelinlere gelince kendi evlerinin işlerini yapmaktan acizdiler ki nasıl kaynana-kaynataya yardıma gitsinler. Hem işleri olmasa bile onlar iş uyduramayacaklar mıydı? Bu devirde pek az insan tarlaya gidip çalışırdı.

*
Salim yirmi yedi yaşında evden ayrıldı, Bursa’ya gitmişti, ağabeyi Mümin’i de aramaz olmuştu. Mümin çok fazla üstüne gitmek istemiyordu Salim’in. Kardeşi evlenmemişti bugün ölsek en azından malımız bölünmeden benim oğlanlara kalacak diye seviniyordu bile. Bazen Salim’i arar, kolaçan ederdi. En çok korktuğu ise Salim’in sürpriz bir şekilde evlenmesiydi. Korktuğu başına gelmemişti neyse ki.

*
Nazife evlendiğinde on dokuz yaşındaydı. Mümin’i baştan hiç sevemedi, kocası hoyrattı, lafını sözünü tartmadan söyleyen insanlardandı ki karşısındaki insanların kırılmasıyla, gücenmesiyle de ilgilenmezdi. Bir gün bahçeye kazan kurulmuştu, çamaşır günüydü. Onca işin arasında acil on kişilik yemek hazırlamasını istedi Nazife’den. Nazife ne kadar çabalasa da on kişilik yemeği Mümin’in dediği saatte hazır edemedi. Mümin yemeğin hazır olmadığını görünce Nazife’nin kalbini kırmıştı. İleri geri konuşmuştu. Nazife’nin en çok canını sıkan da Mümin’in söylediklerini çarçabuk unutmasıydı.

Nazife’yi ağabeyinin aşırılıklarına karşı teskin eden Salim olurdu. Ona ev işlerinde tarla işlerinde sıklıkla yardım ederdi, yaz aylarında gölde bir kafede çalışır akşamları da tarlalarda yarım kalan işleri yapmaya giderdi. Eve dönünce de yengesinin yardımına koşardı. Nazife bir gün Salim’e neden evlenmediğini sormuştu. Salim elini boş ver gibisinden hareket ettirmişti, besbelli ki Salim’in bir gönül derdi vardı. O günden sonra Nazife kayınbiraderine birkaç kez daha neden evlenmediğini, isterse ona kız bulabileceğini söyledi, Salim istemedi, yine de bazı kızlara gizliden haber etmişlerdi, istemeye gideceklerdi he deseydi kızlardan biri. Ama küçük yerdi burası, kızların çoğu genç yaşta sevgili tutar evlilik çağına gelene kadar da onu bırakmazdı. Herkesin gencecik bir yaşta başı bağlanırdı. Salim gibi kalanlar da belki başlık parasıyla evlenebilirdi. Salim de başlık parasıyla evlenmeye yanaşmadı. Salim’in evlenmemesi ailesi için önceleri değil ama sonralarda hoş görünmüştü. Evin en sevilen oğlu baskın karakteriyle Mümin’di. Anne ve baba çocuk olmuş Mümin’le karısı baş olmuştu. Belli bir süre ayakçı olmayı denedi Salim ailesinin içinde. Gündüzleri gölde bir kafede çalışıyordu, tatil hiç bilmezdi. İşten çıkınca tarlaya koştururdu, eve dönünce de yengesine yardım ederdi. Böyle birkaç yıl geçti, peş peşe anneyle baba da ölünce Salim köyünde yaşayamayacağını anladı. Onu buraya bağlayan hiçbir şey yoktu. Toprağından soğumuştu. Açıkça ağabeyine gitmek istediğini söylese bırakmazdı, sevdiğinden değil; Salim işlerine yarıyordu da ondan. Salim, sevdiği kız köyden ayrıldığından beridir zaten bu köyden gitmek istiyordu. Şimdi gitme vaktiydi. Gece yarısını bekleyip evinden sessizce ayrıldı. Yanında bir sırt çantasına doldurduğu üç beş parça giyim eşyası vardı.

*
Salim Bursa’ya geldiğinde beş parasızdı. Birkaç gün banklarda yattı, sıvacı olarak bir işyerinde iş bulunca çalışmaya başladı. Patron Salim’in çalışmasını beğenmiş onun dükkânın arka kısmındaki odada kalabileceğini söylemişti. Salim birkaç yıl burada çalıştı, birkaç yıl başka bir yerde çalıştı.
Salim bazen de başka şehirlere gidip çalıştı. Farklı şehirler gördü, bu şehirlerde bulduğu işlere girdi. Salim gittiği hiçbir yere bağlanamıyordu. Birkaç yıl kalınca yaşadığı o şehri bırakmak istiyordu. Sebebini sorduklarında ise memleketini özlediğini söylüyordu.

*
Salim cebinden not defterini çıkardı, on dakika boyunca yazdı. Yemek masasında karşısında oturan Avni ‘‘Defterine neler yazıyorsun? Yoksa sen bir şair misin?’’ diye sordu. Salim gülümsedi ‘‘Borçlarımı yazdığım defterim. Şair olmak kim ben kim arkadaş.’’ Avni dudağının iç kısmını ısırıp yüzüne çocukça bir ifade verdi ‘‘Neden olmasın? Mesela ben oyuncu olmak istiyordum ama bir kafede garsonluk yapıyorum. Hiç usanmadan her yıl tiyatrolara başvuruyorum lakin yüzüme bakmıyorlar, eğitimim yokmuş. Olsun bir gün oyuncu olacağım inanıyorum. Senden neden şair olmayacakmış? Hem bence sen şiir yazıyorsun.’’

O gün Avni’yle bu konu üzerinde fazla konuşmayan Salim gerçekten de yıllardır şiir yazıyordu. İki şiir kitabı çıkarmıştı yalnız mahlas kullanarak. Kimsenin şiir yazdığını bilmesini istemezdi. O şiir yazıyordu ama bunu duygularını anlatmayı sevdiği için yapıyordu, oluyordu bir şekilde, kelimeler yüreğinden taşıyor onlar da kâğıda geçiyordu. Sevdiği kız üniversiteyi kazanıp köyden ayrılmıştı o da üst üste iki yıl sevdiğine kavuşabilme umuduyla sınava girmişti. Ama olmamıştı, sınavdan yeterli puanı alamamıştı. Bir süre sonra sevdiği kıza ulaşabilmek Salim için hayâl olmuştu. Salim’in sevdiği kızın ismi Çiçek’ti. Köye geldiklerinde çiçek on iki yaşındaydı, Salim de aynı yaştaydı. Okulda aynı sınıftaydılar. Salim’le Çiçek çoğunlukla birlikte ders çalışıyorlardı. Çiçek sınıfın en zeki kızıydı ve en çalışkanı, babası da Türkçe öğretmeni olduğu için kızının bu başarısı çok doğaldı. Çiçek Salim’le ders çalışırken tıpkı bir öğretmen gibi Salim’in kendi yüzüne değil de kitabına bakmasını söylerdi. Hatta bunu yaparken hafif paylama sesi kullanırdı ki anlaşılsın. Salim Çiçek’i daha o sıralarda sevmeye başlamıştı, Çiçek de onu. Birbirlerini sevdikleri hâlde uzun yıllar bunu itiraf etmediler ta ki lise son sınıfa kadar.

*
Salim üniversite giriş sınavlarının yaklaştığı bir günde aşkını ilân etmişti Çiçek’e karşılığını da bulmuştu. Onların sevdaları ne yazık ki çok kısa ömürlü oldu. Çiçek üniversite sınavında başarılı olmuştu. O da babası gibi Türkçe öğretmeni olacaktı. Aile kızları için İstanbul’a taşındı. Aradan iki ay geçmişti, gençler mektuplaşıyorlardı. Çiçek’ten gelen mektupları postacı, Salim’in evine getirmiyordu, sözleştikleri gibi gözlerden ırak bir yerde Salim Çiçek’in mektubunu alıyor ve okuyordu. Onları öyle gizli bir yere saklamıştı ki kendi kendine ‘‘Değil bir insanoğlu Tanrı bile bulamaz,’’ diyor sonra da ‘‘Sen benim kalbimi biliyorsun Allah’ım şaka ettim,’’ diye özür diliyordu yaratandan. Bir gün mektuplar gelmez oldu, Salim öyle meraklanmıştı ve üzülmüştü ki yemeden içmeden kesildi. İçine kapandı, az konuşan ağzı hiç konuşmaz oldu. Bir bahane bulup İstanbul’a gitti. Tüm bir aile Salim’in neden İstanbul’a gittiğine akıl erdirememişse de bunu sebebini ondan öğrenememişti. Salim İstanbul’a vardığında önce Çiçek’in okuluna gitti. Onu okulda göremedi, öğrenci işlerine gidip sorduğunda da Salim’e yakını olmadığı için bilgi verilmedi. Salim sevdiğini bulamayınca çok üzülmüştü, elinde yazılı olan kâğıda bakarak sora ede Çiçek’in ev adresini buldu. Çiçek'in evi Beyazıt Mahallesi’nde çıkmaz bir sokaktaydı. Apartmanın önünde bir iskemlede oturan adama yaklaştı. Salim hafif öksürerek sandalyesi üzerinde uyuklayan ya da uyukluyormuş gibi görünen adama selam verdi, adam uykusundan uyanıp Salim’i baştan ayağa süzdü. Salim, Çiçeklerin bu apartmanda oturup oturmadığını sordu sandalyede oturan adama. Gözlerini kısarak konuştu adam ‘‘Levent Beyleri mi sordun?’’ dedi.

Salim: ‘‘Evet onlar, burada mı oturuyorlar?
Adam: Hayır taşındılar. Kızları hastalandı, onu tedavisi için yurt dışına gittiler, evin eşyasını da beraberlerinde götürdüler. Levent Bey’in hanımı Almanya’da doğmuş zaten. Kızlarını orada tedavi ettireceklermiş,  bundan sonra da dönmeyeceklerini söylediler. Sen Çiçek dedin. Çiçek’in arkadaşı mısın?

Salim, adama cevap vermeden yürüdü. Aylarca, yıllarca bir mektup bekledi Salim. Yedi yıl boyunca bekledi ne bir mektup gelmişti sevgiliden ne de bir haber. İki yıl üst üste Çiçek'e kavuşma ümidiyle sınava girmişti. Üniversiteyi kazanırsa belki de ona kavuşabilecekti. Ama olmadı. Köyde geçirdiği son iki yılda ise Çiçek’ten haber alma ümidini kesmişti Salim sonra da köyden ayrılmıştı. Salim Çiçek’i otuz yıl sonra bir kez görecekti. O da ölümünden kısa bir süre önceydi. Salim işine yürüyerek gelip gidiyordu. Yol üzerindeki büfeye sigara almak için girdi. Kasada oturan kadına sigara parasını uzattığında yıllar önce kaybettiği sevgili Çiçek’ini karşısında buluvermişti. Çiçek de onu tanıdı. Selamlaştılar, ikisi de şaşkındı. Çiçek bir çay içip içemeyeceklerini sormuştu Salim’e. Birlikte büfenin önünde karşılıklı iskemlelerde oturdular. Aradan geçen onca yıla rağmen Çiçek hâlâ güzeldi. Çiçek bunca yıldır bir haber bırakmamış bir kez yazmamış olması üzerinde durmadı bile. Salim’e çocukluk arkadaşıymış gibi davrandı ve kısaca hayat hikâyesinden bahsetti. Üniversite birinci sınıfta kanser hastalığına yakalanmıştı, ailesiyle birlikte tedavi olabilmek için Almanya’ya gitmişti, iyileştikten sonra da Türkiye’ye dönmek istememişlerdi. Çiçek tahsiline devam etmemişti, çalışmak para kazanmak ona daha tatlı gelmişti. Evlenmişti, çocukları büyümüştü. Şimdi de Türkiye’ye yeğenlerini ziyarete gelmişti. Haylaz yeğen bugün sevgilisiyle gezebilmek için halasına ‘‘Büfede sen durur musun?’’ diye sormuştu. O da yeğenini kıramamıştı. Birkaç güne de Almanya’ya dönecekti. Çok seviliyordu yeğenler hele yeğenlerinin çocuklarına bayılıyordu. Kendisinin hâlâ bir torunu olmamıştı. Dediğine göre çocukları tembel çıkmıştı. Çiçek anlattı anlattı. Salim, Çiçek konuşurken onun söylediklerini çok uzak bir yerden dinliyormuş hissine kapıldı. Yıllardır Çiçek’in hayâliyle yaşamıştı, yıllardır ona kavuşmayı düşlüyordu. Çiçek’in yerine başka bir kadını koyamamıştı. Böyle karşılıklı bir on dakika kadar konuştular. Salim de kendiyle ilgili birkaç laf etti, sonra da ''Allahaısmarladık,'' diyerek oradan uzaklaştı.

*
Salim evine geldiğinde geç bir vakitti. Birkaç gün öncesinde Çiçek'le karşılaşmasını düşündü. Sadece Çiçek’le karşılaştığı ve ondan öğrendikleriyle ilgili değildi biraz sonra kendine yapacağı. O bu hayata zaten çok uzun bir zaman katlanmıştı. Bir kutunun içine koyduğu şiirlerinin üzerine Avni’nin adresini yazdı. ‘‘Bu kutuyu postayla üzerinde yazılı adrese gönderir misiniz?’’ diye not düştü, parasını da kutunun üzerine koydu. Ödemesi gereken kira ve faturalar için de masanın üzerine not bırakıp yanına yetecek kadar para koydu. Salim bu dünyadaki olana bitene uyum sağlayamamıştı. Yıllar boyunca bir kadını sevmiş, ona kavuşma hayâliyle yaşamıştı, sevgili ise onu sadece çocukluk arkadaşı olarak hatırlıyordu. Hiçbir açıklama yapmamıştı, neden mektup yazmadığına değinmemişti. Çünkü sevgili mektup yazması için sözleştiklerini bile hatırlamıyordu.

*
Zuriye Hanım’la kocası ertesi günü kiracı Salim’in kapısını çilingire açtırıp eve girdiler. Şimdi Salim Hamitler’de bir mezarın içinde yatıyor. Kim bilebilir ki belki dünyada bulamadığı huzuru ve mutluluğu Tanrı’sı ona diğer âleminde bahşetmiştir.