Tüfek Mikrop, Çelik ve Jared Dıamond
Kitap okurken ilgimi çeken kısımları pek çok insanın yaptığı gibi işaretlerim; bu bazen sayfaya siyah bir kurşun kalemle bıraktığım küçücük bir nokta işareti olur bazen de kitabın sayfasına elimde varsa masamın üzerindeki notluğumda hâlâ bitmemişse -ki çok kullanıyorum galiba- şu renkli şeffaf not kağıtlarından yapıştırırım. Tüfek Mikrop ve Çelik’i okumayı bitirdikten sonra sayfalar arasında yeniden gezindim, ne anladım bu kitaptan diye kendimi muhakeme ediyordum sizlere anlatmayı isteyebileceğim kısma gözüm ilişti. Tarihte yaşanmış bir olay olduğu için muhakkak pek çok kişi tarafından biliniyor olabilir ama yine de bana ilginç geldiği için yazmak istedim.
Yazar Yeni Dünya (Amerika) kıtasındaki ilk insanların Asya’dan yola çıkarak zaman içinde Alaska; Bering Boğazı ve Sibirya üzerinden MÖ 11.000 yılı dolaylarında ya da bu tarihten önce gelip yerleşmiş olabileceklerini belirtiyor. Bering Boğazı’nı dünya haritası üzerinde buluyorum, bu konuda yazarın ve bu varsayımı öne süren insanların haklı olabilecekleri aklıma yatkın geliyor. Olabilir diye düşünüyorum, şimdi gelin isterseniz yazarın gözünden Yeni Dünya ve Eski Dünya insanlarının karşılaştırması nasıl oluyor onu görelim.
M.Ö 11.000 yılı dolaylarında insanlar Bering Boğazı kuzey giriş kapısından geçip Amerika’ya ulaştıktan sonra güneye doğru iniyorlar ve buralarda karmaşık tarım toplulukları ortaya çıkıyor. Tam anlamıyla Eski Dünya’dan kopmuş ve yalıtılmış bir hâlde yaşamaya başlıyorlar. Eski Dünya ile Yeni Dünya arasındaki ilk kanıtlanmış ilişkiler avcı-toplayıcı toplumlar arasında oluyor. Yazar burada Güney Amerika’da yetişen tatlı patatesin de okyanusu geçerek Polinezya’ya gittiği örneğini veriyor.
Yeni Dünya’daki insanların Avrupa insanlarıyla ilk karşılaşması ise MS 986 ile 1500 yılları arasında Grönland’ı istila eden İskandinavlarla sınırlı kalıyor. İskandinavların Grönland’ı istila etmesi Amerika’nın yerli toplumları üzerinde fark edilir bir etki yaratmıyor.
*
1492 yılında Kristof Kolomb Karayip Adaları’nı istila eder, o zaman Karayip Adaları’nda yüksek bir yerli nüfus yaşamaktadır. Bundan sonra tarihi kaynaklara dokunaklı ve hüzünlü bir hikâye geçer. Bu hikâyenin baş kahramanları ise Pizarro ve Atauhalpa’dır. Atauhalpa Yeni Dünya’da bulunan pek çok devletin mutlak hükümdarıdır, Pizarro ise Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ı temsil etmektedir. Cajamarca’da yaşanan olayların iyi bilinmesine sebep ise olaya tanık olan İspanyolların yaşananları kayda geçmesidir. Pizarro önderliğinde Cajamarca’ya gelen İspanyollar 168 kişiden oluşmaktadır. Atauhalpa’nın ise dağların eteklerine kurulmuş büyük bir ordusu bulunmaktadır. İspanyollar yerlilerin çadırlarını ve çadırların önlerinde yaktıkları ateşleriyle yerlilerinin verdikleri görüntüyü güzel bir şehre benzetirler, çokluklarından da korkarlar, kendi sayıları onlara bakış oldukça azdır.
*
Atauhalpa’dan bir haberci gelir hükümdar tüm iyi niyetiyle Pizarro ile görüşmek istediğini belirtmektedir. İspanyollar hemen bir plan yaparlar iki kısma ayrılırlar, bir kısmı meydandaki küçük bir kalede ellerindeki topla saklanır. Atauhalpa yerli halkıyla birlikte görüşme yerine gelirken halkı herhangi bir plan yapmadan sadece hükümdarlarına güvenerek onun yanından yürürler. Atauhalpa iki bin yerlinin önden gittiği, yerlilerin otları temizleyerek açtığı yolda ilerlemektedir. Yerlilerin üstlerine taktıkları altınlar ve gümüşlerden İspanyolların gözleri kamaşır. Bu kadar fazla altın ve gümüşü bir arada o zamana kadar görmemişlerdir. Sekiz tane adamın üzerinde yükselen tahtırevanda Atauhalpa oturmaktadır. Tahtırevanın her yanı altın ve gümüşlerle süslüdür, Atauhalpa’nın boynunda zümrüt taşlardan oluşmuş büyük bir kolye başında altından bir taç vardır, kıyafetiyle göz kamaştırmaktadır. Atauhalpa meydana geldiğinde tahtırevan üzerinden inmez İspanyollar öylesine korkmuşlardır ki içlerinde altlarına kaçıranlar vardır. Yerlilerden askeri rütbesi yüksek olan kişiler de altınlar, gümüşler, değerli taşlarla bezeli kıyafetler giymişlerdir. Vali Pizarro, Rahio Vicente de Valverde’yi önden göndererek Atauhalpa’yı İspanya Kralı adına Hz. İsa’nın yasasına uymayı ve Majesteleri İspanya kralının hizmetine girmeye davet etmesini söyler. Rahip bir elinde haç diğer elinde kutsal kitapla Atauhalpa’nın bulunduğu yere gelir. Yerlileri Tanrı’nın dinine inanmaya davet eder, Atauhalpa kitaba bakmak üzere istedir, kitabı açmayı ilk önce başaramayan hükümdar açınca ona bakmak ya da incelemek yerine fırlatıp atar. Bunun üzerine İspanyollar yerlileri yanlarında getirdikleri ateşli silahlarla vurmaya başlar, borular çalınmaktadır, atların başlarına takılan çıngırakların sesleri, yerlileri korkutmak için atılan savaş naraları ve tabii ateşlenen silahlar etkili olur. Yerliler silahsızdırlar, kaçışmaya başlarlar, paniğe kapılan yerliler çoğunlukla birbirlerini çiğneyerek ölürler. Sağ kalanlar ise İspanyollar tarafından vurulur. Atauhalpa esir alınır, Pizarro 5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2,5 metre yüksekliğinde bir odayı dolduracak kadar altını Atauhalpa’nın serbest kalınışına karşı fidye olarak alır. Yine de Atauhalpa’yı özgür bırakmaz, onu öldürür.
Tarihte yaşanmış bu olayla Pizarro’nun Atauhalpa’yı esir almasında rol oynayan etkenler, çağdaş dünyanın başka yerlerinde yerli halklar ile sömürgeci devletler arasındaki yenme ya da zafer kazanma gibi sonuçları etkileyen nedenlerle benzeştiği için önemlidir. Bu öykü Dünya tarihine bir pencere açmaktadır. Yazar kitabının önsözünde Yeni Gine’de yerli bir siyasetçi olan Gali’nin bir sorusu üzerine Tüfek Mikrop ve Çelik’i yazdığını belirtmektedir. Pizarro ile Atauhalpa’nın karşılaşmasında tüfeğin önemi bir kez daha anlaşılmış oluyor.
Kitabın ilerleyen kısımlarında Yali’nin sorusuna sürekli olarak cevap aranır: Yali’nin sorularından biri, beyazların niçin çok kargosu olduğu, bu kargoların Yeni Gine’ye nereden geldiği, siyahların kargolarının neden az olduğu ile ilgilidir. Yeni Gineliler mallara kargo diyormuş. Yali’nin diğer sorusu ise Beyazların Yeni Gine’ye nasıl ulaştıkları ve kendi halkını nasıl sömürgeleştirdiğiyle ilgilidir. Kitabın sonuna kadar bu sorunun yanıtları çeşitli şekillerde verilmektedir. Yapılan icatlardan tutun da aslında icatlarla birlikte verilen isimlerin kaynağına kadar inmek gerektiğini, yapılan icatların hep kendinden bir önce gelen insanların düşüncelerinden ve yaptıklarından ilham alınarak yapıldığı belirtiliyor. Ülkelerin coğrafi özellikleri, yazıları, kültürleri, mikroplar, devlet içi yapılanmalar gibi pek çok etkeni toplumların refah, gelişmişlik, askeri, ekonomik, siyasi… alanlarında ilerlemelerindeki rolleri detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Benim için keyifli bir yolculuktu, okuyan ve okuyacak herkese saygı ve selam ile…
Kitap okurken ilgimi çeken kısımları pek çok insanın yaptığı gibi işaretlerim; bu bazen sayfaya siyah bir kurşun kalemle bıraktığım küçücük bir nokta işareti olur bazen de kitabın sayfasına elimde varsa masamın üzerindeki notluğumda hâlâ bitmemişse -ki çok kullanıyorum galiba- şu renkli şeffaf not kağıtlarından yapıştırırım. Tüfek Mikrop ve Çelik’i okumayı bitirdikten sonra sayfalar arasında yeniden gezindim, ne anladım bu kitaptan diye kendimi muhakeme ediyordum sizlere anlatmayı isteyebileceğim kısma gözüm ilişti. Tarihte yaşanmış bir olay olduğu için muhakkak pek çok kişi tarafından biliniyor olabilir ama yine de bana ilginç geldiği için yazmak istedim.
Yazar Yeni Dünya (Amerika) kıtasındaki ilk insanların Asya’dan yola çıkarak zaman içinde Alaska; Bering Boğazı ve Sibirya üzerinden MÖ 11.000 yılı dolaylarında ya da bu tarihten önce gelip yerleşmiş olabileceklerini belirtiyor. Bering Boğazı’nı dünya haritası üzerinde buluyorum, bu konuda yazarın ve bu varsayımı öne süren insanların haklı olabilecekleri aklıma yatkın geliyor. Olabilir diye düşünüyorum, şimdi gelin isterseniz yazarın gözünden Yeni Dünya ve Eski Dünya insanlarının karşılaştırması nasıl oluyor onu görelim.
M.Ö 11.000 yılı dolaylarında insanlar Bering Boğazı kuzey giriş kapısından geçip Amerika’ya ulaştıktan sonra güneye doğru iniyorlar ve buralarda karmaşık tarım toplulukları ortaya çıkıyor. Tam anlamıyla Eski Dünya’dan kopmuş ve yalıtılmış bir hâlde yaşamaya başlıyorlar. Eski Dünya ile Yeni Dünya arasındaki ilk kanıtlanmış ilişkiler avcı-toplayıcı toplumlar arasında oluyor. Yazar burada Güney Amerika’da yetişen tatlı patatesin de okyanusu geçerek Polinezya’ya gittiği örneğini veriyor.
Yeni Dünya’daki insanların Avrupa insanlarıyla ilk karşılaşması ise MS 986 ile 1500 yılları arasında Grönland’ı istila eden İskandinavlarla sınırlı kalıyor. İskandinavların Grönland’ı istila etmesi Amerika’nın yerli toplumları üzerinde fark edilir bir etki yaratmıyor.
*
1492 yılında Kristof Kolomb Karayip Adaları’nı istila eder, o zaman Karayip Adaları’nda yüksek bir yerli nüfus yaşamaktadır. Bundan sonra tarihi kaynaklara dokunaklı ve hüzünlü bir hikâye geçer. Bu hikâyenin baş kahramanları ise Pizarro ve Atauhalpa’dır. Atauhalpa Yeni Dünya’da bulunan pek çok devletin mutlak hükümdarıdır, Pizarro ise Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ı temsil etmektedir. Cajamarca’da yaşanan olayların iyi bilinmesine sebep ise olaya tanık olan İspanyolların yaşananları kayda geçmesidir. Pizarro önderliğinde Cajamarca’ya gelen İspanyollar 168 kişiden oluşmaktadır. Atauhalpa’nın ise dağların eteklerine kurulmuş büyük bir ordusu bulunmaktadır. İspanyollar yerlilerin çadırlarını ve çadırların önlerinde yaktıkları ateşleriyle yerlilerinin verdikleri görüntüyü güzel bir şehre benzetirler, çokluklarından da korkarlar, kendi sayıları onlara bakış oldukça azdır.
*
Atauhalpa’dan bir haberci gelir hükümdar tüm iyi niyetiyle Pizarro ile görüşmek istediğini belirtmektedir. İspanyollar hemen bir plan yaparlar iki kısma ayrılırlar, bir kısmı meydandaki küçük bir kalede ellerindeki topla saklanır. Atauhalpa yerli halkıyla birlikte görüşme yerine gelirken halkı herhangi bir plan yapmadan sadece hükümdarlarına güvenerek onun yanından yürürler. Atauhalpa iki bin yerlinin önden gittiği, yerlilerin otları temizleyerek açtığı yolda ilerlemektedir. Yerlilerin üstlerine taktıkları altınlar ve gümüşlerden İspanyolların gözleri kamaşır. Bu kadar fazla altın ve gümüşü bir arada o zamana kadar görmemişlerdir. Sekiz tane adamın üzerinde yükselen tahtırevanda Atauhalpa oturmaktadır. Tahtırevanın her yanı altın ve gümüşlerle süslüdür, Atauhalpa’nın boynunda zümrüt taşlardan oluşmuş büyük bir kolye başında altından bir taç vardır, kıyafetiyle göz kamaştırmaktadır. Atauhalpa meydana geldiğinde tahtırevan üzerinden inmez İspanyollar öylesine korkmuşlardır ki içlerinde altlarına kaçıranlar vardır. Yerlilerden askeri rütbesi yüksek olan kişiler de altınlar, gümüşler, değerli taşlarla bezeli kıyafetler giymişlerdir. Vali Pizarro, Rahio Vicente de Valverde’yi önden göndererek Atauhalpa’yı İspanya Kralı adına Hz. İsa’nın yasasına uymayı ve Majesteleri İspanya kralının hizmetine girmeye davet etmesini söyler. Rahip bir elinde haç diğer elinde kutsal kitapla Atauhalpa’nın bulunduğu yere gelir. Yerlileri Tanrı’nın dinine inanmaya davet eder, Atauhalpa kitaba bakmak üzere istedir, kitabı açmayı ilk önce başaramayan hükümdar açınca ona bakmak ya da incelemek yerine fırlatıp atar. Bunun üzerine İspanyollar yerlileri yanlarında getirdikleri ateşli silahlarla vurmaya başlar, borular çalınmaktadır, atların başlarına takılan çıngırakların sesleri, yerlileri korkutmak için atılan savaş naraları ve tabii ateşlenen silahlar etkili olur. Yerliler silahsızdırlar, kaçışmaya başlarlar, paniğe kapılan yerliler çoğunlukla birbirlerini çiğneyerek ölürler. Sağ kalanlar ise İspanyollar tarafından vurulur. Atauhalpa esir alınır, Pizarro 5 metre eninde, 7 metre boyunda, 2,5 metre yüksekliğinde bir odayı dolduracak kadar altını Atauhalpa’nın serbest kalınışına karşı fidye olarak alır. Yine de Atauhalpa’yı özgür bırakmaz, onu öldürür.
Tarihte yaşanmış bu olayla Pizarro’nun Atauhalpa’yı esir almasında rol oynayan etkenler, çağdaş dünyanın başka yerlerinde yerli halklar ile sömürgeci devletler arasındaki yenme ya da zafer kazanma gibi sonuçları etkileyen nedenlerle benzeştiği için önemlidir. Bu öykü Dünya tarihine bir pencere açmaktadır. Yazar kitabının önsözünde Yeni Gine’de yerli bir siyasetçi olan Gali’nin bir sorusu üzerine Tüfek Mikrop ve Çelik’i yazdığını belirtmektedir. Pizarro ile Atauhalpa’nın karşılaşmasında tüfeğin önemi bir kez daha anlaşılmış oluyor.
Kitabın ilerleyen kısımlarında Yali’nin sorusuna sürekli olarak cevap aranır: Yali’nin sorularından biri, beyazların niçin çok kargosu olduğu, bu kargoların Yeni Gine’ye nereden geldiği, siyahların kargolarının neden az olduğu ile ilgilidir. Yeni Gineliler mallara kargo diyormuş. Yali’nin diğer sorusu ise Beyazların Yeni Gine’ye nasıl ulaştıkları ve kendi halkını nasıl sömürgeleştirdiğiyle ilgilidir. Kitabın sonuna kadar bu sorunun yanıtları çeşitli şekillerde verilmektedir. Yapılan icatlardan tutun da aslında icatlarla birlikte verilen isimlerin kaynağına kadar inmek gerektiğini, yapılan icatların hep kendinden bir önce gelen insanların düşüncelerinden ve yaptıklarından ilham alınarak yapıldığı belirtiliyor. Ülkelerin coğrafi özellikleri, yazıları, kültürleri, mikroplar, devlet içi yapılanmalar gibi pek çok etkeni toplumların refah, gelişmişlik, askeri, ekonomik, siyasi… alanlarında ilerlemelerindeki rolleri detaylı bir şekilde anlatılmaktadır.
Benim için keyifli bir yolculuktu, okuyan ve okuyacak herkese saygı ve selam ile…
FACEBOOK YORUMLAR